12 Aralık 2013 Perşembe

SA497/AŞ30: Sayısız Şapkalı Düşünme Tekniği: Abdulkadir Molla, Fethullah Gülen, Fehmi Koru, Dan Hautz ve AP’da Cinsel Eğitim Tartışmaları

“Kaybettiğimiz değerler, kökümüzü kurutacak gibi görünüyor.”


İnsanlar doğar ve ölür; doğum ve ölüm arasında geçen süreye hayat deniyor. Bireyden aileye, aileden topluma, toplumdan devlete ve devletten uluslar arası ilişkilere kadar her şey simetrik ya da asimetrik varlığıyla o hayatın içine dâhil olur.  Hayat herkes için tek kişilik değildir ve bu yüzden her şey hiçbir zaman bizzat kendisi tek başına kendisi değildir. Başlıktaki dört isim; Abdulkadir Molla, Fethullah Gülen, Fehmi Koru ve Dan Hautz hayatın içinden birileri. Yaşadıkları ve yaşattıkları ile kendilerinden dışarıya taşan ve taştıkları yerlerden içeriye doğru bir şeyler taşıyan sayısız isimden bir günün gündemine düşen isimlerden sadece dört tanesi…

Bu dört isimden ilk ikisini artık dünya tanıyor, diğer ikisinin ise olgular ve olaylar arasındaki ilişkileri kuran ve yorumlayan sesleri önemli… Çok fazla değil, biraz, birazdan daha fazla biraz anlamak için bir araya getirdiğim bu dört ismin hikâyelerinden sonra Avrupa parlamentosunda bugün oylanan ve muhafazakârlarla Hıristiyan demokratların oyları ile reddedilen cinsel eğitim teklifinin içine yedirilmiş ahlaksızlık eğitimini başlığa zincirledim.

Hep birlikte ‘Sayısız Şapkalı Düşünme Tekniği’ni denemeliyiz. Meclisteki küfürleşmeleri, içimizde barındıramadığımız Suriyeli kardeşlerimizi, iktidar-muktedir-vesayet tartışmalarını, darbecilerin tek tek salıverilmeleri ile yargının güven kaybetmesini, FED’in parasal genişleme ile dünyayı altüst ettiği zamanları, dindarlığı, din düşmanlığını, CHP’nin ABD gezisini ve dini açıkça siyasete alet edişini, Dershaneleri, Cemaat-Ak-Parti cedelleşmesini bir tarafa bırakamayız, ama bunların hepsine birden başka türlü bakabiliriz.

Bir türlü anlayamadığımız ‘Cemaat Kalkışması’nı, yine anlayamayabiliriz, ama cemaati ve cemaatin ‘Hocaefendi’sini ilkelerle birlikte değerlendirebiliriz. 2010 referandumundan beri kasıtlı bir yıpratma politikası güden cemaati ‘Sakallı Çete’ diye lanse edilen kişilerin sırtından indirerek değerlendirebiliriz… Gülen’in çevresine atfedilen olumsuzluklar zincirini, asıl sahibine raptedebiliriz mesela.

Önce günün haberini alalım. İki gün önce idam edilmesi kararlaştırılan ve bugün idam edilen yaşlı bir adamdan bahsedeceğiz, bir müslümandan. Cemaati İslâmî  Genel Sekreter Yardımcısı değil de Cizvit Tarikatı misyoneri olsaydı asla dokunulmayacak olan bir yaşlı adam Abdulkadir Molla. Anadolu Ajansı’nın haberi şöyle:

“Bangladeş'te Cemaat-i İslami Partisi Genel Sekreter Yardımcısı Abdülkadir Molla idam edildi.Ülkenin 1971'de Pakistan'a karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi sırasında işlenen suçların araştırılması için Bangladeş hükümeti tarafından 2010 yılında kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde yargılanan Molla, 344 silahsız sivilin öldürülmesini azmettirmek dahil altı suçlamanın beşinden hüküm giyerek 5 Şubat 2013'te ömür boyu hapse mahkum edilmişti. Bangladeş'in İslami değerleri savunan en büyük partisi olan Cemaat-i İslami'nin genel sekreter yardımcılığını yürüten Molla, suçlamaları reddetmiş ve hakkında verilen ömür boyu hapis cezasının iptali için Temyiz Mahkemesi'ne başvurmuştu. Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nin hükmünü onayan temyiz mahkemesi, 17 Eylül'de Molla'ya verilen ömür boyu hapis cezasını idama çevirme kararı almıştı.

