12 Mayıs 2013 Pazar

SA241/AÇ11: Türkiye’nin İç Politik Sorunları ve İngiltere’nin Mayın Stratejisi

“Türkiye ne Almanya’nın ne de ABD’nin dostluğuna güvenebilir; İngiltere ve Fransa’nın düşmanlığına da çok dikkat etmelidir.”



İç politikanın teknik ayrıntılarından dikkatini çekip, Türkiye’nin iç sorunlarına küresel politikaların teknik ayrıntılarından bakan biri ne görebilir? İzleklerde gezinirken muhtemelen 1793’te III.Selim’le başlayan reform hareketleri başarısızlığa uğrayan Osmanlı Devleti’nin, büyük bir hızla indiği  yüz yıllık düşüşün son  dönemlerini  de hatırlayacaktır.

Şaşırtıcı değil; yüz yıllık dip seyahati sonunda Türkiye, inişin aksine simetrik yüz yıllık çıkışının başlarında yine aynı sıkıntılarla meşgul görünüyor. İngilizler her zamanki gibi Türkiye’nin iç politikasını  her sonucu çatışma olacak şekilde kompoze etmeye  çalışıyorlar. Birazdan inceleyeceğiz; ancak önce simetrik tarihin tezimize uygun kısımlarını irdelememiz gerekiyor.

1839’a kadar II. Mahmud’a kabul ettirilemeyen Osmanlı idarî ve siyasî reformu anlamına gelebilecek Tanzimat Fermanı ile özdeşleştirilen İngiliz, Fransız, Rus, Prusya, Avusturya baskılarıyla ilk büyük bozunma, İngilizlerin ‘Büyük’ dediği Mustafa Reşit Paşa tarafından Abdulmecid’e ilan ettirildikten 17 yıl sonra, yeni bir parçalanma türü olan ikinci bozunma Islahat Fermanı bu kez İngiliz ve Fransız hizmetkârı Mehmet Emin Âli Paşa tarafından ilan edildi.


Her ferman sonraki parçalanmanın alt yapısını hazırlıyordu. İmparatorluğu parçalayan siyasetleri nedeniyle İngilizlerden ve Fransızlardan koparak Büyükelçi General İgnatieff aracılığıyla Ruslarla yakınlaşan Abdülaziz’in Meşrutiyet’e ve Anayasa’ya direnen varlığını aşağılayarak tahttan indiren ve katlettiren ihtiras budalası Mithat Paşa adlı İngiliz operatörünün, siyaset dehâsı  II. Abdulhamid’i anayasayı ilan edeceği güvencesi ile tahta davet etmesi, çözülme sürecini 33 yıllık bir kesintiye uğratmıştı.

Abdülaziz’i tahttan indirerek Osmanlı Devleti’ni Rusya ile savaşa sürükleyen İngilizler, yani Mithat Paşa, 1876’da ilan edilen anayasa/meşruti idare ile yıkılışa dair nihâi hamlelerini yapamadan II. Abdülhamid eliyle siyaset dışına itildiler.

1877-78’de Rusya ile yapılan savaş, İngilizlerin Abdulhamid’e son hediyesi olmadı.  Mısır’ın işgali, Balkanlardaki kargaşalıklar, Kuzey Afrika’da, Arap Yarımadası’nda ve Anadolu’da beslenen çatışmalar her dış müdahale sonrasında daha da alevlendi.

İngiltere, Fransa ve Rusya’nın saldırılarına karşı Almanya ile stratejik işbirliğine giren II.Abdulhamid, kendi kurduğu okullarda yetişen subaylar tarafından II. Meşrutiyete zorlandı. 24 Temmuz 1908 günü yeni anayasa ilan edildi.

Selanik’ten yola çıkan Enver Paşa Marseillaise Marşı’nı çalan bando ve topçu alayı refakatinde İstanbul’a yürürken İmparatorluk hızla çöküyordu. II. Abdülhamid'in kıskaca alınması ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Berlin antlaşmasını ihlal ederek 1878’den beri işgal altında tuttuğu Bosna-Hersek’i ilhak etti. Bulgaristan Prensi Ferdinand, Viyana’dan dönüp ülkesinin bağımsızlığını ve Çarlığını ilan etti.

