7 Haziran 2020 Pazar

SA8639/ME49: Neden Sakladınız?

"Zaman sizi daha fazla tanımama yardım ediyor, ama her tanışıklığımız içimdeki umudu daha fazla törpülüyor. Sizi size anlatmaktan daha iyi bir yol olduğunu düşünmediğim için eksiklerinizi tamamlamaya çalışıyorum."


Siz insanların akıllı olduğunuzu sandığınızın farkındayım, ama neden akıllı olmanıza karşılık, aklınızı kullanmadığınızı, kendi tecrübelerinizi çocuklarınıza anlatmadığınızı anlayamıyorum. Çocuklarınıza, öğrettiklerinizin tamamına yakınının içlerindeki fırtınalara bir fayda sağlamadığını bildiğiniz halde doğru olanları, sizden hiç de farklı bir serüvenden geçmeyeceklerini bildiğiniz halde anlatmaktan kaçındığınızı açıklamak zorundasınız. Belki açıklayabilirsiniz, ancak ikna edici olamayacağınızı çok iyi biliyorsunuz. Uzun dünya tarihinizde hiçbir zaman gerçekten ikna edici olamadığınızı benden daha iyi biliyor olmanız şaşırtıcı değildi; siz böyleydiniz.

Onu bükülmüş beli, titrek vücuduyla sessizce ağlarken görmüştüm bir mezarlıkta. Ölülerin hatırâlarından etkilenmiş sanmıştım ilk anda. Kollarını koynunda toplamış, büzüşmüş ve sarkmış derisi ile ellerini birbirine kenetlemişti. Az daha sıkıştırsa yaşlı derisi paramparça olacaktı. Gözlerine baktım, gözlerindeki feri sönmüş umutsuzluğun içinden zihnine doğru yol aldım. Onu dinlemek istiyordum. Sarsılan ruhunda neler oluyordu?

Öfke doluydu zihnindeki ses ve hesap soruyordu, size de anlatmam gerektiğini düşündüm;

“İnsan ruhunu anlatsanıza bana; öğrensem, bilsem bana neler olduğunu. Hanginiz anlatacaksınız, hanginiz size neler olduğunu biliyorsunuz? Bilmiyorsunuz, hiçbiriniz doğduğunuz andan itibaren, insan oluşunuzdan bu yana size nelerin olduğunu bilmiyorsunuz. Bana bilmediğiniz bir şeyi anlatamazsınız, bana öğreteceğiniz hiçbir şey yok sizin. 

Sizin yüzünüzden varım ben, benim yüzümden varsınız siz, ama ne siz ne de ben ruhumuza neler olduğunu bilmiyoruz. Bildiğinizi sandığınız her şeyi anlatsanız da, anlattığınız şeylerin anlattığınız anda sizin için anlamsızlaştığını biliyorsunuz. Biliyorum çünkü ben de size bildiğim şeyleri anlattığımda anlattıklarımın anlamsızlaştığını görüyorum. Bu bir boşluk, aramızda hiçbir zaman dolmayacak olan bir boşluk, tekil varoluşumuzun bize sunduğu bir kulede yaşıyoruz; etrafımız su dolu hendeklerle çevrili. Karşılıklı bağırıyoruz birbirimize; hepsi bu. 

Bağırmak, anlaşılmayı istemek, anlatmayı istemek, ama… Mümkün olmadığını bildiğimiz bir şeyi yapmaya çalışmak kadar ahmakça bir iş olamaz. Hepimiz ahmakça işler yapıyoruz bir ömür boyu. Ölüm bizi alıp gidene kadar dalgalanıyoruz rüzgârlarla. Her rüzgârın bize öğrettiği şeyleri doğru sanıyoruz ve inanıyoruz o şeylerin doğruluğu baştan sona çözülene kadar. 

Söylesenize doğduğunuz andan beri nelerle karşılaştınız, karşılaştığınız hangi şeyleri doğru yorumluyor, doğru algılıyor ve doğru yaşıyorsunuz? Söyleyemezsiniz, ben de söyleyemem; çünkü hayatın içine daldığımız andan itibaren bir sürü şeyle kuşatılmış oluyoruz, o şeyleri anlayana kadar başka şeyler doluşuyor ruhumuza. Geçmiş dediğimiz şey derinleştikçe ve şiştikçe geriye dönüp bakıyoruz sık sık, doğru sandığımız şeylerin doğru olup olmadığını sorguluyoruz her bakışımızda. Her bakışımız bizi bir önceki sınamamızda vardığımız şeylerle yalanlıyor; biz yalanmayacak kadar doğru işleyecek bir ruha sahip olduğumuz halde ruhumuzun bilinmezlerinde kayboluyoruz. 

Kayboluyoruz arzularımızla boğuştuğumuz her geçmiş kırıntısında, her şimdiki zamanda. Kafamız ruhumuz gibi karışık; ruhumuzda istemediğimiz kasırgalar esiyor çoğu zaman, kafamızın içinde depremler homurdanıyor, yanardağlar fışkırıyor. Tutunamıyoruz doğrularımızla, tutunmaya çalışıyoruz boşluklarının sınırlarını bilmediğimiz ruhumuzda. 

Ruhumuz karanlık bir kuyu, karanlık bir mağara; her an zehirli bir sürüngen çıkagelecek gibi. Ruhumuzla teslim olduğumuzu sandığımız ibadetlerimizde bile fingirdek bir çalkantı sarıyor karanlıkları. Kıkırdayan dilberler çatlatıyor doğrularımızı. Sarsılıyoruz yana yakıla tutunmaya çalışırken karanlık boşluklara.

“Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve kötülükten sakınma yeteneğini ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (*) diyor karanlıklarda yankılanan bir ses, yemin eden ilahî bir ses. 

Nasıl? Kötülük duygusu şekillendirilmiş ruhumuzda var iken nasıl arınabiliriz? Öğrendiniz mi, öğrenip anlattınız mı bana? Kendi içinizdeki kötülük duygusundan arınıp bana, başkalarına arınmayı öğrettiniz mi? Kötülükten sakınma yeteneğimiz de var; nasıl sakındınız siz kötülüklerden? Sakındığınızı mı söylüyorsunuz bize arınmaktan bahsederken? Hem nasıl içinizden kurtulabildiniz kötülük duygusu içinizde sürekli iken? 

Anlattıklarınızın hepsi yalan, arınmadınız, içinizdeki kötülükle karışan sakınma duygunuzu kullanmayı asla öğrenemediniz, bize de öğretemediniz; ben de öğrenemediğim bir şeyi size öğretemem. Ruhumuzdaki boşluklarda kötü ve arınmamış ellerinizle inşâ ettiğiniz duvarlara çarpıp duruyoruz. Karanlık her yer. Aydınlandığını söyleyen siz yalancılar karanlıklarda boğulan birer zavallısınız her birimiz gibi. 

Arınmak şöyle bir şey miydi? “Kötülükleri işleyip de sonra ardından tövbe edenler ile iman edenlere gelince şüphe yok ki, Rabbin ondan  sonra elbette çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (**) Pişman olmak mıydı, içimizdeki kötülük duygusunun esiri olarak yaptıklarımızdan? Pişman olmak ve bir daha pişman olunacak kötülükler yapana kadar huzursuz olmamak mıydı arınmak? 

Böyle mi yaptınız hepiniz, böyle mi yapıyorsunuz durmadan? Kötülük duygusu içinizde iken kötülükten nasıl sakınabildiniz? İçinizin hangi karanlık dehlizlerinde, hangi duygularınızın kötülükten arınmış olduğuna karar verdiniz? Nasıl yaşıyorsunuz ruhunuzun her an savrulan kıvrımlarında? Biliyorsunuz kötülüklerinizi, biliyorsunuz hepiniz içinizdeki kötülük duygusundan kaçamadığınızı, kaçamayacağınızı. O sizin içinizde vardı, öyle yaratıldınız. Biz bilmiyorduk, ben bilmiyordum. Neden sakladınız?

“Allah, size açıklamak, size, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, sizin tövbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar. Allah, sizden hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (***) 

Siz zayıf yaratıldığımızı biliyordunuz, siz şehvetlerinize uyduğunuzda beni uyarmadınız, benim büyük bir sapıklığa düşmemi istediniz. Siz benden öncekiler, siz içinizdeki her şeyi biliyordunuz, bana anlatmadınız, bana öğretmediniz. Biliyor dunuz, siz her an tövbe edenler, biliyordunuz karanlıklarda bunaldığınızda ne yapacağınızı. “Kim de tövbe eder ve sâlih amel işlerse işte o, Allah’a, tövbesi kabul edilmiş olarak döner.” (****) 

Bana öğretmek sâlih amel işlemek değil miydi? Siz ne için tövbe ediyordunuz herkesten saklandığınız o anlarda? İnsan ruhunu anlatsaydınız ya bana; öğrenseydim, bilseydim bana neler olduğunu.”

Binlerce yıldır tekrarlanan bir hesaplaşmaydı şahit olduğum. Birbirinizden sakladığınız şeylerin ne kadar önemli olduğunu hiçbiriniz anlamadınız. Hayatınızın başladığı andan itibaren çok karmaşık aşamalardan geçtiğinizi hepiniz çok iyi bildiğiniz halde, sizden sonrakilerin aynı sıkıntıları yaşamamaları için dosdoğru bir şekilde bildiklerinizi anlatmıyordunuz ve her biriniz kendi hayatınızın karanlıklarında acı çekmeyi doğru bir tutum olarak kabul ediyor ve umduğunuzun aksine asla sona ermeyen acılara sebep oluyordunuz.

Kötülüklerden uzak duramadığınız halde, kendi çocuklarınıza neden kötülüklerden uzak duramadığınızı, duramayacağınızı anlatmıyor, öğretmiyor, çıkış yolunu göstermiyor, onları hayata hazırlamıyordunuz. Bu çok kötü bir alışkanlıktı ve sadece bu yüzden sizden sonrakilerin dünyada cehennem hayatı yaşamalarını sağlıyordunuz.

Zaman sizi daha fazla tanımama yardım ediyor, ama her tanışıklığımız içimdeki umudu daha fazla törpülüyor. Sizi size anlatmaktan daha iyi bir yol olduğunu düşünmediğim için eksiklerinizi tamamlamaya çalışıyorum.

Onun zihninden çıkıp giderken ve onu ölülerin arasında yapayalnız bırakırken, ben de onun gibi soruyordum: Ruhunuzda neler olduğunu ondan neden sakladınız? Neden birbirinize karşı bu kadar acımasızsınız?


Mustafa Ege – Pazar, 07/06/2020 –00:27/ İz Etki Ekinoksları 49


(*) Kur’an/Şems, 7-10
(**) Kur’an/ A’râf, 153
(***) Kur’an/Nisâ, 26-28
(****) Kur’an/ Furkân, 71



Sonsuz Ark'tan 
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı