14 Nisan 2017 Cuma

SA4211/KY13-AO122: Cumhurbaşkanlığı ve Cumhur/Başkanlık Sistemi Üzerine

"Halk oy verecek ve sadece oy verdiği kişiyi sorumlu görecek. Sistem o kişinin önüne seçim, istikrarsızlık gibi şeyleri koyamayacak. Siyasete dolaysız değil, isterse oradan gelen biri olarak dolaylı müdahale edecek. Her şey açık, şeffaf olacak."


Türkiye, siyasal sistemde önemli bir değişiklik içeren hükümet olma modeli yani yürütmenin başbakandan alınarak cumhurbaşkanına verilmesi modelini 16 Nisan'da oylayacak. Eğer, seçmenler 18 maddeden oluşan bu kısmi anayasa değişikliğini kabul ederse artık bundan böyle devlet yönetiminde sorumluluk teke inecek ve halk tarafından seçilmiş olan cumhur-başkanının seçeceği hükümet yeni bir seçim dönemine kadar ülkeyi idare edecek.

Bu değişiklik ihtiyacını doğuran ana nedenler, geçmişten bugüne yürütmede iki başlılığın ortaya çıkması ve her iki erkin gücünü koruyabilecek ortamları oluşturmaya çalışırken zirvede kavgalar yaşanması, idarenin tıkanması, hükümetin kadrosunu oluşturmaktaki zorluğu ve sonuçta işlerin aksamasına yol açarak istikrarsızlıkların ortaya çıkması, ülkenin zarar görmesi ve sık sık seçimlerle karşı karşıya kalınması..

Şimdi bu yaşananları görmemek için demokrasi söylemlerine sığınmak sadece demagoji yapmaktan başka bir şey değil..

Demokrasi, Cumhurbaşkanı ile Başbakan'ın çekişmesi ve sonuçta ülkenin zarar görmesi, koalisyon kavgaları, sık sık seçimler yaşamak olarak algılanıyorsa önce böyle düşünenler algılarını değişmeliler..

İşin garibi bu doğrultuda demokrasi havariliği yapan bazı kesimlerin, aynı zamanda da Atatürkçülüğe sığınmış olmaları. Ne hikmetse bu kişiler Atatürk'ü her konuda yere göğe sığdıramazlar ,ancak Atatürk'ün iyi bir yönetim modeli için devlet başkanının güçlü bir modelle iş başında olup, bunun için siyasetin gücüne de sahip olması gerektiği gerçeğine göz kapatırlar.

Atatürk onca inkılâp yaparken neden bir çok batı ülkesinde olan çok partili, siyasi güçten arındırılmış modelleri baş tacı etmedi? Bunun cevabı, o günkü şartlarda güçlü, yürütmede çatışmadan uzak bir modelin zaruri olmasıydı. Yani devletin başında olan aynı zamanda güçlü bir yürütme gücüne de sahip olmalıydı. 

Bu model Atatürk'ten sonra da devam etti. Eğer İnönü aynı güce sahip olmasaydı, 2. dünya savaşı dönemini bu derece tartışmasız geçirebilir miydik? Belki de siyasal tartışmalar arasında savaşa girmek zorunda kalacaktık. İnönü'yü bizi savaşa sokmadığı için övenler, verdiği kararların gücünden kaynaklandığını neden dikkate almıyorlar.

Sadece bu iki dönem değil, sonraki dönemlerde gelen cumhurbaşkanları da arkalarındaki gücün etkisiyle o makama gelmişlerdir. Bu zaman zaman genel bir güç, zaman zaman siyasal bir güç, zaman zamanda derin/askeri güçler olmuştur. Yani her halükarda cumhurbaşkanlığı makamının güçle donanmış olması ana hedef görülmüştür, realite böyle işlemiştir. 

Bu durum tek parti dönemlerinde daha kolay bir şekilde elde edilirken, çok partili dönemlerde başka güçlerin desteğiyle bu makam güçlendirilmiştir. 