Cemaat-i İslami, idam cezasının siyasi bir karar olduğunu belirterek, Molla'nın infazının "korkunç sonuçlar" doğuracağı uyarısında bulunmuştu. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Pillay da Molla'nın idam cezasının uluslararası standartları karşılamadığını ifade etmiş, yürütmenin durdurulması çağrısında bulunmuştu. 

Abdulkadir Molla, katillerden af dilemeyi reddederek şehâdete yürüdü. Allah rahmetini esirgemesin. Ama geride kalan bizler, müslümanlar, yani insanlar bu utançtan kurtulamayacağız. Diğer dinlerden insan kaldıysa, seslerini neden duyamadık, onu da izah eden biri olmalı.

Biz geride kalanlardan bazılarına , mesela  Abdulkadir Molla’nın yargılandığı ana sebeple yargılandığı  için talebeleri tarafından yurt dışına çıkmaya zorlandığını söyleyen emekli imam, vaiz ve yazar Fethulah Gülen’e bakalım. “Türkiye'de  laik düzeni yıkarak, yerine şeriata dayalı bir İslam Devleti kurmak için taraftarlarını dinî bir ayaklanmaya teşvik ettiği” suçlamalarına maruz kalan Gülen 1999’dan beri, 28 Şubat’ın asıl organizatörü olan ABD’de. Uzunca bir süredir de eski müttefiki Ak Parti ile şiddetli çatışma hâlinde.  

Asıl sebepleri bilmiyoruz, ama bildiğimiz bir şey var Türkiye ve Müslümanlar kan kaybediyor. Yazdık, söyledik; belki tesiri oldu, belki olmadı; ama geldiğimiz yerde cemaat şapkasının altında ilkeler zincirinin kökünden koptuğunu söyleyebiliriz. Müslümanlar ergenekonun, siyonizmin keyifle el çırptığı kadar ayrıştılar bu süreçte.

Gülen, ‘cemaatten geri adım’ diye nitelendirilen son video konuşmasında, 10 Aralık 2013 yayın tarihli 398. Nağme’de daha önce yayınladığı 394. Nağme’de söylediklerini tevil ediyordu. Dediklerini olduğu gibi aktaracağım. İlkelerin nasıl hoyratça harap edildiğini herkes görsün.

Geri adımlı 398. Nağme’den:

“Bir başka Hudeybiye teşbihi 2004-MGK’nın kararıyla alakalıydı: MGK-2004 kararıyla ilgili Hudeybiye teşbihi yaparken, o arkadaşların askerlerle ve o günkü idarede bulunan kimselerle beraber o meseleye imza atmalarını, şartlar ve konjonktürün gereği olarak, tıpkı Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gaileyi ucuz atlatma adına geriye adım atması gibi ele aldım. Hem de şu cümleyle dedim: “Bazen geriye bir adım atmak, ileriye on adım atma değerindedir.” Mesele siyakı ve sibakıyla ele alındığı zaman görülecektir ki, esasen orada imza atan arkadaşları korumaya ve mazur görmeye matuf bir ifade tarzıydı o”. 

Saldırı adımlı 394. Nağme’den:

“2004'te de bir dayatma olmuş. Eğer daha sonra birileri tarafından "Ben kaç defa bu mevzuda bakanları değiştirdim, bu işi yapın filan diye…" Sürç-ü lisan kabilinden mi, sağlam mülahazaya alamama kabilinden mi, bu  mesele böyle tekerrür edip durmasaydı.. o gün alınan kararların bir sonucu olarak, bugün bu meselenin üzerine gelme duygusu olmasaydı.. maşerî vicdanda  böyle algılanma olmasaydı.. Bütün maşerî vicdan meseleyi şimdi öyle algılıyor; "Demek ki o zaman öyle karar verilmiş, sonra ardarda bunlar sürekli, o mevzudaki vazifelileri değiştirerek hep bu işin üzerine gitmişler" şeklinde.. Ama bunlar denmeseydi, hüsn-ü zannımın gereği şuydu: "Bu Mesele konjonktüreldi. O günün şartlarını bilmiyoruz, hadisenin içinde değildik ki biz o hadiseyi arka planıyla görelim, felsefesiyle değerlendirelim." derdim.  

394. Nağmedeki sözlerin hiçbirinde “Mesele siyakı ve sibakıyla ele alındığı zaman görülecektir ki, esasen orada imza atan arkadaşları korumaya ve mazur görmeye matuf bir ifade tarzıydı o.” tevilinin karşılığı yok.
Te’vil’in ikinci kısmına da bakalım, sonra hızla geçeceğiz.

