16 Şubat 2013 Cumartesi

SA181/AÇ8: Ahlak Dışı Talepleri Yasallaştırma ve Türkiye’de Toplumsal Talep Yetersizliği

"Cumhuriyet’in ilk yüzyılında hiçbir şekilde fikri sorulmamış bir toplumun ideolojik tüm saldırılara karşılık, sistematik olarak koruduğu, ancak yıpranmasına engel olamadığı birey, aile ve toplum yapısına yönelik yeni taleplerde bulunuyor olması umut verici."


“Toplumsal talepler nasıl oluşur?” Sosyolojinin bu soruya doğrudan verebileceği bir cevabı yok.. Çünkü; sosyoloji(1), kendi tanım sisteminde bu sorunun cevabını aramayı düşünmez. Bu soruya cevap bulmak sosyolojiyi bir bilim dalı olarak üretenlerin amacına aykırıdır. Sosyolojinin varlık sebebi toplumsal taleplerin oluşumunu irdelemek değil, toplumsal talepleri oluşturmak ve yönlendirmektir.
Sosyolojinin verilecek cevabı olsaydı, toplumların taleplerini etkileyen faktörlerin toplum tarafından bilinmesini sağlar, bireyleri aydınlatırdı. Bugün gelişmiş ülkelerin hiçbirinde ve özelde Türkiye’de, sosyolojinin bireyleri ve dolayısıyla toplumu baskı gruplarına karşı korumaya yönelik çalışmalarına rastlanmaz.

Sosyologlar, dar bilimsel çerçevelerde üretilen şemalar doğrultusunda, sınırları daraltılmış ve yönlendirilmiş, anketler, soru formları, görüşmeler, uzaktan ya da katılımcı gözlem, istatistik araştırması, değerlendirme araştırması ve test, anket, belge tabanlı değerlendirme gibi araçlarla topluma ve bireylere bakarlar. Toplumun taleplerine bakış da çözümcü değil tespitçi ve kategorileştiricidir, daha açık bir ifadeyle tasarlanmış spekülasyonlarla manipüle edicidir.

Toplumsal onayı olmayan ideologların şemalarla kısıtladıkları insan ve toplum tipleri, sosyolojiye talimat veren güç merkezlerinin dizayn ettiği yapıda olmak zorundadırlar.

Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşundan sonra, doğuya doğru ilerleyen bilimsel perspektif, toplumların muhafaza ettiği değerleri eritmeyi ve eriyen değerlerin yerine kademeli olarak karşıt değerleri ikame etmeyi ilke edinmiştir. İki yüz yıl sonra bugün ABD, aile, evlilik, cinsellik ve ahlak gibi toplumsal taleplerin direnmeyi tercih ettiği konularda tamamen karşıt değerlerle donanmış bireylerden ve toplumlardan oluşmaktadır. Ondan önce var olan perspektif türleri, toplum yapılarını ve bireylerin taleplerini değiştirmek için bilimi araç olarak kullanmayı düşünmemişlerdir.

Sosyoloji, bilimin ilkelerine aykırı olarak bir bilim dalı formasyonunda takdim edildikten hemen sonra, ideologların, siyaset mekanizmalarını da kullanarak nasıl bir toplum tasarladıklarını anlattı. Digital çağ dediğimiz 21.yüzyılda da bu görevini azalan etkisi ile birlikte devam ettirmeye çalışıyor.

Demokratik yapılar olarak takdim edilen gelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğunda, sosyolojiden ve ardılı psikolojiden destek alınarak yönlendirilmiş anketlerin etkisiyle, yasalar değiştiriliyor; bireylerin kişisel zaafları toplumların genel tercihleri olarak dayatılıyor. Örneğin; eş cinste olanların evlilik gibi bir kurumla bir arada olmalarını kolaylaştıran, kimi zaman da teşvik eden yasal düzenlemelerin dayandığı temel veriler de medya tarafından pazarlanan gerçek dışı anketlerden alınmaktadır. (2)

Aynı yolculukta kazanılacağı belli olan kazanım(!)lardan biri de eşcinsel evliliklerde evlatlık alma hakkı. Çocuk masumiyetinin kendi doğal akışında yolunu bulmasına engel olma hedefi açıkça görülebiliyor. Sosyolojinin ideologları evlilik kurumunun geleneksel yapısını bozunmaya uğratırken, bireysel özgürlüklerin evlilikle engellenmesinin önüne geçen stratejik adımlar atarak dinleri öcülerken, eşcinsellerin evlilik gibi geleneksel bir kurumla neden ödüllendirildiklerini sorgulamıyor.

ABD’de bazı eyaletlerde marihuana (esrar) kullanımı yapılan referandumlarla(3) yasal serbestlik ödülünü alıyor, böylece yasal olmayan ve insan sağlığına aykırı talepler “Yasallaştır” (legalize it!) akımı ile yaygınlaştırılmaya devam ediliyor. Sosyoloji, ahlak sorunu ile ilgili kaygıları olmadığı için, hukuk normlarını esneten, değiştiren müdahalelerin ideolojik, siyasî ve ekonomik nedenlerini de sorgulamıyor.

