7 Ekim 2014 Salı

SA923/ÇY4-DB18: Türkiye, Kürtler ve Irak: Kerkük Ödülü ve Tehlikesi

Aşağıdaki analiz Türkiye'nin yaşadığı ve yaşayacağı sorunları net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bugün 7 Ekim'de Türkiye'nin bir çok şehrinde Kobani'deki IŞİD tehdidini bahane ederek birçok binayı yakan Terörize Güçler için analizin şu cümlesi yeterince açıklayıcı: 
“IŞİD’in Türkiye sınırındaki Kobani’ye çok yaklaştığı Suriye’de, Ankara, iyi donanımlı bir isyancı güçle bir kara savaşı içine çekilecek o tatsız ihtimalle karşı karşıya.”
Analiz, Türkiye için nelerin hazırlandığını da anlatırken işbirlikçisi İngiltere ve Fransa'yı hedef gösterip asıl sorumlu olan ABD'yi ve Pentagon'u gözlerden saklıyor. 

Seçkin Deniz, 07.10.2014, Sonsuz Ark
7 Ekim Olayları'nda PKK Vandalizmi'nin son örnekleri görülürken Reuters bu haritayı yayınlıyordu.

Haziran 1919’da, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun Sadrazamı Damat Ferit Paşa’yı taşıyan bir müttefik savaş gemisi rotasını Paris’e çevirdi. Yaşlı devlet adamı, başında ikonik kırmızı bir fes, kusursuz bakımlı bıyığıyla elinde Quai d'Orsay’da müttefik güçlere sunmak üzere düzenlenen bir muhtıra tutuyordu.

Savaş sonrası tazminat üzerindeki görüşmeler beş ay önce başlamış, ancak Osmanlı heyeti görüşmelere geç davet edildiği için ancak hazırlanmıştı. O yaz Akdeniz’de Fransa kıyılarına doğru yolculuk ederken Damat Ferit, imparatorluğu bir arada tutmak için bir son dakika çabasıyla müttefik güçlere sınacağı taleplerin listesini zihinsel olarak gözden geçiriyordu.

Konuşmasına sitem etmeden ve suçlamadan şöyle bir mesajla başladı: “Beyler, ben Osmanlı halkının ateş ve kılıçla Avrupa ve Asya'yı perişan eden bu savaşta herhangi bir sorumluluğu olduğunu düşünseydim, bu Yüksek Kurul’a gelecek kadar cesur olmazdım.”

Konuşmasına, Osmanlı topraklarını Kürtlere, Yunanlılara ve Ermenilere bölüştürme girişimlerine karşı, adeta meydan okuyan bir muhtıra şeklinde, “Türk toprakları Asya’da; güneyde Musul ve Diyarbakır’la,  Halep’in bir kısmı ve Akdeniz’e kadar bir bölgeyle sınırlanmıştır.” diyerek devam etti.

Damat Ferit’in talepleri Paris’te sunulduğunda, Müttefikler Osmanlı heyeti tarafından sergilenen bu dik duruşa hayran kalmıştı. Amerikan Başkanı Woodraw Wilson daha önce böyle aptalca bir şey duymadığını söylerken, İngiltere Başbakanı konuşmayı “İyi bir şaka” olarak niteledi. Müttefikler, ortak Müslüman kimliklerini göz ardı etmişlerdi; Türklerin diğer ırkları yönetmede yetersiz olduğunu beyan etti, Damat Ferit’in itirazını kesinlikle reddetti ve ona ve heyetine görüşmeleri terk etmeleri söylendi. Batılı güçler daha sonra Osmanlı sonrası ganimeti bölüşmek için, kendi didişmelerine devam ettiler.

Çok farklı koşullarda bugün Ankara, Türkiye’nin değişen Müslüman arka bahçesinde, politika şekillendiren liderliğiyle yeniden Batı’ya karşı cesaretini gösteriyor. Ve yine batılı güçler, Ankara’nın acil IŞİD tehdidine karşı bölge için sonuçları ne olursa olsun sorumluluk almasını bekleyerek, Suriye hükümetini devirme stratejisini görünüşte umursamayarak Türkiye’ye yine şüpheyle bakıyorlar.

Türkiye’nin davranışı, Batılı liderler için şaşırtıcı ve sinir bozucu olabilir; fakat ülkenin eylemde çekingenlik ve retorikteki cesaret kombinasyonu, 1919 yılında İstanbul'un karşı karşıya kaldığı, Musul toprakları üzerinde mücadele ile başlayan aynı sorunlara götürebilir.