Selanik Hürriyetçileri “Türkiye Türklerindir!”,  “Frenk boyunduruğunu atın!” sloganlarıyla iktidara geldiklerinde devleti düzeltmek için Maliye’ye bir Fransız, gümrüklere ve donanmaya bir İngiliz, Ticaret Odası’na bir Alman, Jandarma teşkilatına bir İtalyan müfettiş atadılar; İmparatorluk bileşenlerine ayrılmak üzere harita odalarında cetvellere mahkûm edildi.

İngiltere ve masonlar II. Abdülhamid’in etkisizleştirilmesi ile yetinmemişlerdi; tahttan indirilmesini ve öldürülmesini istiyorlardı. 12-13 Nisan 1909 gecesi, iktidarda olan İttihat ve Terakki partisine karşı, gerçekte II. Abdulhamid’e karşı bir operasyon olduğu belli olan bir ayaklanma tertip edildi. Hareket ordusu tarafından bastırılan bu olaylardan -31 Mart Vakası- bir gün sonra, 14 Nisan 1909'da Adana’da yerleşik bulunan Ermeniler silahlı ayaklanma ile Müslüman ahaliye karşı saldırıya geçtiler.

Bölgedeki İngiliz Elçisi olaylardan önce kentte taraflar arasında yaşanan etnik gerilimi politik nedenlere bağlıyor ve şu şekilde rapor ediyordu; "Ermeniler özerlik için acele etmek istiyorlardı.”

Meşrutiyetin ilanı ile gayrimüslimlerin silah taşıması yasağı kalkınca, Çukurova Ermenileri özellikle kilisenin desteğinde silahlanmaya başlamışlardı. Daha sonra Mısır'a kaçan Ermeni piskopos Muşeg “ İntikam; cinayete karşı cinayet; silah satın alınız!”, “1895'teki her Ermeni'ye karşı bir Türk" ve "Bir ceketi olan onu satıp silah almalıdır” diyerek Ermenileri kışkırtmıştı.

Siyonisti, Taşnakı, İslamcısı, Ümmetçisi, Tarikatçısı, Türkçüsü, Kürtçüsü, İttihat-Terakki şemsiyesi altında birleşmişti; herkes hürriyet kahramanı olmak istiyordu. 25 Nisan 1909’da Mehmet Akif’in metnini yazdığı, Şeyhulislam  Ziyaeddin Efendi’nin imzaladığı hâl fetvası ile II.Abdulhamid, İttihat Terakki, İngiltere ve Abdulhamid'e Filistin nedeniyle husumet besleyen Mason teşkilatlarının operasyonlarına karşı kan dökülmesin diye boyun eğerek tahttan indi. 

Hemen ardından Yahudiler Filistin'de toprak satın alma izni aldılar. Osmanlı’yı Trablusgarb ve Balkan Savaşları ile hırpalayan İngiltere, I. Dünya savaşına sokarak amacına ulaşmış oldu. Çanakkale Savaşları İngilizleri şaşırtmış ve geciktirmiş olsalar da Osmanlı 1918’de Mondros’ta tarihe gömülmekten kurtulamadı.

İngiltere 1923’ten sonra yeni bir zehirli denklem üretecek ve Anadolu’da Türk-Kürt ayrımını körükleyecekti.  Lozan’la girilen çetrefilli dehlizlerde mayınlar vardı. Bu mayınlar 2012 yılı kışına kadar patlamaya devam edeceklerdi.

Cumhuriyetin kuruluşundan önce ve sonra 2010 referandumuna kadar geçen yüz yıllık süre dipte alınan yolla izah edilirse, İngiltere’nin uyguladığı stratejinin başarılı olduğu kaydedilebilir. Ancak simetrik ikinci yarıda aynı stratejiyi uygulayan İngiltere’nin başarılı olamadığı/olamayacağı yükselen Türkiye profilinden anlaşılabiliyor. 

Türkiye yüz yıl sonra yine Almanya ile Stratejik İşbirliği konseptinde çoklu diyalog mekanizmaları kuruyor. Ve İngiltere yine sahnede. Taşeron solcu örgütlerle Türkiye'nin ABD ve Almanya ile kurduğu stratejik işbirliklerine karşı eski stratejilerle derin kötülüklerin yeni yollarını arıyor. Şimdi simetrik tarihin ikinci, günümüze ait olan kısmını inceleyeceğiz.

