2 Ocak 2016 Cumartesi

SA2285/KY27-ŞT35: ‘İlk Atlas’tan ‘Yeni Başlayanlar için Metafizik’e Bir Yol

"Bütün bu ilk ve temel sözüne bağlı, kitleden uzak insana ve topluma yakın haliyle, şairlikten önce şiiri önemseyen ama şiire de kayıtsız şartsız bağlanmayan Cahit Koytak, Cahit Koytak’ın şiirini değil Cahit Koytak şiirini yazmaktadır diyebiliriz."


Cahit Koytak’ın şiir yolculuğunda en dikkati çeken şey, hiç karışmadan uzayıp giden bir yolu sürekli takip etmesi. Bundan da öte, şiirinin uzayıp giden bölümlenmiş serüveninde kendiliğinden gelen yapısal deneyişlerle ilk elde ortaya koyduğu poetik kavrayış arasında da hemen hemen hiç bir ayrışmanın olmayışı. 

O kadar ki, sözgelimi sürüp giden ve ardı ardına geleceğini bildiğimiz kitapların tümünü okumadan, herhangi bir kitabın bir yerinde durup Cahit Koytak şiirini yanıltıcı bir tekdüzelik içinde görmek bile mümkün. Bu hali tam yerinde ve sağlamca geçebilmek ve hem şiirin hem de yolun farkına varabilmek için işte tam da, o herhangi bir kitabın bir yerinde durup konuşmaktan öte, geriye dönüp gelinen yola bir daha bakmak, hangi dönemeçte, hangi kıvrımda, hangi dolayımda, hangi taşların işaretlenip bırakıldığına çok içten bir ilgiyle bir daha, bir daha bakmak gerekiyor. 

Bu bakımdan Cahit Koytak şiirini biraz da zorunlu bir biçimde döne döne okumak gerekiyor diyebiliriz. Bunu böyle yapmak gerekiyor, çünkü bu şiir büyük ölçüde de kendi döne döne yazılmışlığıyla bu çaba ve ilgiyi hak ediyor.

Cahit Koytak’ı ve şiirini böyle ayrıcalıklı bir boyuta taşıyan şeyi onun hem kendi şiirine hem de günümüz şiirine bakışında dikkati çeken oldukça katmanlı bir ‘ilk’ ve ‘temel’ söz arayışında görmek mümkün. Bu bakımdan Cahit Koytak’ı sürekli aynı ama bir o kadar da geniş bir söz ikliminde gezip dolaşan, bu iklimde sorular soran, kendince cevaplar arayan ama yolculuğunu, ilk sözünden hiç caymadan ve vazgeçmeden sürdüren bir şair olarak değerlendirmek gerekiyor.

Bu durumun, onu, bir yandan gündeliğin içinde ‘kendi başına’ bir şiirsel duruşu sürdürmeye yönlendirirken bir yandan da bu şiirselliğin kökenlerini açık edercesine bir sayım döküm çabasına götürüşü ise hayli ilginç ve düşündürücü bir içerik taşıyor.

Sözgelimi; çokça uzun ve detaylı şiir yolculuğunda çıktığı basamakları seyrederken, birden bire durup; “Çıraklıktan Ustalığa/Basamak Basamak/Akla takılan sorular şunlar/ Sanat bir bütünlük rüyası mı?/ Sanat bir bütünlük arayışı mı?/ Sanat bir bütünlük niyazı mı?..”. diyor mesela ve biz onun bu deyişinden elde ettiğimiz oldukça ciddi bu soru dizgesi üzerinde tıpkı onun, hem bize hem de kendisine soruşuna benzer biçimde hem kendimize hem de çevremize soruyoruz: Sahi, sanat ilkin bir çırak gibi bir bütünlüğün rüyasını görmek midir yoksa bir kalfa gibi gördüğü rüyadan uyanarak bir bütünlük arayışına çıkmak ya da bir usta gibi durduğu yerde durup ancak ve sadece bir bütünlük niyazında bulunabileceğini öğrenmek midir ?..

