16 Temmuz 2016 Cumartesi

SA3180/KY26-CA64: Park, İftar ve Nikâh

"Hiyerarşik yapılar, sınıfsal alışkanlıklar ve prosedürler Ramazanın parka koyduğu kurallar içinde askıya alınırken kesimler arasındaki mesafe görünmez hale geliyor. Hayat olağan akışından koparken nefis tezkiyesinin etkisiyle oluşan saflık, horgörü ve kabalığa izin vermeyen bir neşeye yol açıyor." 


Yine parktayız. Son üç yıldır Ramazan boyunca iftarları yapabildiğimiz kadarıyla Maltepe Parkı’nda geçiriyoruz. Aile ve eş dostun bir araya gelmesi için daha uygun bir ortam düşünülemez. Denizin kenarındasın ve bebekler çimde yuvarlanıyor, çocuklar top oynuyor, kaykay yapıyor…

Sadece bu yakanın değil, İstanbul’un da değil, dünyanın en büyük parkı olduğu söyleniyor. 2013’te, 1 milyon 200 metrekarelik alanda dolgu üzerinde başlatılan ve bir bakıma yapımı devam eden devasa bir park bu. Dolgu olması düşündürüyor tabii. Büyüklüğü tasarımda abartıyı da getiriyor yanı sıra.
Fakat üç senedir, özellikle Ramazan ayı boyunca şunu görüyorum: Her kesimden aileler piknik sepetleriyle buraya koşuyorlar. Aynı aileler sıcak Ramazan gecelerini daha önce nerede geçiriyorlardı acaba?

İstanbul tarihi olarak mesire toplanmalarına açık olmuş, ama işte böylesine bir park kültüründen yoksun bir şehirdi. Maltepe Park bu açıdan yeni bir dönemi işaret eden bir örnek. Bir tarafta parkın kültür merkezinden gelen tiyatro sesleri, diğer tarafta çocukların neşeli çığlıkları… Göğün henüz sarı kızıl pırıltılar yaydığı anlarda park müdavimlerinin oluşturduğu bir dua sessizliği var ki kalbini yatıştırıyor insanın.

Burası dolgu bir park; yapılırken benim de kuşkularım vardı. Daha önce yazdım, şimdi daha da açık görünüyor: Kurumların layıkıyla yetemediği kesimlere hizmet verdiği muhakkak. Halkın bir bölümü şehrin güzelliklerinden zaten yararlanırken, daha geniş bir nüfus evlerinde kapalı yaşıyor.

İstanbul’da hiç deniz görmemiş on binlerce kadın olduğunu okumuştum 1990’larda. Refah’lı belediyeler, bu kadınları Boğaz turlarına çıkarırdı. Hâlâ benzeri mağduriyeti yaşayan yüz binlerden söz ediliyor. Dolgu Park fikri insanı rahatsız ediyor. 

Metaforik olarak sanki, İstanbul’a sahici anlamda yerleşememiş yüz binler hatta milyonlar ancak ilave bir zeminde şehre özgü güzellikleri fark etme şansına sahip olabilirlerdi. Gün batımında adaları çimenlere uzanarak izleyen aileler, denizin gönderdiği esintiyle serinlerken akıyor zaman. Ezan okunurken belli belirsiz dualar yükseliyor. Tabiatın içinde nimetin şükrü aydınlatıyor yüzleri. Selamlaşıyor, paylaşıyor, iş bölümü yapıyor, anlayışla karşılıyoruz.

Bu duyarlığın bir arka planı var: Maltepe sahili iftarlarını birkaç yıl öncesine kadar Mek-Der (Maltepe Kültür ve Eğitim Derneği) düzenliyordu. Hazır hiçbir şey yoktu, çimlik alan ve manzara dışında.Yerlere yaygılar serilirdi. Sade bir iftar olur, sohbete vakit ayrılırdı. 