Şimdi bugüne kadar gelmiş geçmiş cumhurbaşkanlarına bakacak olursak;

  1. Atatürk (29.Ekim 1923-10 Kasım 1938) aynı zamanda CHP Genel başkanı
  2. İnönü (11 Kasım1938-22 Mayıs 1950) Aynı zamanda CHP Genel başkanı.
  3. Celal Bayar (22 Mayıs1950-27 Mayıs 1960) DP.den eski Başbakan-DP üyesi
  4. Cemal Gürsel (27 Mayıs 1960-2 Şubat 1966) darbeci, Hava Kuvvetleri Komutanı
  5. Cevdet Sunay (28 Mart 1966-28 Mart 1973) TSK Gen. kur.başkanı
  6. Fahri Korutürk (6 Nisan 1973-6 Nisan 1980) Deniz Kuvvetleri Komutanı (İ.S.Çağlayangil (6.Nis.1980-12 ey.1980) Görev süresi dolan Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün yerine cumhurbaşkanlığı görevine vekalet etti. Cumhuriyet Senatosu Başkanı ve A.P üyesi.
  7. Kenan Evren (12 Eylül 1980-9 Kasım 1989) Darbeci başı, TSK Gen.Krm. Başkanı
  8. Turgut Özal (9 Kasım 1989- 17 Nisan 1993) başbakan, Anap genel başkanı (Özal'ın ölümüyle cumhurbaşkanlığına vekalet eden Hüsamettin Cindoruk DYP gen. bşk.-Meclis başkanı)
  9. Süleyman Demirel (16 Mayıs 1993-16 Mayıs 2000) Başbakan,AP, DYP Gen. Başkanı
  10. Ahmet Necdet Sezer (16 Mayıs 2000-28 Ağustos 2007) Anayasa Mahkemesi Başkanı
  11. Abdullah Gül (28 Ağustos 2007-28 Ağustos 2014) Başbakan, Ak Parti kurucu üyesi
  12. Recep Tayyip Erdoğan (28.Ağustos 2014.....) Başbakan, Ak Parti Genel Başkanı

Bu tablodan da anlaşılabileceği gibi Cumhurbaşkanlığı yürütmenin en güçlü kişisi olarak görülmek istenmiş, tek parti döneminde Atatürk ve İnönü sadece Cumhurbaşkanlığını elde tutmayı zayıf bir idare görmüş, siyasetin toplum üzerindeki etkisini de göz önüne alarak bu gücü arkalarına almayı zaruri görmüşlerdir..

Sonraki dönemlerde ortaya çıkan darbe ve muhtıralar dönemlerinde de siyaseti kontrol altında tutmak isteyen zinde güçler kendilerine yakın gördükleri birini Cumhurbaşkanı yaptırmış ve böylece seçimle gelmiş siyasi iradeyi kontrol altına alarak ana gücün kendileri olduğunu tasdik ettirmişlerdir..

Buna karşılık, seçilen siviller de birer güçlü Cumhurbaşkanı olmak için siyaseten önemli görevlerden sonra bu makama gelmişler. Halkın siyasette kendilerine verdiği desteği arkalarına alarak güçlü olabileceklerine inanmışlardır.

Kısaca, Cumhurbaşkanlığı makamı sürekli yürütmenin en güçlü merkezi olarak görülmüştür. Tek parti döneminde bu elde edilebilmiş, sonraki dönemlerde güç kavgaları başlamış ve güçlü olan borusunu öttürmüştür..

Cumhurbaşkanı nasıl güçlü olur, güçlü olduğunda ne olur?

Eğer tek parti ile yönetilen bir dönemdeyseniz güçlü Cumhurbaşkanı siyaseten yapabileceklerini kolaylıkla yapar, önüne bu yönde hiçbir engel çıkmaz. Ülkeyi yasalara uygun, iyi şekilde yönetirse ülkenin refah seviyesi artar, insanlar yönetimden memnun kalır. Atatürk ve İnönü dönemiyle ilgili tartışmalar hep bu minvalde.

Derin güçlerin, askerlerin kontrolündeki Cumhurbaşkanları ne yapar? Bunlar da sivil iktidarın değil, kendisini oraya getiren güçlerin istekleri doğrultusunda kendi kadrosunu oluşturur, siyasi iktidarın icraatları buna uygunsa destekler, yoksa köstekler. Kösteklendiğinde krizler çıkar, hükümetler dağılır, sık sık seçimler olur, ihtilaller, muhtıralar yaşanır ve yine benzer ekiplerin iş başına gelmesi için uğraşılır.

