23 Temmuz 2013 Salı

SA307/ÂA19: Türkiye Tarihin Akışını Değiştirebilecek mi?

Batı, İsrail ve İran Türkiye’yi durdurma hedeflerinin  ilk yarısında başarıya ulaşmış görünüyorlar.


Ankara’nın Bakanlar Kurulu gündemine çekilen sessizliği, Çankaya köşkünde yapılan güvenlik toplantıları Türkiye’nin dış politika araçlarında derin ve çok boyutlu başka bir aşamaya geçildiğini düşündürtüyor. Türkiye, geçmiş on yıla oranla ikinci on yılda çok daha steril, seçkin ve insan hakları temelinde bölgesel ve küresel bir aktörün yetkin dilini kullanma kararlılığında.

Yeni Türkiye’nin yeni dış politikasının mimarı Ahmet Davutoğlu, Türkiye’yi Sıfır Sorun Stratejisi’ni sorgulamaya iten onlarca nedenle boğuşurken, kararlılığından bir şey kaybetmiş değil. Küresel egemen stratejilere vukufiyeti onu çok denklemli çok bilinmeyenli yeni sistemler üretmeye zorluyor. Başbakan Erdoğan’ın açık, anlaşılır çıkışlarını koordine eden bu yetkin zekânın, tıkanmadığını, aksine çok daha büyük bir enerjiyle çalıştığını ve arkasına aldığı sessiz küresel desteğin kazandırdığı ivmeye güvendiğini görüyoruz.

ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, Arabistan, Ürdün, BAE ve İsrail destekli Mısır’daki 3 Temmuz askerî darbesi, Suriye’de başlatılan kaosa yapılan büyük bir eklentiydi. Arap dünyasını kuşatan yeni kaos teorisinde tek ve en büyük amaç Yeni Türkiye  patentli Türk dış politikasının her zamanki gibi vaadedilmiş topraklarda durdurulmasıydı.

Osmanlı Sultanlarını tehdit eden, sürekli ayaklanan ve artık girdiği tüm savaşları kaybeden yeniçerileri tarihe gömen II. Mahmud, Başbakan Erdoğan’ın iki yüzyıl sonra Türkiye Cumhuriyeti’ne yaptığı ve yapmaya çalıştığı gibi, Osmanlı Devleti’ne saygın bir kimlik kazandırmaya çalışırken büyük bir küresel dirençle karşılaşmıştı.

Mısır Valisi mason Mehmet Ali Paşa'nın  Fransız askerî danışmanının ve İngiliz müttefiklerinin kışkırtmasıyla 1831-1833 yıllarında  Osmanlı Sultanı II. Mahmud’a karşı çıkardığı iç savaşta Filistin, Suriye ve Anadolu'ya düzenlediği seferlerde ve 21 Aralık 1832'de Konya ovasında Konya Muharebesinde Osmanlı orduları yenilmiş, II. Mahmud kendi valisine karşı Fransa ve İngiltere’den destek talep etmişti, ancak İç savaşı planlayan ve organize eden bu iki devlet yardım talebini reddedince, Ruslar, sıcak denizler hevesleri kullanılarak 1833’te (Hünkâr İskelesi Antlaşması) İstanbul’a davet edilene kadar Osmanlı hanedanını değiştirme kararlılığında olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa durdurulamadı.  İngiltere’ye Osmanlı hanedanını değiştirmeme sözü veren Kavalalı, II.Mahmud’un hâl edilmesini ve oğlu çocuk Abdülmecid’in tahta çıkmasını istiyordu.

31 Mayıs 2013 Gezi Parkı ayaklanmasındaki  Erdoğan’ın istifası, Ak Parti hükümetinin devamı gibi benzer talepler, 31 yıl iktidarda kalan II. Mahmud’un yenileşme ve güçlenme stratejisini baltalamaya yönelikti. 

Güneydeki sorunlarını çözmeye çalışan Osmanlı, Arap topraklarında çıkarılan iç savaşla durdurulmuştu.  Sırp ve Yunan isyanları, Rus, İngiliz ve Fransız donanmalarının Navarin'de Osmanlı donanmasını imha etmesi, Rus ordularının doğuda Erzurum'a, batıda da Edirne'ye kadar ilerlemeleri, Fransa'nın Cezayir'i işgal etmesi ve asi ilan ettiği Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın ihaneti İmparatorluğun yeniden güçlenmesini imkansız kılmıştı.