Başbakan Erdoğan, 11 Mayıs 2013 günü Hatay’ın Reyhanlı İlçesi’nde patlatılan iki bomba yüklü araçla 40’tan fazla masum insanı öldüren 200’den fazlasını da yaralayan saldırılarla, PKK terörünün sona erdirilmesine yönelik süreci baltalamanın amaçlandığını, Suriye’deki iç savaşın Türkiye’ye sıçratılmak istendiğini söyledi: “Bu süreç hassas süreç özellikle çözüm süreci diye ülkemizde yeni dönemi başlattık. Bu yeni dönemi hazmedemeyenler ülkemizdeki özgürlük havasını teneffüs edilmesine olumlu bakamayanlar bu tür eylemler içine girebilir. Diğer hassas durum ise Suriye sınırındaki ilimiz olan Hatay hasassasiyetleri olan bir ilimiz. Bu hassasiyetleri kaşımak suretiyle de yapılmış olabilir. Sabırlı olacağız bu süreci aşacağız.''

Başbakan Erdoğan, 16 Mayıs 2013’te, PKK’ya verdiği destek yüzünden Türkiye karşısında zor durumda kaldığı için PKK’yı yurtdışına çıkmaya zorlayan Stratejik Ortağı Amerika Birleşik Devletleri’ne gidecek, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise 12 Mayıs 2013 Pazar günü yine Avrupa’da PKK’ya verdiği büyük destekle bilinen, ancak Erdoğan’dan yediği baskı ile strateji değiştiren Almanya’ya Stratejik diyalog toplantılarına gidecek.

ABD-Rusya ilişkilerinin ısındığı dönemde kendilerini yalnız hisseden Fransa ve İngiltere yüz yıl önceki gibi ittifak hâlinde. Paris’te katledilen üç PKK’lı kadın Fransa’nın Türkiye’deki terörün sona ermesine nasıl baktığını açıkça gösterirken -Paris suikastıyla ilgili bir açıklama yapan PKK'nın üst düzey yöneticilerinden Duran Kalkan, Fırat Haber ajansına yaptığı açıklamada, "PKK silah bırakırsa ne olacak sorusunun cevabını Paris'ten aldık." diyecek;  PKK, İmralı'da PKK lideri Abdullah Öcalan ile başlatılan müzakere sürecinin suikastlara rağmen sürdürüleceğini duyuracaktı-,  tepkisini saklamayı başaran İngiltere’nin oynayacağı başka oyunların olduğunu görmek için Hatay Cilvegözü’nde ve Reyhanlı’da patlayan bomba yüklü araçlara bakmak gerekecekti.

İngiltere ve Fransa’nın tepkilerini doğru konumlandırmak için Türkiye-Almanya ilişkilerine daha ayrıntılı bakmak gerekiyor. Erdoğan’ın Kasım 2012’deki Berlin ziyaretinde Almanya ile Türkiye arasında ekonomi, dış politika ve güvenlikte stratejik işbirliğinin temelleri atılmıştı. Türkiye ve Almanya, iki ülke arasındaki yakın bağları “eşsiz ortaklık” olarak tanımlıyordu.

Dışişleri Bakanları Ahmet Davutoğlu ve  Guido Westerwelle’nin Eylül 2012’de New York’taki görüşmelerinde genel hatlarını belirledikleri stratejik diyalog mekanizması, 2009’da gündeme gelmiş ancak uygulama aşamasına gelmemişti.  Kasım 2012’de Almanya’yı ziyaret eden Başbakan Erdoğan ile Almanya Başbakanı Merkel’in görüşmelerinde son aşamaya getirildi. Türkiye Almanya Stratejik İşbirliği Konseyi’nin ayrıntılarının olgunlaştırılması için geçen yaklaşık altı aylık süreçte Türkiye’nin son dönemde Almanya için artan önemi, Arap Baharı sürecinde dış politikada yakın işbirliği gereği netleşti.

Türkiye, özellikle PKK başlığı altında terörle mücadele ve terörün mali kaynaklarının kurutulması konusunda daha fazla destek olma sözü almıştı. 12 Mayıs 2013’teki Berlin ziyaretinde Davutoğlu Almanya ile Türkiye arasında stratejik diyalog mekanizması kurulacak. “ikili ilişkiler”, “uluslararası güvenlik ve terörle mücadele”, “uluslararası ve bölgesel konular” ile “Avrupa ortaklığı” başlıkları  ile konumlaman alanlarda ilgili tüm bakanlık ve kurumlardan üst düzey bürokratların katılacağı ortak çalışma grupları oluşturulmuş durumda.

Türkiye muhalefet partileri ile Erdoğan başkanlığındaki Ak Parti Hükümetinden farklı yaklaşmaya devam ediyorlar. Türk iç politikalarına olduğu gibi dış politikalarına da karşı çıkan MHP ve CHP Genel Başkanları ise, Darbe girişimleri ve terörle yargılanan Ergenekon Terör Örgütü’nün sürüklediği akıntılarla yol almayı tercih ederek, terörün sona ermesi için hükümet tarafından yürütülen bütün çalışmaları, hükümetin herhangi bir enformasyon girişimini de reddederek, kabul edilemez buluyor ve anlamsız bir şekilde sürece karşı pozisyon üretiyor; hükümetin tüm iç ve dış politika araçlarını tahrip ederek, Türkiye’nin genel çıkarlarını zedeleyici söylemlerle meşgul olmayı tercih ediyorlar.

Türkiye’nin Suriye politikasına karşı çıkan ve Esad’ın ürettiği vahşetin sürmesini sağlayan Rusya Federasyonu Büyükelçisi Vladimir İvanovski’nin 6 Mayıs 2013’te  CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaretinde neler konuşulduğu ise bilinmiyor. CHP Basın Birimi’nden yapılan açıklamaya göre, Rusya ile Türkiye ilişkileri dahil olmak üzere Avrupa, Asya ve Ortadoğu’daki gelişmeler ile Suriye konusu da değerlendirilmiş.

Kılıçdaroğlu Reyhanlı’daki patlamaları değerlendirirken hükümeti ‘İç ve dış politikalarını gözden geçirerek gereken bütün önlemleri almaya, bu önlemleri derhal hayata geçirmeye’ çağırmıştı. Hemen ardından Rusya Parlamentosu Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Aleksey Pushkov, Hatay'ın Reyhanlı İlçesi'ndeki patlamalarla ilgili olarak yaptığı yazılı açıklamada. "Türkiye'de terör saldırısında yine Suriye suçlandı. Her zaman olduğu gibi her şeyden sorumlu. Birisi barış konferansını bozmak istiyor ve askeri seçeneğe itmek istiyor!” diyerek Başbakan Erdoğan’ı suçladı.

Ana Muhalefet Partisi CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 14-16 Mayıs tarihlerinde Belçika ve Almanya'ya ziyaret gerçekleştirecek.  CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu, Kılıçdaroğlu'nun, 14 Mayıs'ta Brüksel'e giderek, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ile bir araya geleceğini, bazı parlamenterlerle de özel görüşmeler yaptıktan sonra 22 Mayıs'ta Almanya'ya geçeceğini söylemiş; ancak özel görüşmelerin ne anlama geldiğine dair herhangi bir bilgi yok. Genel Başkanın görüşmelerin içeriği ve sonuçları hakkında meclisi ve hükümeti bilgilendirmeyeceği de açık.

Kılıçdaroğlu’nun Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ile görüşeceği konuların Türkiye’nin iç politik değişkenleri ile ilgili olması muhtemel. Çünkü Avrupa son zamanlarda PKK’nın 'Terör Örgütü' listesinden çıkarılmasını, PKK’lı teröristlere de 'Aktivist' denmesini tartışıyor. Yani Türkiye Avrupa'nın bu girişimlerine göre normalleşmeyi biraz daha ötelemek zorunda kalacaktı.

Avrupa Birliği ile üyelik müzakereleri yürüten Türkiye, 2013 yılında, 1839’da başlayan ve neredeyse yüz yıl süren reform-anayasa kıskacının benzerini, eşdeğerini yeniden yaşıyordu.  

Türkiye yeni mayınlarla karşı karşıyaydı; 24 Nisan 2013’ te Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin Bahar (AKPM) Dönemi Genel Kurul toplantısında Ankara’yı en az iki yıl daha siyasi gözetimde tutmayı karalaştıran AKPM, PKK’lılar için, “uluslararası planda müşterek bir terörist tanımlaması bulunmaması”  sebebiyle ‘terörist’ yerine ‘aktivist’ sıfatını kullanarak başlangıçtan beri desteklemiş olduğu teröristleri aklıyor,  Laiklik ilkesi, eşcinsel hakları, azınlık hakları, Alevilerin hakları, sendikal haklar ve Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarında savunma hakları gibi konularda AB kriterlerine aykırı taleplerde bulunuyordu.