Musul için Türk Savaşı

Osmanlı İmparatorluğu altındaki Musul vilayetinin sınırları, Güneydoğu Anadolu’nun alt kesimlerinde Dicle Nehri boyunca Dohuk, Erbil, Alqosh, Kerkük, Tuz Khormato ve Süleymaniye’den Zakho’dan, İran sınırını oluşturan Zagros Dağları'nın batı eteklerine kadar uzanıyordu.

Irak Kürdistanı'ndaki çorak Arap stepleri ve bereketli dağ vadileri arasında köprü kuran bu toprak genişliği IŞİD buralara gelmeden uzun zaman önce bir şiddet odağı olmuştu. Türk ve Fars gruplar ve zaman zaman Batılı güçler kendi çıkarlarına uygun bir demografik bir yapı için bir bayrak veya şirket logosu altında nafile bir çaba içinde çalışırken, bölge Kürtler, Araplar, Türkmenler, Yezidiler, Asur-Keldani ve Yahudilere ev sahipliği yapıyordu.

İngilizlerin Osmanlı ile müzakereleri sırasında Musul Bölgesi’nin kaderi üzerinde tartışılırken, İngiliz subaylar bölgeyi dolaşarak, “Önemine bakılmaksızın tüm yörelerde bütün bölge boyunca Türkçe konuşuluyor” diyerek Türkçe dilinin bölgede yaygın kullanımıyla ilgili kapsamlı bir rapor yazdı.

Bu gerçek, bölgenin Türk egemenliği altında kalmalı şeklindeki Türkiye’nin argümanını kısmen doğruladı. Türkiye’nin Osmanlı topraklarındaki haklarından feragat ettiği 1923’teki Lozan antlaşmasından sonra bile, İngilizlerin Türk devletini zayıflatmak için Kürt bölücülüğünü kullanması korkusuyla, Türk hükümeti Musul bölgesi üzerindeki hakları konusunda ısrarcı oldu. 

Türk hükümeti Wilson’un popüler özerklik ilkesine başvurarak, bölgede yaşayan Kürtlerin ve Arapların çoğunun zaten Türkiye'nin bir parçası olmayı tercih ettiğini savundu. İngiltere, bölge sakinleriyle yaptığı görüşmelerde, bölgede hakim olan tercihin Irak'ın İngiliz yönetimindeki bir Krallık parçası olduğunu ileri sürerek buna karşı çıktı.

Türkler bu topraklardan vazgeçmek ve küçültülmüş bir cumhuriyetin kendi çıkarlarına odaklanmak konusunda hiç bir şekilde Londra’yla uzlaşamadı, tartışmayı kaybetti ve 1925’te bu topraklardaki haklarından feragat etmek zorunda bırakıldı. 

İngiliz ve Fransızlar konuya dahil olduğu sürece, Mezopotamya’daki Asya azınlık topraklarından Suriye ve Ermenistan’a kadar menzilini genişletmek isteyen Türkleri engellemek için Kürt toprakları büyük ölçüde hayati bir tampon alanı olarak hizmet verecek.

Petrol Faktörü

Herodot ve Nebukadnezzar günlerinden beri, Kerkük kenti yakınlarındaki Baba Gurgur ‘dan yeryüzüne yayılan ebedi alevlerle ilgili hikayeler vardır.

Alman gezgin ve haritacı Carsten Niebuhr'un 18. yüzyılda şöyle yazmıştır: "Baba Gurgur adındaki yer hepsinden olağanüstü; çünkü toprak burada o kadar sıcak ki yumurta ve et haşlanabilir.”

Aslında bu alevler yüzeyin altında yatan ham petrolün büyük miktarlarda açığa çıkmasıyla kayalardaki çatlaklardan sızan doğal gaz ve neft sebebiyle oluşuyordu. Londra, Venezüella, Meksika, Romanya ve Çinhindi’nden gelen jeologları arazi çalışması ve sondaj için uygun alanları tavsiye etmek üzere zaman harcadı.

 14 Ekim 1927 tarihinde, Kerkük’ün kaderi belirlenmiş oldu: 43 metre (yaklaşık 140 feet) yükselen 10 günde 95.000 varil ham petrolün fışkırdığı bir petrol kuyusu ortaya çıktı. Petrolle birlikte artık denklemin bir kısmı Kerkük’teki siyasi durumu daha da alevlendirdi.

