31 Aralık 2016 Cumartesi

SA3814/KY26-CA104: Gitmek ve Kaçmak Aynı Şey Değil

“Bana Git De”, Handan Öztürk’ün 2008 yapımı Roz’un Sonbaharı’nın ardından yaptığı ikinci uzun metrajlı filmi. Öztürk aynı zamanda üretken bir belgesel yönetmeni, romancı ve yayıncı.


İsim en başından merak ettiriyor: “Bana git de.” Gitmekte zorlanan ancak kalmanın getireceği yozlaşmaya da tahammülü olamayan bir kuşağın serüvenini izleyeceğimizi ihsas ettiriyor Handan Öztürk’ün filmi. Molla Sadra’nın hareket teorisinin yeniden konuşulduğu bir dönemden geçiyor olmamız rastlantı olmasa gerek. Giderek daha acıklı bir şekilde ekranlara bağımlı hale geliyor, başkalarının çoğu zaman bir yanılsamaya yol açacak şekilde işlenen hikayelerinin uğultusunda kendi hayatlarımıza özgü imkan ve ihtimalleri çürütüyoruz. Beri taraftan Anadolu hâlâ alt-üst oluşların coğrafyası. Göçler, ilticalar, yersizlik yurtsuzluk hissi, toplumsal bünyenin sürekli yenilenmesi ve yeni sorulara yeni cevaplar aramak anlamına geliyor.

“Öylesine gidiyorum, kafama göre” diyor, başarılı bir gitarist olan Ali telefonda arkadaşına. Belirli bir hedeften ziyade yolun getireceklerine dair bir inancı hissettiriyor cevap. Sanat adına kurulmuş kastların taleplerinden ne kadar bezmiş olmalı ki, “öylesine gitme”ye bir anlam yükleyebilsin. “Dönebileceğim bir adrese sahip olsaydım bildiğim bütün kelimeleri unutmaya hazır olurdum” diyor ya Linken Park şarkısı… 

İstanbul şartlarından bunalan Ali, doğduğu topraklara doğru yol alıyor aslında. “Öylesine” şeklindeki niteleme, bunun kendisi için de bir sürpriz olması. Kendimizin doğusunu ne kadar tanımaya çalışıyoruz? Başarıyı ve mutluluğu doğduğumuz toprakların Batı’sında bir adreste aramayı öğretiyor bize verili kültür. Bu nedenle belki de küfür gibi bir şeydi konformizm, gençlik çağlarımızda. Sahte veya gerçek zaferlerin ertelediği sayısız soru ayaklarımıza dolanmıyor mu hala? 80 kuşağının alışkanlıklarında yerleşip kalma, kapitalizm tarafından sakatlanarak mutileşme korkusu genç kuşaklar tarafından yeniden yorumlanıyor. Ali sahihlik arayışı için yola düşerken, genç bir şarkıcı olan Leyal adeta can havliyle İstanbul’a doğru bir kaçış gerçekleştiriyor. Yaşlı bir adamla zorla evlendirilmesinin ardından kurtuluşu kaçmakta buluyor Leyal. İki gencin arayışı bir yerde kesişiyor.

Filme hakim olan bir diğer tema, “değişim.” Steril kent yaşantılarının kendilerine biçtiği muhafazayı aşmaya çalışan gençler gibi, önlerine çıkarılan feodal kabullere “yazgı” diye itaat etmeleri beklenen gençler de, “başka türlü olabilir” düşüncesiyle yollara düşüyor.

Kuşaklar arasındaki uçurumlara karşılık, açık örtük bütün toplumu kuşatma altına alan başarı ve mutluluk mitlerine dönük bir sorgulamayla ilerliyor film. Sanat ve sosyal cinsiyet alanlarında oluşmuş hegemonyaların baskısına karşı itirazı duyuran sesler eşlik ediyor ana hikayeye. Felsefi göndermeler, Yeşilçam sinemasını hatırlatan afişten filme yayılan melodram ifadeleriyle yumuşatılmak istenmiş gibi geliyor, akış içinde. Filmin kahramanları, bir alt üst oluş sırasında kendilerine telkin edilen hayata razı olmayan gençler. Gitmek bu anlamda bir rıza arayışının da biricik çözümüne dönüşüyor.

Yolun ve aramanın önemine inandıran başka filmler de gördüm bu son yıllarda. Kamil Koç’un Yapımı “Asfalt Çiçekleri’nde (2014) sanatçıyı yollara düşüren, kente mahkumiyetle ilgili karamsar yargı karşısında bir ülkünün vaat ettiği müjdelerdir.

