19 Temmuz 2013 Cuma

SA297/KY1-CÇ14: Put Yontar mısın, Yoksa Don Kişot’u Kıskananlardan mı?

“Ve dinleyeceklerin başına gelecek olan başından bellidir, bunu göze alacak kaç kişi çıkar?”


Sor kendine sen de; “Don Kişot’u kıskananlardan mısın?” Oysa Don Kişot kıskanılacak biri olmadı. Olmayı aklından bile geçirmedi. Suskunluğu yeğledi. Yel değirmenlerine saldırdığı yönündeki haberler -ki fısıltı gazetesinin bir başarısıdır bu- karşısında susmayı seçti. Gülüp geçti. Ama ben bunu yapmayacağım. ‘Kral çıplak!’ diye haykıran çocuğun saflığını kuşanarak konuşacağım.

Biliyorum önce gülünecek, alaya alınacak sözlerim.  Tıpkı Don Kişot’un başına gelen gibi.. Don Kişot’un başına ne mi geldi? Sor kendine adı anılınca gülmüyor musun? Aklında yel değirmenlerine saldıran bir meczup görüntüsü biçimlenmiyor mu? Anlatıp gülmüyor musun dost meclislerinde? Törenlerinde şölenlerinde adını anıp kahkahalara boğmuyor musun katılımcıları?

Niçin böyledir? Hiç sordun mu kendine? Ya da hiç ‘Niçin?’leri sordun mu kendine? Kendini kendine sorgulatma gereksinimi duydun mu hiç?  Hiç sordun mu kendine niçin yel değirmenlerine saldırdı Don Kişot?

İşte söylüyorum Don Kişot’un saldırdıkları yel değirmenleri değil tanrılardı. Don Kişot saftı; saldırdıkları kurnaz. Hep kurnazdırlar. Hep kurnaz olacaklardır. Kurnazlıklarında korkunç mahirdirler. Kurnazlıkları hudutsuzdur. Tuzakları pek vahşicedir. Pek albenilidir her bir tuzakları. Var olanı yok yok olanı var göstermede dudak ısırtırlar. Şirretliklerini saklamada pek bir beceriklidirler. Tılsımları benzersizdir. Don Kişot bu benzersiz tılsımlardan biri ile karşı karşıya kalmıştır.

Nasıl da dönüşüverdiler aniden yel değirmenlerine saldırdıkları tanrılar. Ve nasıl da gülünç kıldılar zavallı şövalyeyi.. gülünüp geçilecek bir şeye dönüştürmeselerdi nasıl sürdürebilirlerdi ki varlıklarını?


Öyle ise hazır olmalıyım boynuma asılacak yafta için. Boynumu alıştırmalıyım, bu yükü çekecek kıvama getirmeliyim yılmamak için.



Ya Don Kişot’ta olduğu gibi gülünç duruma sokacaklar ya da suçlayacaklar, çarmıha gerecekler marangoz gibi.

Marangozu çarmıha geren tanrıların kurnazlığı dudak ısırtmıyor mu? Ben aklıma düştükçe dudaklarımı kanatıyorum. Bak ne hale soktular Marangoz’u, o put kıran İbrahim’in şanlı varisini bak ne hale getirdiler!

Önce çarmıha gerdiler sonra çarmıha gerilen Marangoz’u tanrı kılıp baş tacı ettiler. Varsın Marangoz kaçıp gitmiş olsun onların törenlerinden şölenlerinden, ayinlerinden, yortularından; varsın uzak kalsın ve beri olduğun ilan etmiş olsun.


Nasılsa Marangozun kendisi çıkıp da yalanlarını yüzüne vurmaya kalktığında yığınların dinlemeyeceğini biliyor tanrılar. Ve dinleyeceklerin başına gelecek olan başından bellidir, bunu göze alacak kaç kişi çıkar? Bilirler bir elin parmaklarını geçmediğini tanrılar ve bilirler çarmıha gerilirken aykırıların çığlıklar savurmayacaklarını, pişman olup tövbe etmeyeceklerini.

Söylüyorum size; tanrılar kıskançtır ve fakat belli etmezler. Örterler kirli kıskançlıklarını. Bir bir yerlerinde gözleri vardır ve fakat belli etmezler. Aralarından palazlanmamış biri palazlanmaya çıktığında diş bilerler. Ve bilirlerse diş geçirebileceklerini, sezerlerse saldırırlar hiç düşünmeden. Alaşağı etmek en keyif aldıkları oyundur.



Put kıran İbrahimî bir gelenekten gelip tahtlarını var gücüyle sallayan birine diş geçiremediklerinde, hemen tavır değiştirirler. Çün omurgasızdırlar ve omurgasızlıklarından kızarmaz yüzleri. Hemen huzurunda el pençe divan dururlar ve himmetini beklerler bu yeni gelenin. Var güçleriyle savunurlar.

Diş geçiremediklerini parlatırlar, bedensel ölümünden sonra bile parlaklığı gitsin istemezler. O’nun o karanlık ışığı kendi tahtlarını aydınlatacaktır bunu sezerler, pek bir güçlüdür sezgileri.

Diş geçirebileceğini umduklarının karşısında pek bir kahraman gözükürler. Böylece tahtlarını sarsanı var güçleriyle bertaraf etmeye çalışırlar. Çığlık savurmakla başlarlar ilk önce. Tanrılıklarına inandırdığı yığınlar kanını içsin isterler tahtlarını sallayanın. Ayaklarına batan bir kıymık mesabesindeki bu tahtlarını sallayanı çığlıklarıyla boğmaya kalkarlar öncelikle.