Sivil Cumhurbaşkanları iş başına geldiğinde ise, bu Cumhurbaşkanları kendilerini hem derin güçlere karşı, hem de geldikleri siyasi yere karşı güçsüz görürler. Geldikleri yerdeki gücünün devam etmemesi halinde yönetmenin zor olacağını düşünerek belirli-belirsiz partilerinin içlerine el atarlar. 

Öyle ki, buradan eski partilerinin genel başkanlarını bile seçtirmeye kalkarlar, partiyi buradan yönetmek isterler. Eğer istedikleri olmazsa eski partilerine savaş açarlar. Bu kez karşılıklı olarak gerilimler tırmanır. Muhalefet, bu durumdan istifade ederek seçimleri dayatır. Hükümetler yıkılır, yenileri kurulur-kurulamaz. Yine muhtıra, darbe kapıya gelir vs.

Türkiye bütün bunları yaşadı ve sonunda hem idare sivilleşsin hem Cumhurbaşkanı siyasetin uzağında kalsın, hem de güçlü olsun diye Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi gerçekleştirildi. Sanıldı ki halk siyaseten önemsiz, siyasi geçmişi olmayan bir sivili Cumhurbaşkanı seçecek ve böylece bu kişi gerçek şekilde tarafsız biri olacak.

Bu değişiklikle birlikte eski başbakan., Ak parti genel başkanı Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi. Seçimle gelmiş Cumhurbaşkanı olarak yasaların kendine verdiği yetkileri kullandı. Art arda seçimler kazanmış biri olarak eski partisi üzerindeki gücü daha da arttı. Her ne kadar bu makam siyaseten tarafsız bilinse de böyle birinin siyasettten uzak durması mümkün değildi. Zira sadece kendisine karşı olanların değil, iktidara karşı olanların da karşısına dikildiği birinin bu işlere karışmaması demek kendi ipini çekmek anlamına gelirdi. 

Hepimiz biliyoruz ki Erdoğan'ın desteğiyle başbakan olan Davutoğlu, yine onun işaretiyle başbakanlığı bırakmış, yerine Erdoğan'ın desteğini alan Binali Yıldırım başbakan/genel başkan olmuştu.

SONUÇ; Tarafsız olduğu iddia edilen Cumhurbaşkanlığı makamı yürütmeyle güç çatışması yaşanan, devlet gücünü elde tutmak için kendince kadrolaşan, bu gücü artırmak için yürütmeye engel çıkaran bir odak olagelmiştir. Bu ise ülkeye ciddi zararlar vermiş ve sürekli darbe korkuları yaşanmıştır. 

Burada gücün elde toplanmak istenmesinin önemli nedenleri vardır zira yapan ve yıkan makam olarak burası tezahür etmektedir. Eğer bugün Erdoğan güçlü bir Cumhurbaşkanı olmasaydı darbe gerçekleşmişti. Ancak yine bu gücü nedeniyle Erdoğan başbakan değiştiren biri olarak yani yürütmeyi de elinde tutan biri olarak değerlendirilmektedir.

O halde fiili olanı reel hale getirmek ve ülkenin siyasi istikrarsızlıklara, çalkantılı dönemlere girmesinin önüne geçmek gerekmektedir.. Hele Cumhurbaşkanını halkın seçmesine karar verdikten sonra bu iyice kaçınılmaz hale gelmiştir..

Halk oy verecek ve sadece oy verdiği kişiyi sorumlu görecek. Sistem o kişinin önüne seçim, istikrarsızlık gibi şeyleri koyamayacak. Siyasete dolaysız değil, isterse oradan gelen biri olarak dolaylı müdahale edecek. Her şey açık, şeffaf olacak.

İşte bu referanduma sunulan bu 18 maddenin özü bu ve eğer bu değişim gerçekleşmezse Türkiye geçmişte yaşadıklarını daha şiddetli şekilde yaşayacak. Sonuçları ise geçmişten daha ağır olacak....




Adnan ONAY, 14.04.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar







Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı