6 Ağustos 2018 Pazartesi

SA6615/KY1-CÇ530: Bir Tetebbu' İçin İzlenecek Yolun Önceden Tespitinin Zorunluluğu Üzerine

"Oysa tetebbu'nun gayesi bellidir; sorunlardan kurtulmak, karşılaştığımız sorunları berhava ederek insanın önünü açmak, eşyanın evsaf ve tabi olduğu kavânînlere ulaşmak böylece atâlet –süredurum anlamından uzak olarak- denen çürütücü, öldürücü, soldurucu halet-i ruhiyeden çıkışı sağlamaktır."


Muhterem kâri (sayın okuyucu) bilmelisin ki, -ki zaten biliyorsundur, yine de belki bilmezlik sisi bilincine hücum edip anı bulanıklaştırabilme olasılığından kimse masun değildir, işte bu olasılıktan hareketle ‘bilmelisin ki’ denilme zarureti hâsıl olmuştur, yoksa bilisizlikle suçlama saikı yahut üstenci bir bakışın aksülameli gibi değerlendirilmemelidir, hem zaten böyle nadanca değerlendirmelerden uzaklığına yakinen şahidiz, bu şahitliğimize halel getirici bir ime, bir edime şimdilik tesadüf eylemiş değiliz- her hangi bir ‘şey’i kendimize konu ettiğimizde anın sağın temellere sahip olmasının olmazsa olmaz koşulu izlenecek yöntemin sarih bir biçimde usumuzda oluşmuş olmasını sağlamaktır. 

Us’ta kendimizce halli gereken mevzuyu gereğince bir sonuca ulaştırmak için o mevzunun halli ile ilgili izlenecek yol, yordam belirlenmeden işe kalkışıldığında hiç ummadık bir biçimde tıpkı rüzgâra kapılmış kuru bir yaprak gibi oradan oraya savrulacağımız açıktır. Belki işlemeye kalkışılan mevzu tafsilâta mücbir bir evsafta ve fakat biz bunu –yöntemsiz işe kalkışıldığı için- muhtasar bir biçimde serimlemeye girişeceğiz, belki tam aksine muhtasar bir evsafta olduğu halde tafsilâtın sinsi cazibesine kapılarak hiç olmaması gerektiği biçimde tafsilata boğacağız ve böylece mevzu elimizden kaçıp gidecektir.

Yöntemsizlik salt böylesi sakıncalarla mâlûl de değildir. Belki sayamadığımız, sayılamayacak denli sakıncaları vardır ki, bunlardan belki en önemlisi de aynı ‘şey’i kendine mevzu edenin varacağı sonuçla bizim vardığımız sonucun bir birine zıt olması, birbirini nakzetmesidir ki, bu hal insanlığın atâlete duçar olmasına sebep olur, söz konusu atâlet süredurum anlamında değil, miskinlik anlamında dile getirilmiştir, zira bilindiği gibi süredurum dahi insanlığın uzun soluklu yürüyüşünde elzem olandır. Tekrar mevzumuza avdet ederek diyelim ki, hem yöntemsizlik bizim vardığımız sonuçların da test edilmesinin önünde kavi bir mani olarak karşımızda durur. Öyle ya nasıl bir yol-yordam izledik de zikrettiğimiz sonuca vardık? Ki, teste tabi tutan kişi yahut kişiler bir türlü bizim vardığımız sonuçlara varamamış oluyor? Yahut olsun?


Bunu müşahhas bir örnekle şöyle dillendirebiliriz; malum olduğu gibi hemen herkes suyun kaynama noktası bilgisini havidir. Ancak farklı coğrafyalarda –soğuk denizlerde, hava basıncının farklı olduğu yüksek ve alçak yerlerde- farklı olduğu gerçeğini unutmadan demeliyiz ki ‘sıcak denizlerde, deniz kıyısında su yüz derecede kaynar!’ suyun kaynama noktasının tespitini böyle bir yol ve yordam izleyerek elde ettiğimizi belirtmezsek bir Eskimo'nun yahut Himalaya’da mukim başka birinin bizimle aynı sonucu almayacağı ortadadır. Onların varacağı sonuç bizimkinden ayrımlı olacaktır. 


Öyle ise vardığımız sonucu hangi koşulların belirlediğini belirtmemiz elzemdir. Biz nasıl bir yöntem izlediğimizi belirttiğimizde, hangi koşulları öngörüp gerçekleştirerek o sonuca vardığımızı izhar ettiğimizde bizden başkası da –eğer fahiş bir yanılgıya düşmemiş ve dahi o yanılgıyı gözden ırak tutmamış isek- aynı sonuca varacaktır.

Yine yöntem bize incelememizde kullandığımız kavramların da işlevsel tanımını zorunlu kılacaktır. Eğer bir yönteme sahip olmaz, alelâde bir tavırla yaklaşırsak ister istemez kullandığımız kavramları sayıltılarımıza kurban ederiz. Malum olunduğu üzere kavramların herkes de aynı olmasını gerektirir bir zorunluluğu yoktur, hele ki hemen her meslekte –insanal etkinlikte- kavramlar hiç olmadığı farklı anlamlara sahiptir, biz bunu unutur, bizim yüklediğimiz anlamdan herkesin haberdar olduğu zehâbına kapılır öyle davranırsak, ki çoğu zaman bu hal üzre olunduğu kimseye saklı değildir, ki bu da içinden çıkılmaz, gereksiz münazaralara bizi duçâr kılıyor ve böylece bir meselenin hallini kendimize vazife kılmışken olmadık meselelerin insanlık alemine duhul etmesine vesile oluyoruz. 


Oysa tetebbu'nun gayesi bellidir; sorunlardan kurtulmak, karşılaştığımız sorunları berhava ederek insanın önünü açmak, eşyanın evsaf ve tabi olduğu kavânînlere ulaşmak böylece atâlet –süredurum anlamından uzak olarak- denen çürütücü, öldürücü, soldurucu halet-i ruhiyeden çıkışı sağlamaktır. 

İmdi denebilir ki, yöntem bize kavramların işlevsel tanımına niçin zorlasın? Zorlar, zira yöntemin ana karakterlerinden biri de müşkil olduğu kanaatiyle bir mevzuya yönelen kişiye bir iletişimi dikte etmesidir. Başkalarıyla iletişimsizlik bizim ne yaptığımızdan habersizliğe neden olur ki, bir sonuca varılıp varılmadığı müsavidir. Oysa biz bir farkındalığı sağlamak için tetebbu'a kalkışırız. Aksi taktirde ‘tut kelin perçeminden’ türü bir hamakâtın içinde debeleniriz de kimse bunun ayrımında olmadığı gibi kendimiz dahi farkında olmayız.




Cemal Çalık, 06.08.2018,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Deneme, Sözcüklerin Düş Hâli




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı