28 Nisan 2016 Perşembe

SA2813/KY1-CÇ239: Bir Anlık Kuşku

"Ve saklamıştı ve saklamaktaydı ve şimdi elbet kadından da saklayacaktı ve nasıl şimdiye kadar saklamışsa öyle saklayacaktı ve sakladı da. Ve fakat bir suçlu bulması gerektiği de apaçıktı. Yoksa bu yük hep sırtında kalacaktı."


"Ay Ekrem!", dedi kadın. "Bazen çok kırıcı oluyorsun!"

Kendisine seslenildiğini, sözün muhatabının kendisi olduğunu anlamayacak kadar kendini kaybetmemiş olduğunun ayırdında olan adam, adının Ekrem olup olmadığından bir an kuşkuya düştüğünün de ayırdındaydı. Kadının bunu bilmesini istemedi. 

Bir suçlamayla karşı karşıyaydı her hangi bir yanıt salt bir refleks, ani bir tepki olarak anlaşılacağından her hangi bir yanıt vermektense biraz düşünüp öyle yanıt vermeye karar verdi, adının Ekrem olduğunu elbet biliyordu adam. Bir anlık bir kuşku onda her hangi bir şaşkınlığa neden olmadığı için kadının onun şaşırdığından kuşkulanmasına neden olacak bir davranışta bulunması gereksizdi. 

Kadının şaşırıp şaşırmadığını sorsa –kendisinin suskunluğundan ötürü kaynaklanan bir şaşkınlıktan söz ediliyor burada- kadın şaşırmadığı halde şaşırabilirdi. Bu yüzden sormadı, sormaya gerek duymadı, sorulacak bir soru olarak durmadığı ortadaydı. Sorsa bir anlamı olmazdı. 

Ekrem tam da “sorsam mı sormasam mı” diye bir ikileme düşmüşken kendisini yoklamaya gelen bir huzursuzluğu –ki bu huzursuzluğun oldukça baştan çıkarıcı olduğunu anlıyordu, işbu anlayışın temeli önceki deneyimlerine dayanıyordu, yani oldukça güçlü bir temeli olduğu açıktı- sezdiğinde,“Beyan edenin kendisini, kendini gösterirken ayan olmayana..” diye bir tümce neredeyse bütün varlığıyla ortaya çıkacaktı ki “Kendine gel Ekrem!” dedi kendi kendine adam. 

Ayak seslerini duyduğu ve bütün benliğiyle kendisini irkilten bu tümce kuşkusuz yersizdi. Bu tümce zaman ve zemin için uygun olmadığı gibi kadının suçlamasına karşı bir savunu da değildi. Olmazdı, olmayacaktı, olamazdı da. Kadının suçlaması karşısında suskunluğun bir anlamı olmadığı gibi. 

-Suskunluğun kadını susturacağına ilişkin her hangi bir im olmadığını da burada belirtmekte yarar var. O kadar ki adının Ekrem olduğundan zerre kuşkusu olmayan adam bu durumdan da zerre kadar kuşku duymuyordu. Bu durumun birçok kere yaşanmış bir şey olduğu aşikârdı. Yoksa ne diye kuşku duymasın ki? 

Bu minvalde nicesiyle karşılaştığı daha dün gibi aklındaydı adamın. Adam suçlamaya karşı bir suçlamada bulunmanın da bir sonuç vermeyeceğini çok iyi biliyordu. Bu bilgi hem ussal bir bilgiydi, hem sezgisel, hem de deneysel. Hani salt bir tek kaynaklı bir bilgi olsa belki kuşkulanırdı adam sonuç vermeyeceği yargısından. Ve fakat bunca büyük, bunca kapsamlı bir bilgiden niye kuşkulanılsın? Meğer ki bir başka bilgi kaynağı daha olsun ve o bu bilgiyi kapsama alanı dışında bıraksın. Tanrı tanığımızdır ki böyle bir durum yok. Adam bunu bütün yalınlığı ve de çıplaklığıyla görüyordu. Karşı suçlamanın hiçbir anlamı olmazdı. Bunu şu an kadının gözlerinde bile görüyordu. Bu durumla ilgili her şey o çipil gözlerde apaçık ortadaydı. Görünüşü biraz kamburumsu olsa da çipil gözlerde apaçık ortada olan. 