İşte bizi, Cahit Koytak şiirini bir kere daha ve daha derinlemesine okumaya iten şey, büyük ölçüde de, bu gelmiş olduğu yerdeki kendi gerçeğine yönelik, sağlam iz sürüşü ve şiirin ve şairin geçirdiği evrelere içkin bu kendilik bilgisidir. O kadar ki, artık sanatı bir ‘niyaz’ olarak görme noktasındaki şairin daha en başında içine girdiği ‘rüya’ ve ‘arayış’ dizgesindeyken bile nereye giderse gitsin neyi bulacağını bilen böylesine bir sesin emniyetiyle konuşması da işte bu bilgiyi ele vermektedir. İşte bu yüzden de Cahit Koytak’ı okurken bu kendilik bilgisiyle gelen ve her bakımdan emniyet içinde yazılmış şiiri aynı emniyet içinde durarak okuyoruz.

Cahit Koytak şiirindeki bu emniyetten yola çıkarak şunu söylemek mümkün; bu şiirde bir arayışın çok ötesinde, bir arzu olarak ‘anlam’ın ayrı bir yeri var. Bu yüzden de bu şiirde yerleri oldukça iyi hesaplanmış somut anlamlar kadar, görüntüsel boyutlardaki bir anlamın da sürekli dikkati çekiyor oluşu şaşırtıcı değil.

Bu halleriyle özellikle İlk Atlas’ta görülen ve daha sonra hemen tümü dergilerde yer alan bu şiirler, ilk bakışta bireysel olandan toplumsala doğru genişleyen bir ‘anlam arzusuyla’ yazılan ve tıpkı genişlemesi istenilen anlam kadar geniş bir topluluğa seslenmeyi de amaçlayan diskura meyyal şiirler gibi görünürler. Oysa sesli okunduklarında şairin topluluktan önce kendine ve diğer insan kardeşlerine söylediği, diskurdan da öte diskura uzak durduğu kadar diskura tuzaklar kuran bir şiir çıkar karşımıza.

Bu diskurla az çok ilintili ama bir o kadar da temkinli ve ölçülü bir tarzla yazılmış şiirlerin bir başka özelliği de okurunu ‘kitle’ haline getirmeden ama son tahlilde bir topluluk halinde belirleyen bir yeni biçimle yazılmış oluşudur. Bu bakımdan başlıca temsilcisini Ece Ayhan’da bulabileceğimiz ‘hakkını aramaya çıkan’ ve ‘duyması gerekenlere’ söylenmiş sözlerle yazılmış bir şiirden öte ‘hakkı aramaya çıkan’ ve ‘işitilmesi/duyulması gereken’ sözlerle yazılmış bir şiirle seslenmeyi seçen Cahit Koytak’ın, başka bir anlam boyutuna yönelerek sesinin kimlere ulaşıp ulaşmadığını önemsemeden, sadece sesi ve sözü anladığı gibi ulaştırmaya çalışan hatta bu anlamda okurunu da sorgulayan bir şiirin izini sürdüğünü söyleyebiliriz.

Öte yandan salt okuru baz aldığımızda, yer yer ‘empatik’ ve bir o kadar da ‘apatik’ bir tavrı da birlikte izleyebileceğimiz bu anlama yönelik yenilikle ‘empati’yi tamamen dışlamayan ama ‘apati’ nin altını da kalınca çizmeyen bu anlam önceliğinin Cahit Koytak’ı, Ece Ayhan başta olmak üzere diğer pek çok şairlerden de ayırdığını görürüz.

Onu biricik yapmasa da oldukça özgün bir sözün sahibi kılan bu yeniliğin izleğinde kullanılmış bir ‘apati’dir söz konusu olan. Öyle ki, sadece bir argüman olarak, seslendiği topluluğun gerçekten nasıl bir topluluk olduğunu anlamak için apati’ yi kullanan Cahit Koytak; özellikle ithaflı şiirlerinde buna önemli örnekler verir: Sözgelimi, Edip Cansever’e ithaf ettiği şiirde okuruna açık seçik caz nağmeleri duyurur. Zira ‘apati’ ona Cansever’ in cazı müziğinin merkezine yerleştirdiğini söylemiştir. Bir mırıldanma değil açık, apaçık bir söyleyiş söz konusudur burada. O kadar ki, ‘apati’ mırıldanmadığı için ‘empati’ kendi sesinin kısılmasına razı olmuş ve yerini ona bırakmış gibidir.