 Digital çağ, ideologların etki ve organizasyon alanı olan sosyolojinin kurbanı bireylerden oluşan toplumların artık kontrol edilemez ve yönlendirilemez oluşunu destekleyen doğal bir sirkülasyon alanı açıyor. İnternet ve diğer bireysel iletişim araçları, bireylerin toplumları etkileyen baskı gruplarına karşı yeni ve bağımsız taleplerle kuşanmalarına yardım ediyor. İnternetin getirdiği riskler, kazandırdığı farkındalık düzeyinden çok daha az ve paylaşılan bilgi, baskı gruplarının ve özellikle sosyolojinin ve psikolojinin kontrolünden çıkıyor. İnsanların ve oluşturdukları toplumların özgürleşmesini hızlandırıyor. İnsanlar, iyilik kırıntılarının peşinden gidebilecekleri açık alanlar bulabiliyorlar.

Tarihte yaşamış olan Türkiye toplumları geleneksel olarak ‘Talep Yetersizliği’ ile donanmış toplumlardır; ancak buna karşılık Türkiye, talep etmeyi öğrenen bireylerin arttığı bir ülke. ABD’deki akışın aksine, olgunlaşmamış bir ‘Yasallaştır!’ akımı var. Cumhuriyet’in ilk yüzyılında hiçbir şekilde fikri sorulmamış bir toplumun ideolojik tüm saldırılara karşılık, sistematik olarak koruduğu, ancak yıpranmasına engel olamadığı birey, aile ve toplum yapısına yönelik yeni taleplerde bulunuyor olması umut verici.

Talep yetersizliği, devleti tanrısal kodlarla algılayan tüm toplumların ortak özelliği iken, Türkiye özelinde insanlar hâlen, demokrasinin getirdiği kazanımlarla taleplerini doğrudan değil, seçtikleri siyasi partiler aracılığı ile yine devlet tarafından sunulan bir imkan olarak algılamayı tercih ediyorlar.

‘Yasallaştır!” toplumun değişimi zorlayan talepleriyle değil kademeli olarak devlet direktifi ile gerçekleşiyor. ABD eyalet yönetimlerinin hukuk, güvenlik masrafları ve vergi geliri elde etmek gibi kaygılarla yasallaştırdığı marihuana kullanımı gibi örneklerle benzeşmemekle birlikte, halkın talep etme alışkanlığı internet ve sosyal iletişim platformlarıyla ‘Yasallaştır!’ formuna uygun ilerliyor.

Devletin uyguladığı kısıtlamalara, dayatmalara, askerî darbelere ve ceberut devletin ürettiği teröre, dininin aşağılanmasına, kız ve erkek çocuklarının karma bir eğitim sisteminde okutulmasına, toplu taşımalarda yaşanan taciz vb rahatsızlıklara doğrudan tepki vermeyen, ancak seçtikleri yöneticilerin tepkili olduğunun farkına varmasını isteyen Türkiye toplumu, istemekten korkutulmuş olmanın etkilerini üzerinden atmaya başlıyor.

Yazık ki; daha temel, daha evrensel hukuk ilkelerine uygun bir devlet yapısı, ibadet etme ve inancının gerektirdiği gibi giyinme özgürlüğü, hukuksuz uygulamaları sorgulama, hayat standartlarını olumsuz etkileyen hukuk normlarını değiştirme gibi talepler, ekonomik taleplerden daha önde değil. 


‘Talep Yetersizliği’ demokratik değişim serisinin en büyük sıkıntısı olarak görülebilir.

Türkiye’de yaşayan insanlar, toplumsal taleplerin nasıl oluştuğu konusunda sosyolojinin hiçbir yardımını da talep etmiyorlar; çünkü sosyolojiye sarınmış ideolojik müdahalelerden ya da bilimsel perspektif giydirilmiş ideolojik sapmalardan büyük dersler çıkarmış görünüyorlar. Tüketimle ilgili taleplerinin yönlendirildiğini öğrenmekte gecikseler de gelişmiş ülkelerin kendilerinden farklı olmadıklarını biliyorlar ve ilginç bir şekilde dayatmalara, kültürel dokusuyla uyuşmayan ideolojik formlara karşı sessizce direniyorlar. Bundan dolayıdır ki; gelişmiş ülkelerde yasallaştırılan inorganik dönüşümlere karşı da tepkisiz kalmayı tercih ediyorlar.

Türkiye değişiyor ve sosyologların pasif direnişine rağmen istemeyi öğreniyor. Ekonomik olarak gelişmiş batılı ülkeler ahlak dışı talepleri tek tek yasallaştırırken Türkiye, benzer ahlak dışı taleplerin yaygınlaşmasına karşı toplumsal talep yetersizliğini aşmaya çalışıyor.


Adil Çelik, Sonsuz Ark, 15.02.2013



Seçkin Deniz Twitter Akışı