İngilizler bölgede Türkmen azınlığın etkisini zayıflatarak ve Kürt çoğunluğu küçülterek, çoğunlukla petrol alanlarına Arap aşiretlerini taşıdı. 1968 yılında bir askeri darbe ile Arap Baas Sosyalist Partisi iktidara geldiğinde, Araplaştırma projesine yeni bir enerji verilmiş oldu.

Yasalar Kürtlere Kerkük’ü terketme, evlerini ve topraklarını Araplara verme konusunda baskı yaparken, işletmeler, mahalleler, okullar ve sokaklara Arapça isimler verildi. Kimyasal silahların Kürt nüfusa karşı istihdam edildiği Saddam Hüseyin'in Enfal kampanyası sırasında,1988’de tahliye taktikleri korkunç bir hale geldi.

Irak hükümeti, 2003 yılında Baas rejiminin çöküşüne kadar topraklarını Araplaştırmaya zalim taktiklerle devam etti. Doğal olarak bölgede nüfusu arttırmak ve Arapları kovmak için hızla çalışan Kürt grupları için intikam birincil hedef oldu. Kerkük’te olduğu gibi, petrol zengini alanlar ve Diyala ve Ninova illeri arasında uzanan tartışmalı bölgelerin bir kemeri Bağdat'taki Irak merkezi hükümetinin yetkisi altında resmen kalmışsa bile, Kürt liderlik Irak Kürdistan sınırlarını yeniden çizmek için çabalıyor.

Irak Kürt Bölgesi’nin 1991’de bir uçuşa yasak bölge oluşturulması ile fiili özerklik kazanmasından ve Saddam Hüseyin'in devrilmesinden, Kürdistan Bölgesel Hükümeti  resmen birleştirildikten sonra, Kürt etkisi giderek tartışmalı alanlar da genişledi.

Bağdat kendi sorunlarına saplanıp kalırken Kürt temsiliyeti, multi- etnik politik konseyler aracılığıyla arttı, bu toplulukların Kürt Peşmergesi’nden aldıkları koruma güvenliğiyle ve enerji geliri vaatleriyle kolaylaştırıldı.

Kerkük’ün Ninova ve Diyala’ya resmen eklenmesi Kürt stratejisinin büyük bir bölümünü oluşturacaktı. Nitekim ilhak sürecinin çok yakında yasallaşacağı beklentileri, nihayet bölgenin enerji potansiyelini hayata geçirmek için tartışmalı toprakları sağlayan bir avuç enerji firmasını Kürt otoriteleriyle anlaşma yapmaya – Bağdat karşı çıksa da- ikna etti.

Sonra beklenmeyen oldu: Haziran ayında IŞİD’in kuzeydeki baskısıyla Irak Ordusu’nun çöküşü, Kerkük bölgesini tamamen boş bıraktı ve Kürt Peşmergesi’nin buraları tamamen ele geçirmesine izin verdi. Kürtler şimdi bu ödülün üzerinde tedirginlikle otururken, Bağdat, İran, yerel Araplar ve Türkmenler ve IŞİD yırtıcı bakışları ile bu alanları izlemekte.

Aynı zamanda, İran destekli Şii milisler, Kürt militanlar ve Sünni aşiretler Kürt özerkliğinin nerede oluşacağı sorusunun çizgilerini belirlemek amacıyla ve  IŞİD’i bölgeden temizlemek için çalışıyor. Sünniler, Bağdat’ın faydalanacağı bir Kürt- Sünni çatışmasını garantileyen, Kürtlerin şu anda kontrol ettiği petrol bölgelerinden şüphesiz ki  hisse talebinde bulunacaklar.

Türkiye’nin ikilemi

Modern Türk hükümeti Irak ve Suriye’ye, o bölgede Damat Ferit’in neredeyse bir yüzyıl önce Türk hakimiyetini sürdürmek için Paris'te uğraştığı zamana benzer bir şekilde bakıyor.