Yine de şunu söylemek gerekir: İster ‘empatik’ isterse apatik kullanım anlamında olsun, Cahit Koytak şiirinde sürekli bir akış halinde hissedilen ‘anlam arzusu’ daha en başından onun şiirini, anlamı aramaya çıkan şiirden ayırarak ne bir metafora ne de bir imgeye ihtiyaç duyan ve sadece bu anlam arzusuyla rahatlamış bir dilin ürünleri haline getirir. İşte bundan dolayı da, ne kadar çok ve nerede yazılırsa yazılsın, hemen burada, yanı başımızda duran gündeliğin bütününden derlenmiş bu şiir, herkesin söylemek istediği halde söyleyemediği ama gördüğü an hemen tanıdığı bir şiir olarak, tıpkı yazılırken peşine düşülmeyen ‘anlam’ gibi ne yazılırken ne de okunurken kaybedeceği ya da kazanacağı öne sürülen kurgusal ‘değer’in kaygısından da uzak bir şiirdir.

Buradaki ‘apati’yi savruk bir umursamazlıktan çok, kendi rüyasından uyanarak, kendi arayışına çıkan ve sonuç olarak da saf bir bütünlük niyazına yönelen bir şairin ancak ve sadece arzu edebileceği bir anlamın izleğinde derecelendirmeye çalıştığı bir mesafe bilinciyle anlamlandırabiliriz ki; böylesi bir şairin böylesi bir mesafe bilinciyle çıktığı yolda yazmış olduğu şiiri hangi yoğunlukta yazacağı, nerede yazacağı ve hangi kriterlere göre değerlendireceği hususunu da muhtemel ötekilerden çok daha önce düşünüp tasarlamış olduğunu görürüz.

Belki de salt bu yüzden bu şiirle karşılaştığımız her an, en iyi bildiği işi, önüne çıkan her şeyi şiire dönüştürme işini hep aynı serin tavır içinde sürdüren bir şairin sessizliğiyle kuşatıldığımızı hissederiz.

Daha başka hangi orkestrasyon bileşiminde buluşturabilir bilmiyorum ama Jean Sibelius ile Carl Orff arasında gezinen bir senfoni dolayımında mekik dokuyan bir ahenkle müziğe gülümseyen bu şiirin sinemadaki benzerini çöp kutusundan dünyanın sekizinci harikalarını çıkarabilecek yetenekteki Tarantino sinemasına kadar götürebilir hatta bundan da öte Cahit Koytak şiirindeki sinematografiyi Tarantino’nun es geçtiği “Yeni Gerçekçi” ve “Yeni Dalga” iz sürücülerinin kameralarına kadar taşıyabiliriz.

Bütün bu ilk ve temel sözüne bağlı, kitleden uzak insana ve topluma yakın haliyle, şairlikten önce şiiri önemseyen ama şiire de kayıtsız şartsız bağlanmayan Cahit Koytak, Cahit Koytak’ın şiirini değil Cahit Koytak şiirini yazmaktadır diyebiliriz. Bu şiir onun her şeyi olduğu gibi hiçbir şeyidir ve bu şiir bugün için bu topraklarda olup biten bütün hallerin yanı başında yazılmış şahitliğiyle de Ebu Cehil devrinin Eylül uzantısından bu yana bu topraklarda yaşayan bütün insanlara elini uzatan en son şiir hükmündedir.

Bir yanıyla onun her şeyi bir yanıyla da hiçbir şeyi olan bu şiir hem özel hem de genel adanmışlığıyla da, kendisinden ne kadar uzağa giderse gitsin sonuçta hep kendisinde olduğunu çok iyi bildiği bir şiirdir.

Değil mi ki o, şair Cahit Koytak değil, rüyasının, arayışının ve niyazının getirdiği en son toplamda kendi şahitliğiyle şiir olmuş bir Cahit Koytak bina etme derdindedir?


Şahin Torun, 02.01.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Eleştiri, Kitap Notları, Kitapların Ruhu
Şahin Torun Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu:  Şahin Torun Beyefendi'nin çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Bu çalışma 05 Eylül 2011'de Taraf'ta yayınlanmıştır. Seçkin Deniz, 02.01.2015

Seçkin Deniz Twitter Akışı