Başka bir şey de gelmiyor gibiydi usuna adamın. Gelmemesi doğaldı. Henüz hazır değildi. Belli bir takım evreleri aşmadan her hangi bir edimde bulunmanın hiçliğini adam çoktan öğrenmişti bile. Bu öğrenme yaşla ilgili bir şeydi kuşkusuz. Yoksa Ekrem’i bir takım üstün meziyetler sahibi biri olarak tanıtmak gibi bir amacımız yok. Ekrem her ölümlü gibi sıradandı. Ulu orta yellenmiş olmasa da öyle bir istek duymadığı söylenemezdi. Hayır, yani öyle bir istek duyduğunu söylemiş de değiliz. Tanrı korusun söyleyecek de değiliz. Kimbilir belki öyle bir isteği duymuştur da kendinden bile saklamıştır. Hani şimdi burada şuanda adamı terapi koltuğuna yatırıp bilinç altına dalıp öğrensek de ne işimize yarar? Hem o bilinçaltında nelerle karşılaşacağımıza dair en küçük bir bilgi kırıntımız da yok. Ya hiç bilmeden, hiç düşünmeden, hiç sezmeden, hiç öndeyimiz olmadan, hiç istemediğimiz halde Pandoranın kutusunu açmış olursak? Kuşkusuz böyle bir tehlike vardır. Yani olmalıdır. Hani sonuçta Ekrem de sıradan bir insan. Sıradanlığını süsleyip püsleyip beş çaylarına götürmüşlüğü yoksa da akıl almaz meziyetlerle giyinik biri olmadığını da biliyoruz. Ulu orta onca insanın içinde yellenmemiş olmasının Ekrem’e kazandırdığıyla gizlediklerinin –hatta kendisinden bile gizlediklerinin- ortaya saçılmasıyla kaybettirecekleri bize nakabil-i kıyas görünüyor. 

Bu kıyasın olmazlığını Ekrem’in kedisi de onaylayacaktır. Onaylamasa, onaylamadığı haberini alırsak bunu bildirmekten de çekinmeyiz. En nihayetinde böyle bir isteğin –kalabalık içinde kendini gizleyerek yellenme isteğinin- gizil olarak varlığından söz edebiliriz, bu söz edişimizin kaynağı Ekrem’in de sıradan bir insan olduğunun göz önünde bulundurulması gerektiğidir, tanrı korusun, bu es geçilirse, yani sıradanlığı es geçilirse işler hepten karışacaktı. Ekrem’e bir inziva yeri bulmak, sonra oradan –bu bir dağ başında bir mağara olabilir- elinde bir asa ile kent meydanlarına indirme gerekecek bu da zaman kaybettirecektir bize. Tam bu anda Ekrem hala çekinceler içinde kıvranmaya benzer bir davranış sergilemekten  uzak duruyordu ve durmanın yollarını da kolaylıkla buluyordu.-

Eğer yağmur yağmamış olsa, yağmıyor olsa belki de o çekinceler içinde bunalmayacaktı. Dün birkaç yıl önce kurduğu damlama sistemini çalıştırmış tüm bahçeyi sulamıştı ve sanki onun bu eyleminin anlamsızlığını göstermek –hatta şu an kadının yaptığı gibi- ya da suçlamak için yağıyordu yağmur ve ister istemez çekinceler içinde bırakıyordu adamı. 

