18 Eylül 2013 Çarşamba

SA414/KY1-CÇ54: Hira / Roman- 1. Bölüm

“Dalkavuklar Sana insan olmayı çok gördü.”

BÖLÜM BİR

-1-
Herkes anlattı Seni. Kimse anlatmadı Seni. Kimse anlatamadı Seni.

Kimi kendi çirkinliğini, kendi çirkefliğini, kendi çürümüşlüğünü, kendi aczini, kendi çaresizliğini, kendi zilletini, kendi duyarsızlığını, kendi eşkıyalığını, kendi sefilliğini, kendi yoksunluğunu, kendi vahşetini,  kendi hainliğini, kendi gaddarlığını, kendi zalimliğini Senin üzerinden saçtı yeryüzüne, Senin üzerinden serpti gökyüzüne. Dünya kirli olsun istediler. Dünya karanlık olsun dediler. Dünya çirkinliğe bulansın, çirkinlikte debelensin istediler. Dünya çürüsün. Dünya pis pis koksun istediler. Dünya kan revan olsun. Bağlar bahçeler kandan meyveye dursun istediler. Dünya acz içinde kıvransın diye uğraş verdiler. Acziyetten haz almayı seçtiler. Herkes aczin hazzıyla sarhoş olsun dilediler.

Yoksunluklarını pazarlardılar yeryüzünde. Vahşet törenleri,  hainlik seremonileri, gaddarlık ayinleri, zalimlik festivalleri düzenlediler. Düzenledikleri ebedi sürsün istediler. İstemekteler. Bu uğurda savaşım vermekteler. Ve fakat Hira’ya ilişemediler. Hira’yı hiç bilmediler. Hiç görmediler. Ne gözlerindeki perde açılır nitelikteydi, ne gönüllerindeki pas, kir temizlenecek gibiydi. Hira’yı atladıklarının ayrımında bile olmadılar. Ve Seni anlattıklarını sandılar. Hira’sız Sen Sen olabilir mi?

Sana buğz edenler, Seni yerenler, Sana dil uzatanlar Hira’yı bilebilir mi? Hira’yı bilmeden Seni bilebilirler mi? Kendi masallarındaki kişilerden, kendi kurmacalarındaki kişilerden biriydi buğz ettikleri, yerdikleri. Arkaik söylenlerde sözü edilenlerden farkı yok anlattıkları. Farkı olmazda. Olamaz da. Böyle bir olasılık yok. Mini minnacık da olsa yok. Zerre miskal yok böylesi bir olasılık.

Kimi Sana tabi olduklarını söyledi. Sana tabi olarak Seni anlattı. Seni anlatamadı. Neredeyse her biri dalkavuk kişilikliydi. Dalkavukların soyundandı  neredeyse her biri. Dalkavukluk tıyneti, dalkavukluk ruhu seni anlatabilir miydi? Anlatamazdı.  Anlatamadı.

Evet, Sana tabi olduklarını söyleyen kimi dalkavukça sarıldı söze, sözlere. Dalkavukça sözlerden medet umdu. Dalkavuklukta öylesine aşırı gitti ki ifrattan başının döndüğünü ayrımsayamadı. Sarhoş oldu her biri. Gizlemediler de sarhoşluklarını. Sarhoşken yaklaşmayın buyruğunu tek bir şeye hasrettiklerini bilemediler. Sarhoşken hiçbir şeye yaklaşılmaz ki. Sarhoşun yapıp ettikleri, sayıp döktükleri kanıt olmaz ki. Bilemediler bu sarhoş dalkavuklar.

Dalkavuklar, Seni Sen olmaktan çıkarıp yücelttiklerini sandı. Bu sanıları hem kendilerini hem başkalarını aldattı. Aldatıyor da. Sana meleklerin özelliklerini verip meleklerden üstün olduğunu savladı. Ne denli çürük bir sav olduğunu anlayamadan hem de, hem de anlayıştan yoksun olarak Seni anlatmaya kalktı. Anlattıkları Sen değildin ki. Bir melekti. Yeryüzünde insan suretinde gezinen bir melekti anlattıkları. İnsanlarla birlikte yemek yiyordun ama bu bir görünüşten ibaretti. Görünüşte uyuyordun. Görünüşte eşlerinle birlikte oluyordun. Görünüşte ağlıyor,  görünüşte tebessüm ediyordun. Görünüşte çocuklarla oynuyordun. Çocuklar görünüşte omuzundaydı. Allah görünüşte ikaz etmişti Sen’i bir âmâya sırtını döndüğünde. Sana tabi olduklarını söyleyip Seni anlatmaya kalkanlar tam bir masallardaki meleklerden birini anlatıyordu. Sen bir melektin. İnsandın, yapıp ettiklerin her anlamıyla insancaydı. Ama onlar bütün bunların görünüşten olduğuna inanmamız için çırpındılar. Sen bir melektin.

Yok! Onların anlattığı bir melekti. Sen bir melek değildin. Meleklerin secde ettiğiydin. İnsandın.  İnsan olmasaydın seni nasıl izleyebilirdik ki? İnsan olmasaydın sesin içimizi nasıl ısıtırdı ki? İnsan olmasaydın merhametin gönüllerimizi nasıl tutuştururdu ki? “Sizin için onda güzel örnekler vardır” buyruğunu yedi bitirdi dalkavuklar anlattıklarıyla, söyledikleriyle, sözleriyle. Senin bir örnek olabilmen için insan olman gerektiği “De ki, ben de sizin gibi bir insanım.” yargısıyla noktalanmışken hem de.

Dalkavuklar Sana insan olmayı çok gördü. İnsanı küçük gördüklerinden. İnsanı küçük bildiklerinden. Kendi küçüklüklerini insandan bildiler. Tıpkı azıp sapmışların azgınlıklarını, sapkınlıklarını insandan bilenler gibi dalkavuklar da kendi küçüklüklerini, yoksunluklarını, acziyetlerini insana yamadılar. Ve Seni sen olmaktan, yani insan olmaktan çıkardılar. İnsanlıktan çıkarınca yücelttiklerini sandılar. Seni yüceltme gayreti güdenler buğz edenlerden daha feci bir iş yaptıklarını ayrımsayamadılar.

Ben mi? Ben Varaka bin Nevfel’in yolunu izliyorum Seni anarken. Hani Varaka bin Nevfel, “Keşke kavminin seni yurdundan çıkaracağı zaman sağ olup sana yardım edebilsem” demişti. Ben de “Keşke kavminin seni yurdundan çıkardığı zamanda var olsaydım da sana yardım edenlerden olabilseydim.” diyorum.

Herkes seni anlattı. Kimse anlatmadı seni. Herkes veda anını izledi.  Kimse veda anını izlemedi. Herkes veda anını izlettirdi. Kimse veda anını izlemedi. Herkes veda anına çağırdı. Herkes bu çağrıya kulak kabarttı. Kimse bu çağrıya kulak asmadı. Herkes veda anına gitti. Kimse veda anına gitmedi.  Herkes veda anını bildi. Bilmedi, o anı bildiğini sandı.

Kimse Hira’daki buluşmandan söz etmedi. Söz eden olduysa da şöyle bir söz edip geçti. İşi acele tüccarlar gibi savuşup gittiler. Durup tanık olmaktan ürktüler belki. Belki yanmaktan korktular. Belki o buluşmayı söze, sözlere yüklemenin çetinliği büktü, kırdı kalemlerini. Belki o buluşmayı dinleyecek kulaktan yoksunlardı. Belki dilleri dönecek halde değildi. Yok! Acele işi olan tüccar olmayı seçmişlerdi. Her biri bir ticari erbap olarak baktılar Sana. Seni değilse de Senin öykünü tıpkı Yusuf gibi pazarlarda sattılar. Öykünü bir pazar metaı haline soktular. Gerek Sana dil uzatan tüccarlar, gerek dalkavukça yaklaşan tüccarlar hiç eksilmedi pazarlardan. Durup bir kulak veremezlerdi Hira’daki buluşmaya, işleri aceleydi. Ödenecek kiraları, elektrik ve su faturaları, okul masrafları, alet edevat taksitleri, yiyecek, içecek tatil giderleri vardı. Hep olacaktı da. İşleri aceleydi her birinin. Alkışlanacak salonlar hazırdı. Çıkılacak ekranlar bekliyordu her birini. Hira’da bulunmak olmazdı. Hira’da durmak olmazdı. Hira para etmezdi. Hira’daki buluşma ticari bir meta olmaktan çok, çok uzaktı.

Herkes Seni anlattı ve fakat kimse Seni anlatmadı. Anlatamadı. Seni anlamanın biricik yolu Hira’dan geçmekteydi. Hira’dan geçerdi. Hira’dan geçer. Hira’daki buluşmayı anlamayan, anlayamayan Seni nasıl anlatabilir? Nasıl anlatabilirdi ki?

Herkes Seni anlattı ve fakat kimse Seni anlatmadı. Anlatamadı. Seni anlatanlar, anlatmaya kalkanlar Hira’nın üzerinden atlar atlamaz başka birini, başka bir şeyi anlatmaya koyuldular. Ya köylerinin muhtarından biraz daha iyice, biraz daha irice, biraz daha sevimli biriydi anlattıkları. Ya da öykülerini okudukları şehinşahların tuhaf bir kopyasıydı dile getirdikleri. Ya bir masal  kahramanının ya bir kurmacanın baskın kişilerinden biriydi anlattıkları. Dönüp dönüp anlattıkları, dönüp dönüp yazdıkları hep buydu. Hira’yı atlamışlardı çünkü.

Bilinçli bir atlayış mıydı bu? Hira’dan kaçış bilinçli bir kaçış mı? Öyle gibi. İnsan olmanın yolunu sinsice kesmek için planlı programlı bir kaçış gibi.  Belki birçoğu ayrımında olmadan katılmış bu kaçışa. Tıpkı bir sürünün bireyleri gibi. Bilmeden insanın yolunu kesmişler gibi. İnsan olmaya gidişin yolunu kesenlere zaman kazandırdıklarının bile ayrımında değiller belki. Bu bir mazeret değildir elbet. Hira’dan kaçışı aklayacak herhangi bir mazeret yoktur yeryüzünde. Yeryüzü bu denli insafsız değildir. Bu denli insafsız olmamıştır. Bu denli çorak değildir yeryüzü. Elbet Hira’yı duyup bilen vardır. Durup dinlemeyi, durup kulak vermeyi isteyen vardır. Böylesi bir hevesi kor gibi içinde besleyen besleyip büyüten vardır elbet. Olmuştur. Olacaktır da.

Hira’nın çağrısına ayarlı kulaklar eksik olmayacaktır yeryüzünde. Herkes kendindeki Hira’ya çıkacaktır. O daveti duyar duymaz tutacaktır yolunu Hira’nın. Anlayacaktır böylece Hira’daki buluşmayı. Seni anlayacaktır. Anlamak ve anlatmak için uğraşacaktır.

Hira’nın dilini bilenler olacaktır elbet. Her şey kendi dilince zikretmekte değil midir? Öyle ise her bir şeyin kendine ait bir dili vardır. Hira’nın da bir dili vardır. O dili bilen birileri hep olacaktır. O dili bilip çağrısına kulak veren, çağrıya icabet eden olacaktır elbet. Yeryüzü öylesine mümbittir, öylesine bereketlidir işte. Sen bize en güzel örneksin Hira’nın dilini bilmek örnekliği de Senin’dir. O dili bilecek ve o davete gideceğiz elbet. Gidilecek elbet.

Ne körlerin, sağırların, gönlü kararmış tüccarların, ne de dalkavuk tüccarların anlattığını savladıkları şeyler kesecek yolumuzu. Yolumuz açık. Yolumuz aydınlık. Yolumuz ak pak.



Cemal Çalık, 18.09.2013,  Konuk Yazarlar,  Hira, Sonsuz Ark


Hira







Seçkin Deniz Twitter Akışı