Geri adımlı 398. Nağme’den:

“Evet, o sohbette “Kolum kanadım kırıldı!” da dedim; zira o imzadan sonra birileri, bazı işgüzarlar, o meseleyi uygulayıp durmuşlar, fişler falan olmuş, devam etmiş. Keşke orada Allah’ın izniyle makul atlatıldıktan sonra bu mesele devam etmeseydi; duyduğumda “Kolum kanadım kırıldı!” dedim, bunu da başka türlü anladılar. Bu Hudeybiye örneğinde, MGK’da “imza atanlar”ı, “müşrik” olarak anlamak mümkün müdür? Peygamber kim orada? Oysa  ki, orada onlara Peygamber yolunda hareket ediyor gibi bir bakma vardı. Takdir edileceği yerde, yine bir kısım, kara ruhlu, kara düşünceli, kara kalbli, karanlık yaşayan insanlar -keşke öyle olmasaydı- ortada fitne dellalları, bu meseleyi bu şekilde işâa etmek (yaymak) suretiyle toplumun değişik kesimlerini birbiriyle vuruşturma, karşı karşıya getirme gibi bir gayretkeşlik içindeler.

 ‘Bir kısım, kara ruhlu, kara düşünceli, kara kalbli, karanlık yaşayan insanlar, fitne dellalları’ böyle zamanlarda nereye saklanırlar bilmiyorum, ama bence Gülen ve cemaat bizzat kendisine ve Gülen’e bakmalı. Zira ‘Karşı Taraf’ta oluşan eleştiriler bizzat Gülen’in ve cemaatin söz, davranış ve eylemlerinden kaynaklandı. Bunu yalanlamaya kimsenin gücü yetmez. Bakalım.

Saldırı Adımlı 394. Nağme’den:

"2004 MGK kararı hakkında hüsn-ü zan kolum kanadım kırıldı. Hüsn-ü zannımın gereği şuydu: "Bu mesele konjonktüreldi. O günün şartlarını bilmiyoruz, hadisenin içinde değildik ki biz o hadiseyi arka planıyla görelim, felsefesiyle değerlendirelim." derdim.  Devamı, temadisi olmasaydı, meseleye öyle bakardım. Ama o mevzuyu te'yid eder mahiyette beyanların verilmesiyle, öyle bir mesele karşısında, maşerî vicdan karşısında da bana diyecek bir şey kalmıyor.” 

Gülen’in, Ak Parti’nin ‘Gülen’i ve Cemaati Bitirme Planı’na açıkça inandığı ve bu minvalde saldırıya geçtiği net bir şekilde ortada… Te’vil götürecek tarafı olmayan bir netlik bu.

Fehmi Koru buna şahitlik eden bir isim olarak başlığa girdi. Gazeteciliğe cemaate ait Zaman gazetesi’nde başlayan ve Zaman Gazetesi’ne kalite ve kimlik kazandıran bir isim. Sonradan ayrıldığı yapıya hiçbir zaman negatif gözle bakmayan bir isim. Şöyle diyor 12 Aralık 2013’teki yazısında:

“Fişlemeler? Kadro tasfiyesi? Bu yoldaki iddialar, yayınlar hiç inandırıcı gelmiyor bana... Çok basit bir sebepten: Hizmet Hareketi şimdi köküne kibrit suyu dökmeye azimli bir cepheyle karşı karşıyaymış gibi davranmıyor... Öyle cephelerle geçmişte karşı karşıya kaldığında belâyı ustaca savuşturmayla sonuçlanacak stratejiler izlemişti; oysa şimdi sonunda mutlaka kazanacağı bir çatışmaya girmiş gibi davranıyor... Yok edilmekten kurtulmak değil, sanki yok etmek amaçlanıyormuş gibi... İçim içimi yiyorsa, sebebi, takdir ettiğim iki bloktan birinin bu sürecin sonunda yok olacağını düşünmemdir... Hangisi yok olursa olsun, ben eksileceğim... Ak Parti’nin Cemaat’i ve hizmetlerini bitirmek gibi bir niyeti ve azmi olduğuna asla inanmam; fakat şimdiki kavganın Cemaat üzerindeki etkisinin ‘öldürücü’ olacağını da düşünmeden edemiyorum. Kavgayı Cemaat adına körükleyenler Cemaat’e iyilik yapmıyorlar...”