II. Mahmud’un 1839’da ölümünden önce, hain Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yı cezalandırmak için gönderdiği ordu ile başlayan savaş 1839-1841 yılları arasında  Beyrut, Akka, Filistin ve İskenderiye kıyıları ve Anadolu’nun güneyi şu andaki gibi kan gölüne döndürdü. Sonrasında da Osmanlı, Fransa, İngiltere ve Rusya’nın çıkardığı savaşlarla tarihe gömüldü.

Türkiye’nin Sıfır Sorun Stratejisi ile Balkanlarda, Suriye, Lübnan, Mısır ve diğer Arap topraklarında, İran’da geliştirmeye çalıştığı yeni birlik, İslam’ın yeniden doğuşunu ve güçlenmesini simgeliyordu. Türkiye, komşuları, eski toprakları olmadan güçlenemezdi. Durdurulmalıydı. Suriye’deki iç savaş Türkiye’nin bütün karşı çabalarına rağmen durdurulamadı. Erdoğan ve Davutoğlu tarihin farkındaydı.

Suriye’deki kaosun uzaması Türkiye’nin durdurulması için gerekliydi. Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin Türkiye ile eş güdümlü bir dış politika geliştirmesi, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail tarafından Mısır’da demokrasinin askerî darbe ile sona erdirilmesine ve Mursi’nin hapsedilmesine neden olarak sayıldı. Mısır, tarihteki rolünün tersine Mursi ile güç birliği yapmak üzere yeniden kazanılmışken büyük bir belirsizliğe gömüldü. İsrail askerî darbe yapan General Sisi’yi kahraman ilan etmişti.

Suriye, kuzeyde bir Kürt  bölgesi, Irak sınırlarına doğru uzanan bölgede bir Sünni bölgesi, Şam ve Lazkiye’yi içine alan topraklarda bir Nusayri bölgesi olmak üzere üçe ayrılacak ve Türkiye üç ayrı devletle çok daha büyük sorunlar yaşayacaktı. Suriye’de planlanan parçalanma gerçekleşene kadar da savaş durmayacaktı. Hiçbir şekilde insaf  içermeyen  savaş, soykırım düzleminde sonsuza dek sürecek büyük bir kan davası başlatmak  için mümkün olduğu kadar uzatıldı.

Türkiye, II. Mahmud’un Fransa ve İngiltere'ye yaptığı müracaatlar gibi Obama'ya müracaat ederek ABD’nin Suriye’deki katliamları durdurmasını istedi. BMGK’yı ısrarla Suriye’ye müdahaleye çağırdı. Ancak kandan beslenen Rusya ve ABD kaosun sürmesi için ellerinden geleni yaptılar.

İran, Özgür Suriye ordusuna karşı savaşmak üzere Devrim Muhafızları, silah ve para gönderdi. İran’ın güdümünde olan Lübnan Hizbullah lideri Nasrallah, İsrail’le savaşarak zafer ve itibar kazanan Hizbullah askerlerini Esed’i desteklemek ve sünni savaşçılarla savaşmak üzere Suriye’ye gönderdi. AB, sonradan ÖSO'yla savaşan Hizbullahı terör örgütleri listesine alarak ödüllendirecekti.

İngiltere, iki yüzlü politikalarla, ÖSO’ya silah satışını engelleyen AB kararının değiştirilmesini isterken, 1 Haziran’da sona eren satış yasağı bittiğinde, iki yıldır sürdürdüğü politikasını aniden değiştirdi. ÖSO’ya silah vermeyeceğini ilan etti. ABD, İngiliz, Fransız, İsrail, İran ve Alman  istihbaratı katil Esed’e stratejik destek vererek ölümlerin sürmesini sağladılar.

ABD, taşeronu El Kaide’yi Suriye’ye yönlendirerek ÖSO’nun komutanlarını öldürtmeye çalıştı. SMDK’nın temsil ettiği demokratik yapı, El Kaide gibi harici unsurlar bahane edilerek İslamcılık hedefi olan illegal bir yapı olarak tasnif edilmeye çalışıldı.