Ali’nin ve Leyal’in bir tür kayboluş içinde görece doğru ve tutarlı bir hayata erişme çabası şu soruları öne çıkarıyor: Hangi sebeple vazgeçmeye hakkımız olabilir ya da kim, hangi sebeple yolculuğunu sürdürebilir… “Coğrafya kaderdir” diyoruz sıklıkla, İbni Haldun ismine dayanarak; bazen kendi yargılarımızı mazur göstermek için. Üşengeçliğimizi ve tembelliğimizi de kadere yoruyoruz oysa.

Yolculuk bitmez tabii ve hiçbir zaman “tamam, oldu” diyemezsin. Dünyanın tümüyle yapılıp verilmiş bir gerçeklik değil, yaratılması süren bir eser olması hususu üzerinde dururken, bunu bir çocuğa veya büyüğe öğretmekten daha devrimci bir eğitim bulunamayacağını belirtir Garaudy. Böyle bir eğitimi de felsefeciler değil, sanatçılar gerçekleştirebilirler. Sanat bu anlamda durup dinlenmeden aramanın yöntemi. Sanatçı ise ister istemez, “tamam işte, bu kadar” dememesi gereken kişi.

Babaannesinin sesi takip ediyor Ali’yi: “Ararsan bir gün ölümsüzlüğün şarkısını bulursun.” Sonra Leyal’ın Arapça şarkısında şu cümle çarpıyor yüzümüze: “O her şeyi öğrendiğinde beni bıraktı.” Saf, boşluksuz, her şeyi göze almaya hazır bir aşk, bir adanış imkansız mı? Yollarda öğrenir insan sahici veya sahte olan arasındaki farkı. Kendini aramak üzere yüklerinden arınmaya çalışan Ali, hiç beklemediği şekilde bir başka bilincin sorumluluğunu üzerine alıyor. Bu sorumluluğun gereğine uygun davrandığı için de yolculuğu onu aradığına götürebilir; buna ihtimal veriyoruz.

Güvenilir ve sağlam olanın tarifi ayağınıza gelmiyor, peşine düşmeniz gerek. Beri taraftan bir şarkının peşine düşen Ali’nin yolculuğu, kaçmaya çalıştığımız hayatın bizi esir alan yanlarını yanımızda taşıdığımız sürece, aradığımız müziğe ulaşamayacağımızın da uyarılarını sunuyor bize. Niyetini değiştirmiyorsan, yola çıkmış sayılmazsın.

Gitme yolları sonsuz, orası öyle. Hafız divanını Rüknabad suyunun seyrinde yazmış. Kuş Zehra karakteri, durduğu yerde giden bir kadını gösteriyor; hiç de engeline takılmadan. Bunu mümkün kılan ise kuşkusuz, eşin şeksiz şüphesiz dostluğu. Leyal’in evliliğinden kaçması, bunun bilinciyle de açıklanabilir. Şarkılarını dinliyorsunuz, ancak onun kendine ait sesini geliştirmesine izin vermeyebilirdiniz, diye yazmıştım bir yerde. Beri taraftan, Leyal filmin iki önemli karakterinden biri, ancak yeteri kadar sahih gelmiyor isyanı veya tutkusu. Avrupa’da şarkıcılık deneyimine sahipken “töre baskısı”yla bir evlilik yaptığına inanmamız için de annesi ve akrabalarının anlattığının ötesinde ayrıntılar sunulmalıydı seyirciye.

“Bana Git De”, Handan Öztürk’ün 2008 yapımı Roz’un Sonbaharı’nın ardından yaptığı ikinci uzun metrajlı filmi. Öztürk aynı zamanda üretken bir belgesel yönetmeni, romancı ve yayıncı. Ağzı Var Dili Yok Şehrazat isimli öykü kitabım onun kurduğu Gala Yayınları’nda yayımlanmıştı 2001’de. Bir kadın yönetmenin nasıl tutkulu ve ısrarlı olması gerektiğini öğreten disiplinini gözlemliyorum yıllardır Handan’ın. Bir eseri var etmek, buna yıllarını vermek de yola düşme cesaretiyle ilgili kuşkusuz. “Bana git de”, yola çıkma zamanını kaçırmama üzerine bir uyarının filmi de…



Cihan Aktaş, 31.12.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 




Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015

Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat:


Seçkin Deniz Twitter Akışı