AKPM, Türkiye’nin denetim sürecinden tamamen çıkarılmasıyla ilgili kararın 2014 ve 2015 yıllarında yapılması öngörülen yerel, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri sonrasında verilmesi benimsenmişti ve Reform süreci yeni bir Anayasa ve yeni bir siyasal rejim tanımlamasıyla sonuçlanması gerektiğini not etmişti.

Yüz elli yıldır kendi kralları, kraliçeleri, kurumları ve sistemleriyle dimdik ayakta duran Avrupa Türkiye’den yine reform istiyordu

Türkiye, ABD ve Almanya ile stratejik işbirliğini sürdürürken Avrupa Parlamentosunu direktive eden İngiltere, The Guardian, The Independent, BBC ve BBC Türkçe gibi internet siteleri ile asırlardır sürdürdüğü ‘Mayın Stratesi’ni sessizce uygulamaya devam ediyordu. PKK’nın ve BDP’nin söylemlerini yönlendiriyor ya da direktiflerini bu kanallar aracılığıyla iletiyordu. Terörün sonlandırılmasını amaçlayan(!) süreçte Öcalan’ın özgürlüğü empoze edilmeye başlanmıştı. Öcalan'ın özgürleşmesi ise Türkiye'nin iç savaşa sürüklenmesi için atılacak en iyi adımdı.

25 Nisan 2013 tarihli BBC Türkçe’nin, PKK’nın 8 Mayıs'ta Türkiye'deki güçlerini geri çekmeye başlayacağını açıklayan; ABD, AB ve Rusya'dan destek isteyen; Diyarbakır, Erbil, Türkiye ve Avrupa'da çözüm konferansları yapılması çağrısında bulunan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’a dayandırdığı haber başlığı şuydu: 'Silahsızlanma Öcalan'ın özgürlüğüne bağlı'

Karayılan, basın toplantısında, Öcalan'ın Time dergisi tarafından dünyada en etkili 100 isim arasında yer almasından memnuniyet duyduklarını kaydederken, Öcalan'la ilgili makaleyi kaleme alan Kuzey İrlanda'daki Sinn Fein hareketi lideri Gerry Adams'a teşekkür etmişti.

ABD, Time kanalıyla İngiltere’nin teknik araçlarına ortaktı. Bir süre sonra Doğan Medya, özellikle CNNTürk kanalı, Öcalan’ın serbest bırakılması fikrinin toplum tarafından benimsenmesi için elinden geleni yapıyordu.

CHP’nin sürece destek vermemesini eleştiren ABD’den ithal Ekonomiden Sorumlu eski Devlet Bakanı Kemal Derviş, 10 Mayıs 2013 akşamı CNN TÜRK' Eğrisi Doğrusu' programında gazeteci Taha Akyol'a, “Bugünkü Öcalan 20 yıl önceki Öcalan değildir belki. Her insan deneyimlerinden gördüklerinden öğrenebilir. Eğer kendisi hakikaten şiddete karşıysa ve şiddetin sona ermesinde yardımcı olabilecekse olsun. Şiddetin bitmesi geçmişteki intikamlardan çok daha önemli" diyecek ve Öcalan hakkında estirilen Mandela havasına kendisi hiç hesapta yokken katkıda bulunmaya çalışacaktı.

Ertesi gün 11 Mayıs 2013’te gazetelerin genel yayın yönetmenlerini kahvaltıda ağırlayan Kılıçdaroğlu Kemal Derviş’e cevap verdi: “PKK, terörden vazgeçtiğini kesin bir dille ilan etmeli”.

Kılıçdaroğlu: “CHP’ye göre çözüm sürecinin adresi TBMM, AK Parti’ye göre ise Öcalan’dır.” dedi. Âkil insanlar heyetini ise hükümetin talimatını yerine getirmekle suçladı ve gözü kapalı bir şekilde CHP geleneğinin laf üreten, çözümlerin tümünü tıkayan geleneği ile konuştu :”Silahların susması, elbette olumlu ve gereklidir. Yeterli koşul; PKK, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı her türlü terör ve şiddet eylemlerinden vazgeçtiğini ve silahlarını yetkili kurumlara teslim edeceklerini kesin bir dille alenen ilan etmelidir. Öcalan, Kandil bundan özenle kaçınmaktadır. Çözüm süreciyle yeni anayasa hazırlıkları iç içe geçirilmiştir. Halkımız başkanlık sistemine geçişe destek karşılığında Öcalan’a tavizler verildiğini düşünmektedir.” diyordu ve “Uludere’nin (Roboski) hesabı verilmelidir” misyonunu tekrar mangala sürüyordu.