-Yine de Ekrem’in çabucak bu çekincelerden sıyrılacağını bildiğini itiraf edelim. Hani kimileri şimdi bu adamı vurdumduymaz olarak tesmiye edecektir. Fakat tanrı inandırsın vurdumduymazlığına tanık olmuş birini de tanıyor değiliz. Kanaatimizce Ekrem hakkında verilecek vurdumduymaz kararı pek yerli yerinde durmayacak gibi.-

Ekrem başını kaldırıp kadına bakmayı düşündü bir an. O an henüz bitmemişti ve Ekrem de kararına bir kesinlik katmamıştı. Kestiremiyordu. Tanrı inandırsın neyi kestirmesi gerektiğine ilişkin bir bilgisi de yoktu. 

Bütün bunlar yağmurun suçu muydu? Yoksa dün bahçeyi sulama düşüncesini veren şey –her ne ise- miydi suçlu olan? İkisinden birini seçmekle mükellef tutulsa hangisini seçerdi? Hangisi daha baskındı? Hangisi daha yakındı? Hangisi daha uygun düşerdi? Hangisi daha inandırıcıydı? Hangisi daha kesindi? Hangisi daha keskindi? Hangisi daha açıktı? Hangisi daha kapsamlıydı? Hangisi daha sakınımlıydı? Hangisi daha gerçekçiydi? Hangisi daha oturaklıydı? Hangisi daha içselleştirilebilirdi? Hangisi daha varsıl bir içerikteydi? Hangisi daha bir.. 

Bütün bunları hızlı hızlı aklından geçiriyor böylece başını kaldırıp kadına bakmayı düşündüğü o anın bitmesine gayret ediyordu. Elinden gelenin en iyisini yaparak yapıyordu bunu. O an bitse belki başını kaldırıp bakacak ve bir yanıt verecekti kadının “Bazen çok kırıcı oluyorsun!” suçlamasına. 

Arada bir hızdan ötürü tökezlese de vazgeçmeye niyeti yoktu. En iyisi bir suçlu bulmalıydı ve elbet bulacağı suçlu kadından uzakta bir suçlu olmalıydı. Kadınla en ufacık bir ilinti kurulamamalıydı. Kadını imleyecek en uzak bir iz dahi olmamalıydı. Öyle bir suçlu bulmalıydı ki hem şu anki suçlamayı düşürsün hem geçmişte yapılmış tüm suçlamaları düşürsün, hem de gelecekte olası tüm suçlamalar da daha gerçekleşmeden kadük olsun. Bunu bulması zorunluydu. 

Ekrem bu zorunluluk altında inlemeye başlayacaktı ki tuttu kendini. Bir yükün altında olduğunun bilinmesini istemezdi Ekrem. Hem sevmezdi de. Bir yükün altına girdiğinde akıl almaz derecede çirkinleştiğini düşünürdü Ekrem. Salt düşünceden ibaret değildi elbet bu. Kendisini elli kiloluk şeker çuvalını sırtlamış götürürken görmüştü boy aynasında. Ve görür görmez şeker çuvalını atmıştı sırtından ve “ayağım kaydı!” demişti koşup yanına gelenlere. 

Bu arada –yani şeker çuvalıyla birlikte kendini yere attığı anda- “Ne oldu? Belini mi incittin?” soruları bir bir ardına sıralanmıştı ve gerçeği söyleyememişti sorguçlara. Ve diyememişti “Yük insanı çirkinleştiriyor gördüm aynada!” 

Ve saklamıştı ve saklamaktaydı ve şimdi elbet kadından da saklayacaktı ve nasıl şimdiye kadar saklamışsa öyle saklayacaktı ve sakladı da. Ve fakat bir suçlu bulması gerektiği de apaçıktı. Yoksa bu yük hep sırtında kalacaktı. 

Ayağa kalktı bir adım attı yere düştü. Kadın koşarak gelip başına dikildi adamın elinden tuttu çığlık çığlığa “Ne oldu kuzum?” diye haykırdı. 

Ekrem yüzünü ekşitip acıklı bir sesle “Ayağım kaydı!” dedi. Kadının yüzüne kuşkuyla bakmayı ihmal etmeden.



Cemal Çalık, 28.04.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları


Seçkin Deniz Twitter Akışı