Burayı da geçelim. Sonsuz Ark’ın 2012’den beri sürekli tekrarladığı “Esed’i destekleyen ülkeler ABD, İsrail, AB, Rusya, İran ve Çin’dir” tezinin İsrail kısmını kanıtlayan bir haber yayınlandı. ABD; Rusya, AB, Çin ve İran kısmı çoktan kanıtlanmıştı.

İsrail ordusu eski komutanı Dan Hautz, İsrail'in katil Esed'i desteklediğini itiraf etmişti : "Suriye'de İsrail Esed'i El Kaide'ye tercih edecek, yönetime kimin geleceği belli olmadıkça da kimse Esed’i değiştirmeyecek." 

Af dilemeyi ve itaat etmeyi reddettiği için idam edilen Abdulkadir Molla’ya, yargılandığı için doğduğu toprakları terk ederek yargılanmasını isteyen asıl ülkeye, ABD’ye yeşil kart alarak yerleşen Fethullah Gülen’e ve yorumcu iki isme baktıktan sonra , Angola’da Ortaafrika Cumhuriyet’inde Arakan’da, bütün arap topraklarında,  Rusya’da, Avrupa’da, Amerika’da, Güney Asya’nın tümünde, yani bütün dünyada kan kusturulan Müslümanlara bakalım ve Avrupa Parlamentosu’na gidelim.

Alman DW kanalının ‘Muhafazakarların Cinsel Eğitim Zaferi’ başlığı ile verdiği haber, insan neslini kökünden kurutmayı ve yüksek batı medeniyetinde yayılan ahlaksızlığı tabana yaymayı hedefleyen masonik yapının yeni bir adımının AP’de engellenmesine içerleyen bir haberdi. Haberi ayrıntılarıyla okuyalım.

“Avrupa Parlamentosu'nda cinsel eğitimle ilgili liberal önerilerin yer aldığı karar tasarısının kabul edilmesi, Katolik grupların lobisi ve muhafazakar grupların girişimleriyle engellendi. Avrupa Parlamentosu Sosyal Demokrat Grup üyesi Portekizli parlamenter Edite Estrela tarafından “üreme ve cinsel haklar” hakkında hazırlanan bir karar tasarısı, aşırı Katolik grupların lobisi ve AP’deki Hrıstiyan Demokrat ve muhafazakar grupların girişimleriyle gündemden düşürüldü. Portekizli raportörün 88 maddelik karar tasarısı metni, genel kurulda 327 oya karşılık 334 oyla “Cinsel eğitim AB’nin değil, üye devletlerin işidir” ibaresinin yer aldığı tek maddelik bir karara dönüştürüldü. Oylamada 35 parlamenter de çekimser kaldı."

"Portekizli raportör Estrela’nın cinsel eğitim ve kürtaj konularındaki önerileri popülizm rüzgarlarının estiği Avrupa’da muhafazakarlara aşırı liberal geldi. Raporda, öncelikli olarak AB genelinde cinsel eğitimin şu anda olduğu gibi sadece orta dereceli değil, aynı zamanda ilkokullarda da –kız ve erkek çocukların beraber olduğu bir ortamda- zorunlu hale getirilmesi önerilmekteydi. Ancak rapora karşı çıkan muhafazakar çevreleri esas rahatsız eden unsur, cinsel eğitim derslerinde sadece cinselliğin değil, aynı zamanda “duygusal ilişkinin”, cinsel ayrımcılık ve önyargılarla mücadelenin, LGBT (lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel) haklarının, kürtaj hakkı önündeki tüm engellerin kaldırılmasının ve kadınların cinsellikleriyle ilgili karar verme haklarının da öğretilmesine yönelik öneriler oldu."

"Portekizli raportör, tüm bunları önerirken, günümüzde cinsel eğitimin tüm AB ülkelerinde “zorunlu” olduğunu belirtmekle birlikte, içerik ve kalite olarak değiştiğini, bu alanda en kaliteli eğitimin Benelüks ve İskandinav ülkeleri ile Almanya ve Fransa’da verildiğini de not ediyordu. AB’nin Doğu Avrupa ve Akdeniz’deki üyelerinde ise cinsel eğitimin ya “eksik” ya da “neredeyse yok” olduğunun altını çizmekteydi. Kürtaj konusuna gelince; AB üyesi 20 ülkede kürtajın “yasal ve talep üzerine gerçekleştirildiğini”, 3 ülkede (İngiltere, Finlandiya, Kıbrıs) “kısıtlayıcı nedenlerin geniş çerçevede yorumlandığını”, 3 ülkede ise (İrlanda, Polonya, Lüksemburg) aynı kısıtlayıcı nedenlerin “dar çerçevede yorumlandığını” ve bu nedenle bu ülkelerde hemen hiç kürtaj uygulanmadığını kaydetmekteydi. Malta’nın kürtajı tamamen yasaklayan tek AB üyesi olduğu da bu kapsamda bir kez daha hatırlatılmaktaydı."