Bozguncu diye ilan ederler. Olmadı kendi nemrutluklarının, kendi firavunluklarının örtüldüğünden emin olarak firavunlukla, nemrutlukla suçlarlar tahtlarını sallayanı. Kuşkuya düşmezler inandırıcılıklarından. Kendilerine inanacak safdillerin varlığından kuşku duymazlar. Kurdukları eğitim sisteminin aklı kirada nice kişiyi var ettiğini bilirler. Aklı kirada olanlardan güç alırlar.

Vurucu güçleri aklı kirada olanlardır. Buna güvenirler. Böylece yığınlardan büyük ustalıkla gizledikleri kendi yapıtları olan zulümleri, aklı kirada yığınlar tahtlarını sallayanlardan bilsin ve bu kıymığı yığınlar çıkarsın diye gece gündüz uğraşırlar.

Aklı kirada olmayan ve tanrıların karşısında kendi gücünce savaşım veren mustazafların safından kişiler avlarlar. Pek hazin bir avdır bu. Bu av, ayrımında olmaz renktaşını kırbaçladığının. Efendisinin sesi olmakta bir beis görmez. Kendi sesi sanır çünkü. Yapıp ettiklerinin tanrılara hizmet olduğunu anlayamaz. Çarpılmıştır. Tıpkı kadim zamanlara ait öykülerdeki tılsımlı su içmiş gibidir. Kanına girenlerin, inancının düşmanları safında olduğunu ayrımsayamaz. Ayrımsamaya yeltenemez.

Yanılsamayı gerçek bellemiştir. Tanrıların çığlıklarını mazlumların çığlığı gibi algılar. Ne hazin bir avdır! Avlandığının ayrımında olmamak ne hazindir! Ne korkunç bir haldir! Dün elinde avucunda ne varsa alan tanrıların kanlı hazinesini kendisi beslemeye çıkar ve ne yazık ayrımında değildir.

Tanrılar bu yeni avla nasıl da mutludurlar. Çün seslerine kulakları tıkalı aklı kirada olmayan mustazafların sözcükleriyle konuşan bir payanda bulmuşlardır. Tahtlarını sallayanı bertaraf etme kolaylaşmıştır gözlerinde. Gönenir kara gönülleri. Coşkuyla çıkarlar aklı kirada yığınlarının karşısına ve gösterirler yeni payandalarını. Kutsanmasını buyururlar sürülerinden. Pek hazindir bu manzara!

Mustazaflar gözyaşlarını içlerine akıtır. Çün kurda bir koyun kaptırılmıştır. Yürekleri parçalanır mustazafların! Çün tanrılara karşı verilen savaşımda bir şehit değildir verdikleri. Bir tutsaktır aralarından avlanan. Ve o av ayrımında bile değildir. Tanrılar işlerini bu avladıklarıyla görmenin hesabı içindedir. Çünkü tahtlarını sallayanlarla yaptıkları savaşımda edindikleri deneyim bunu gerektirmektedir. Kendi ellerini saklarlar.

Elleri kirlenmesin isterler. Başkaca planları vardır çünkü. Tarihsel deneyimleri planlarının belkemiğini oluşturur. Diş geçiremediklerinin sahte put kıran olmadığını ayrımsadıklarında yeni ve ezeli planlarını devreye sokarlar. Çünkü tahtlarını sallayan sahih put kıran ise bilirler tahtlarını başına yıkacağını bu yeni gelenin. Bilirler avlayıp kendi sesi kıldıkları avın çabaları da fayda etmeyecektir.

Bu yeni put kıranı engelleyemeyeceklerin anlar anlamaz safına geçerler. Bu yeni geleni kendileri gibi kılmanın yolları için sıvarlar kollarını bu kere. Sezdirmeden. Ve gün gelir o kirli o kanlı tahta oturturlar, tahtta oturan tahtlarını başlarına geçiren değilmişçesine.

Put kıranın yolunda yürüyormuş gibi gözükürler. Boyun eğerler. Ya ölümünden önce dönüştürürler ya ölümünden sonra katarlar saflarına. Sahih put kıran ölmeden dönüşmez dolayısıyla diri iken dönüştürme eyleminden vazgeçip ölümünü beklerler. Ölünce sanki tanrıların tahtlarını o kırmamış gibi kendilerinden olduğunu ilan ederler.

Öyledir de! Artık o tahtta oturan tahtlarını yıkan değildir. Ancak yığınlara bu oturanın O Put Kıran olduğunu söylerler arsızca ve inandırırlar, öylesine mahirdirler inandırmakta. İnanmayanı, bu O değil diyeni ateşlere atarlar, çarmıhlara gererler ortasından ikiye biçerler put kıran adına.

Tanrılar bilir, her put kıranın kendileri için taze bir kan olacağını. Bu yüzdendir her yeni put kıranı gördüklerinde belli-belirsiz bir sevinç içre oluşları.
Şimdi söyle bir put kıran mısın put yontan mı? Avlanmış olan mısın? Savaşım veren mi? Put kıranların yanında mısın put yontarların mı? İbrahim’in mi yanındasın Nemrut’un mu?


Cemal Çalık, 19.07.2013, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark





Seçkin Deniz Twitter Akışı