Rusya, Esed’e sıcak ve anlık desteğini eksiltse de Cenevre toplantılarını sağlayamamış olmakla büyük bir yenilgiye uğramıştı. Türkiye ile olan stratejik ilişkilerini riske edemediği için sessiz kalmayı tercih etti.

Irak Başbakanı Malikî, İran’dan Esed’e gidecek olan silah ve asker sevkiyatını engelleyecek güce sahip olmadığını ilan ederken Şii kanat artık belirginleşmişti.

ABD Türkiye Büyükelçisi Ricciardone bölgedeki kaos sürerken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’‘nun bütün karanlık noktalarını gezdi, Ağrı Dağı’na tırmandı. PKK o dağlarda iken elliye yakın yakma, adam kaçırma, özel güvenlik egzersizleri yapıyordu. Türkiye ile sıcak diyaloglar gerçekleştiren ve petrol anlaşmaları yapan Barzani, ansızın Erbil’de bir Kürt Konferansı düzenleneceğini ilan ederek, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki Kürt liderleri davet etti.

Dünya şu sıralarda Büyük Kürdistanı konuşuyor. Türkiye, İran ve Irak’tan resmî hiçbir eleştiri almayan bu oluşum, büyük sürprizler doğurmayacaksa da, Türkiye’nin yeni denge stratejisindeki ustalığının niteliğini belirleyecek. Davutoğlu’nun sakin ve olgun tutumu güçlü ikinci on yılın nasıl olacağına dair etkili söylemlerle güçlendiriliyor: “İzin vermeyiz!”

Gezi Parkı Terörü, Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen ülkelere büyük umut vermişti. Şu andaki büyük sessizlik, bastırılan bu ayaklanmanın getirdiği periferik şaşkınlıktan kaynaklanıyor. Mısır’daki darbe, Türkiye'nin İhvan'la, Araplarla işbirliğini güçlendiren bir fırsat alanı da açmış oldu. Türkiye demokratik duruşunu tescilleyen ve küresel onay alan bir sonuca doğru ilerliyor.

Mısır’da olana darbe diyemeyen Avrupa Birliği, Türkiye’nin çifte standart ve demokrasi vurgulu ısrarlarından daha fazla kaçınamadığı için, darbe sonrası oluşturulan geçici yönetimi meşru görmediğini ilan etti, ancak ardından AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Ashton, Kahire’yi ve darbeci yönetimi ziyaret ederek darbecilere verdiği desteği güçlendirdi. ABD darbeyi desteklemeye ve yeni savaş uçakları göndermeye kararlıydı. Ürdün Kralı da üzerine düşeni yapıyor ve Kahire’yi ziyaret eden ilk kral olmayı tercih ediyordu.

Mısır, kanlı bir iç savaşa hazırlanırken Türkiye daha sessiz daha derin bir strateji savaşı ile meşgul görünmek istiyor. Bütün görsel değişkenleri demokrasi ve insan hakları eksenine taşıyarak çift kanallı ancak derinlikli bir politika uyguluyor.

Batı, İsrail ve İran Türkiye’yi durdurma hedeflerinin  ilk yarısında başarıya ulaşmış görünüyorlar. Türkiye 1833’teki gibi  güçsüz değil ve ilk yarı sonucu, Türkiye’yi daha gerçekçi ve sağlıklı politikalar üretmeye zorladı. İkinci yarıya güçlenerek başlamış olan bir Türkiye’nin bölgeye ve Dünya’ya umut vaat etmeye devam edeceği artık kuşku götürmez bir gerçek.

Gelişen bütün nicelikleri ve nitelikleri ile Dünyaya yayılan Türkiye artık tarihi değiştirebilecek güce sahip. Mısır ve Suriye sınırları değişmeden sonraki on yıla taşındıklarında Batı tamamen bitmiş olacak. Arap toprakları artık hazmı zor birer lokma hâlinde,  vahşi batının midesinde patlamaya hazır birer bomba ve bu bomba patladığında bu kanlı topraklarda bir tek kral ve diktatör kalmayacak.




Âkil Ağazâde, Sonsuz Ark, 22.07.2013


Seçkin Deniz Twitter Akışı