Ankara'nın bakış açısından, komşu Müslüman topraklarının içine nüfuz eden bir Türk kürenin genişlemesi, Irak ve Suriye devletlerini zayıflatmak için panzehirdir. Türkiye artık bu topraklar üzerinde doğrudan kontrole sahip olmasa bile, en azından dolaylı olarak Suriye'de ılımlı İslamcı güçlerden bir grup ya da Kuzey Irak’ta Türkmen ve Sünni gruplardan oluşan bir kombinasyonla, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani'nin Kürdistan Demokrat Partisi gibi bir Kürt grup ile birlikte bölgenin yeniden yapılanmasında seçebileceği ortaklar olmasını umut ediyor.

ABD şu anda İslam Devleti'ne odaklanmış olabilir ama Türkiye planlarını önümüzdeki yıllarda da devam edecek gibi gözüken karışıklığa bakarak yapıyor. Türkiye’nin İslam Devleti'ne karşı savaşta kendi katılımı ile ilgili durum belirlemesinin sebebi de budur: Amerika Birleşik Devletleri ve onun Sünni Arap koalisyon ortaklarını,  kaçınılmaz olarak bu bölgeyi yönetmenin güç olacağına ikna etmeye çalışıyor. Bu nedenle, Ankara'ya göre, Suriye'nin İran destekli Alevi hükümetini Sünni yönetim ile değiştirmekle başlayarak tüm oyuncular Ankara’nın rehberliğinde önceliklere uymalı.

Ancak Ankara’nın komşuları ve batının saygısından çok sitemlerini kazanmasıyla, bölgenin Türk vizyonu mevcut gerçekliği uymuyor. Özellikle Kürtler, Türk politikasının Aşil topuğunu oluşturmaya devam edecektir.

IŞİD’in Türkiye sınırındaki Kobani’ye çok yaklaştığı Suriye’de, Ankara, iyi donanımlı bir isyancı güçle bir kara savaşı içine çekilecek o tatsız ihtimalle karşı karşıya. Ayrıca Türkiye Ankara’nın etkisizleştirmeye çalıştığı Kürdistan İşçi Partisi üyeleri dahil çeşitli Kürt ayrılıkçılarla aynı tarafta savaşıyor olacak.

Türkiye farkında olmadan İslam Devleti’ne karşı mücadelede Kürt ayrılıkçıları destekleme ihtimaliyle,  aynı ikilemle Irak'ta da karşı karşıya. Kritik bir şekilde, Kürt bağımsızlığının petrol hırsını söndürme yeteneği olmadan ve Ankara’ya o enerji üzerinden münhasır haklar sağlanmadan Türkiye Kerkük’ün Irak Kürtlerinin elinde olduğu fikriyle rahat olamaz. Ancak Türkiye’nin rekabeti var.

Finansal baskılar tırmanmaya devam ederken Barzani'nin Kürdistan Demokratik Partisi’nin yaptığı gibi, Kürdistan Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin Yurtsever Birliği, Türkiye'ye kendisini borçlu yapmak için istekli değil. Bunun yerine, Kürdistan Yurtseverler Birliği İran'a yakın kalmak ve Bağdat ile çalışmak gibi bir tercih gösteriyor.

Bu arada, Kürt yönetimine direnç gösteren yerel Arap ve Türkmenler, enerji hakları ve özerklik vaatleri ile Kerkük ve Ninova yerel yetkililere kur yaparak Kürt otoritesiyle çalışırlarsa Bağdat ve İran’ı mutlaka istismar edecek bir faktör.

Bu, Türkiye'nin iyi bildiği kalabalık bir savaş alanı. Türkiye ve İran arasındaki rekabet iyice ortaya çıkarken, Kürt-Arap sınırında Kürtlerin petrol zengini topraklar üzerinde uzun vadeli kontrolünü engellemeye çalışan uzun ve ayrıntılı bir “ uzak dur” oyunu oynanacak.

Türkiye’nin bu alanda etkin bir şekilde rekabet etmesi için, Ankara’nın Kürt bilmecesini çözerek kendi tarihinin iflah olmaz gerçeği ile uzlaşması gerekir, yoksa yabancı karışıklıklardan kaçınması ve kendi sınırları içinde gizlenmesi mümkün olmayacak.

Reva Bhalla, 7 Ekim 2014, Stratfor


Derya Beyaz, 07.10.2014,  Sonsuz Ark,  Çırak- Çevirmen Yazar, Çeviri

Derya Beyaz Yazıları


Orijinal metin:

http://www.stratfor.com/weekly/turkey-kurds-and-iraq-prize-and-peril-kirkuk#axzz3FOXSrneP

Seçkin Deniz Twitter Akışı