Çok daha geriye gidildiğinde MTTB’nin mesire tarzı toplanmaları geliyor akla. Genellikle Adalar’da veya Anadolu Hisarı kıyılarında olurdu, ağabeyim ve erkek kardeşim katılırdı, kadınların bu tür etkinlik organizasyonlarında yeri yoktu henüz. Zamanla kadınlar da dahil edildiler. Teknelerle Anadoluhisarı tarafına gittiğimiz bir pikniği hatırlıyorum. Organizasyon hemen hemen kusursuzdu. Maltepe Park’ın şenlikli havasında bütün bu tecrübelerin etkisini fark ediyorum.

Park bir taraftan yapılırken halka açıldığı için aksaklıklar yaşanmıyor değil. Kaykay alanı bir problem nedeniyle kapatılmıştı. Kıyı şeridindeki yürüyüş yolun zemini ise yağmur yağdığında kaymaya sebep oluyor; önceki gelişlerimde fark etmiştim. Süslemeleri bazen abartılı, dolgu ise netliğiyle fazla yapay. Fakat işte bu şenlikli ortamda bir araya geldik. Üstelik birazdan bir nikah kıyılacak soframızda.

***

Sözünü ettiğim “İmam nikahı.” Nikah sadece nikahtır tabii. Hukuku kayda alan nikah ve mehir ise özellikle mustazaf kadınlar için zorunlu. Ekonomik ve sosyal açıdan donanımsız kadınların “imam nikâhı” gerekçesiyle öne sürülen bir evliliğin mağduru olmamaları sadece şansa bakıyor. 

Parktaki nikâhın tarafları, resmi nikahın öncesinde dualarla başlatmak istediler evlilik bağını. Genç kız gazeteci, nişanlısı hurda ıslahı alanında çalışıyor. Nikahı aile büyüklerinden biri kıydı, Furkan Suresinin 74. ayeti eşliğinde: “Ve onlar ki: ‘Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl’ derler.”

Evlenmek için aşk değilse de sevgi, sempati çok önemli. Aşk genç kızlar için özellikle, büyülü, özveriye değer, niteliği kapılmadan tutkuya değişiklik gösteren bir hâl. Gelgelelim aşkın büyüsü ile evliliğin disiplini arasında zıtlıklar var. Her zaman Oscar Wilde’ın sözünü hatırlatıyorum: “Yirmi yıllık aşk kadını bir harabeye, yirmi yıllık evlilik ise devlet dairesine çevirir.” 

Ne harabe olalım ne devlet dairesi. Ancak hislerimizin kıymetini bilmekle mahremiyet arasında bir bağ var. Aile büyüğü bu nedenle “saygı” kavramı üzerinde durdu. “Saygı olmadığında evlilik yozlaşabilir, buna karşılık saygının varlığıyla birlikte aşkı getirmesi de sürpriz olmaz.”

Nikahın ardından mehir faslına geçildi. Günümüzün İslam toplumlarında çok aşırı rakamlara ulaştığını bildiğim "Mehir", esasında zayıf kadınlara güvence sağlamaya dönük bir taleptir. Çiftleri evlilik sonrası edineceği mal ve mülkte ortak haklara sahip kılan düzenlemelerin ardından mehir, miktarı üzerine yeniden düşünülmesi gereken bir hak. Kızlarımızı mehir talebini abartmayacak nitelikleri haiz olacak şekilde yetiştirmeliyiz.

***

Nikah kıyıldı, şenlik nerede diye sorulabilir. Park özellikle ramazanda şenlikli bir mesire havası sunuyor zaten. Mangal yok bu alanda; ileride özel bir yer tahsis edilecekmiş galiba. Baloncular, kağıt helvacılar dolaşıyor ortalıkta. Sahil yolunda seyyar çay tezgâhları var. Çocuklar kedilerle yarışıyor, gençler voleybol oynuyor, komşu komşuya evden getirdiği zeytinyağlı sarmadan ikrâm ediyor. Biri dua okuyor, biri alçak perdeden türkü mırıldanıyor, salondan müzik sesi yükseliyor, ara yollarda serbest konserler icra ediliyor. 

Oruç tutanlar var, tutmayanlar da… Kimse rahatsız etme ve edilme gözüyle bakmıyor; toprak ve çimlik alanın sağladığı bir ortaklaşma temayülü var. Biri seccade sermiş yere, diğeri evden alçak sofra getirmiş. Suriyelilerimiz var, misafir ve şahit. Manzarası kapatılan yaşlılar, daracık balkonlarda oyunlar kurarken gökyüzüne uzanmaya çalışan Sezai Karakoç çocukları, toprağa ayak basamayan emekçiler…

Ortaklaşa katılım alanlarının azaldığı bir dönemde böylesine bir kaynaşma, mekâna özgü soruları geri plana iten bir etki uyandırıyor. Şehrin kadim dokusunun sunamadığı ilgi ve muaşereti, şenliği ve coşkuyu metropolün dolgu parkı sundu halka. Ramazan içinde, hafta sonlarında bazı aileler sahur vaktini de burada geçirdiler.

Eskiden televizyonlarda Ramazan eğlencesi içerikli programlar gösterilirdi. Nurhan Damcıoğlu kanto yapardı bu programlarda, nedense… Bir izleyicisi vardı kuşkusuz; 19. Yüzyıldaki Direklerarası eğlencelerinin çizgisini takip ederdi. Ramazanın ruhuna uygun olduğu tartışmalara konu olurdu. Birçok kez babamla tartıştığımı hatırlıyorum; “radikal” yıllarım. 

Şimdiki dönemde ise Osmanlı imgeleri ağırlık kazanıyor ekranlarda ve bazen de güya tasavvuf adına ucu bucağı belirsiz bir mistisizm. Kuşkusuz aklı başında programlar da eksik değil. Son tahlilde amaç Ramazan’ın anlamını idrak değil mi? Ay geçtikten sonra bakalım neler değişti toplumsal bünyemizde. Her şeyi, ama her şeyi hırsla istiyor ve alıyor, bunu da gösteriş içinde sergiliyorsak, bedelini bir yerlerde mustazaflar kanıyla canıyla ödüyor.

Mesire Ramazanı herkesi aynı düzlemde bir araya getiriyor. Geniş ailelerin unsurları park iftarında buluşuyorlar. Vakit yaklaşırken oluşan heyecanlı sessizlik herkesi kuşatıyor. Burada insanlar, oruçlu veya oruçsuz ibadete bir yerinden katılarak, dua ve ikramı da katarak eğlenceyi sevince ve neşeye çeviriyor. Bahtin olsa, “karnaval”a benzetir, “devrimci ve özgürleştirici” derdi; ihtilafları askıya alan ve insana özgü, irade ve azimle, temizlikle, hakkaniyet arayışıyla ilgili başka türlü bir kavrayış ve hareket ortaya çıkıyor çünkü. 

Hiyerarşik yapılar, sınıfsal alışkanlıklar ve prosedürler Ramazanın parka koyduğu kurallar içinde askıya alınırken kesimler arasındaki mesafe görünmez hale geliyor. Hayat olağan akışından koparken nefis tezkiyesinin etkisiyle oluşan saflık, horgörü ve kabalığa izin vermeyen bir neşeye yol açıyor. 

Zengin de burada yoksul da, patron ve işçi yan yana geldi, İslamcı olduğunu söyleyen de var soframızda, laik olduğunu söyleyen de. Değerler ve konumların sıra düzeni karıştı, muhtemelen eski düzende farkına varamadığımız birkaç yanlışlık vardı; bakalım kim nasıl bir ders çıkaracak? Sonra yine ezan okundu, aynı çimin üzerinde secdeye vardık. Birbirimize çay ve güllaç ikram ettik ve sahil yolunda yürüyüşe çıktık.


Cihan Aktaş, 16.07.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 




Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015


Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:

Seçkin Deniz Twitter Akışı