"Tüm bu öneri ve veriler AP genel kurulunda muhafazakarların sert tepkisine neden oldu. Hristiyan Demokrat grubun büyük çoğunluğu, İngiliz muhafazakarlar ve bu iki grubun arkasına takılan AB karşıtları ile aşırı sağcılar, cinsel eğitimle ilgili liberal kararların çıkmaması için son yıllarda Avrupa genelinde yoğun lobi faaliyeti yürüten Katolik kilisesinin de desteğiyle az bir farkla karar metninin genel kuruldan geçmesine engel oldu. Oylama öncesi AP kulislerinde edinilen bilgilere göre parlamento üyelerine karar tasarısı aleyhinde oy kullanmaları için son birkaç günde 80 binden fazla elektronik posta gönderilmişti. Hatta Alman Piskoposlar Konferansı Başkanı Başpiskopos Robert Zollitsch, karar metnine karşı lobi yapmak için 15 gün önce şahsen Brüksel’e gitmiş ve birçok AB yetkilisiyle görüşmüştü. Zollitsch, oylamadan bir gün önce yaptığı yazılı açıklamada, karar tasarısını “sorunlu” olarak tanımlayıp, “insan onuru, yaşam hakkı ve vicdan özgürlüğü gibi temel hakları marjinalleştirdiğini” savunmuştu. Alman Başpiskopos, kürtajın “sözde bir hak olarak yayılması” fikrini de eleştirmişti."

"Oylama sonrası “sağcı grupların manipülasyon ve engellemelerini” eleştiren Sosyal Demokrat Grup Başkanı Avusturyalı parlamenter Hannes Swoboda, AP’nin geçmişte cinsel yaşam ve üremeyle ilgili hakları tanıdığını hatırlatıp, muhafazakarları “kadınlar için yıllar süren tartışmalar sonunda elde edilmiş hakları çöpe atmakla” suçladı. Liberal Grup Başkanı Guy Verhofstadt da muhafazakarların “hak eşitliği ve kadınların özgürlüğü konusunu askıya aldıkları” görüşünü savundu. Verhofstadt, gelecek yıl Avrupa Komisyonu’nun sağlık konuların sorumlu yeni üyesini seçerken bu konuyu da gündeme getireceklerini söyledi."

"Raportör Edite Estrela ise “Muhafazakarlar gerçek yüzlerini gösterdiler” ifadeleriyle tepki gösterdi. Portekizli parlamenter, “Muhafazakarlar aşırı sağcılarla güçlerini birleştirerek AB’nin temel ilkeleri olan insanlık onuru, özgürlük, eşitlik ve ayrımcılıkla mücadeleye karşı yeni bir cephe açmış oldular” ifadelerini kullandı.Estrela, raporundaki önerilerin sadece AB üyesi ülkeler değil, AB adayı ülkeler için de geçerli olmasını istiyordu.” 

Muhafazakarlar ‘AB’nin temel ilkeleri olan insanlık onuru, özgürlük, eşitlik ve ayrımcılıkla mücadeleye karşı yeni bir cephe mi açtılar, yoksa insanlık onurunu, özgürlüğü, eşitlik ve ayrımcılıkla mücadele adı altında cinsel sapkınlıklara karşı korumaya mı aldılar? İşte asıl soru bu. İlkokul düzeyine indirilen cinsel sapkınlıkları normalleştirme girişimleri engellenenler, hangi özgürlük anlayışı ile bir parlamento da o parlamento da temsil edilen ülkeleri ve insanlarını aşağılayan ve baskı altına alan bir karar alabilirlerdi ki?

İlkeler, şapkalar ve gerçek… maalesef hepsi apaçık ortadalar ve ahlak meselemizin en önemli meselemiz olduğunu bağırarak söylüyorlar.

Kaybettiğimiz değerler, kökümüzü kurutacak gibi görünüyor. Allah bizi birbirimizle savacak, atalarımızı birbiriyle savdığı gibi…

Çocuklarımıza neler bırakıyoruz, haberimiz var mı?

Acaba hangimiz ne kadar zâlimiz, bunu hiç düşünüyor muyuz? 



Arif Şahin, 12.12.2013, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 30





Seçkin Deniz Twitter Akışı