Kılıçdaroğlu 4 gün önce yayınlanan BBC Türkçe haberini okumuş olmalıydı. BBC Türkçe, 7 Mayıs 2013 ‘te The Independent gazetesi Orta Doğu muhabiri ve yazarı Patrick Cockburn’un yorumlarını ‘Silahların susması kesin değil' başlığı ile verdi. Cockburn, tipik bir İngiliz siyaset misyoneri gibi konuşuyordu:

“Türk güvenlik güçleri Öcalan’ın 1999’da yakalanmasının, PKK’nın çöküşüne yol açacağına inanıyordu. Bu akla uygundu; o hareketin acımasız ve otoriter lideri olarak tanınıyordu. Fakat Öcalan, hapishane hücresinde etkisiz kalacağına, artık ayrılık yerine özerklik arayan PKK’nın kontrolünü elinde tutmayı sürdürdü. Kürtlerin pek çoğunun gözünde hapsedilmesi ona, Kürtlerin çektiği acıların ve direnişinin sembolü olan bir şehidin cazibesini kazandırdı. PKK liderinin şablon ve resimleri, Kandil’deki kayalıkların ve uçurumların cephesinde beliriyor ve Türkiye’deki her Kürt gösterisinde taşınıyor.”

“Silahlar yerine fikirlerin konuşması. Bu gerçekleşebilir ama kesinlikle değil. Kendi çıkarlarının Türk devletini hem Türkiye’deki Kürtlerle, hem de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle ve Kuzey Suriye’deki Kürtlerle uzlaşmaya sevk etmesi gerekiyor; fakat Türklerin söylemi hâlâ Kürtlerin hapisten salıverilmesi, tüm toplumu kapsayan terörle mücadele yasalarının kaldırılması ve anayasal değişiklikler gibi adımlarla uyuşmalı. (Sabri) Ok, Türkiye’nin PKK çekilmesine rağmen baskıyı sürdürmesinin ‘onlar için ve hiç kimse için iyi olmayacağını’ söylüyor. Gerilla savaşı yeniden başlarsa kızışabilir çünkü PKK bölgede Türkiye’nin sayıları artan, İran ve Suriye gibi düşmanlarından destek arayabilir. Türkiye, Kürt azınlıkla bezdirici ve kazanılamaz çatışmasını sona erdirebilir ve erdirmeli ama bu, öyle yapacağı anlamına gelmiyor.”

İngilizler ve Avrupa Parlamentosu anayasa ve reformlarla yürünecek bir yol haritası çizerek, Türkiye’nin kendi özgül değerleri ile oluşturulacak olan bir sisteme ulaşmasına engel olmaya çalışıyorlardı. Başbakan Erdoğan’ın terörü kendi kurduğu diyalog ağlarıyla sona erdirme çabası baltalanıyor, partisinin ısrarla ürettiği yeni ve sivil Anayasa çalışmaları, CHP ve MHP tarafından köstekleniyor ve belki de İktidar Partisi kasten BDP-PKK destekli bir Anayasa çıkarılması için kışkırtılıyordu. Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül, bu stratejinin farkına vararak yeni anayasanın 2015 seçimleri sonrasına sarkacağını dillendirmeye başlamışlardı.

‘Eş Bazlı’ yayınlarını kronolojik olarak sürdüren BBC Türkçe, 9 Mayıs 2013’teki haberiyle, Kılıçdaroğlu’nun  Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ile yapacağı görüşmenin temel çerçevesini açıkladı: ‘PKK çekiliyor: AB devreye girmeye başladı’

Ocak ayında başlayan sürecin başlarında daha çekingen bir tavır izleyen AB, sürecin sorunsuz yürüdüğünü görünce müdahale etmeyi gerekli ve zorunlu bulmuştu. Akıl verenler sıraya girmişlerdi. İngiltere Başbakanı David Cameron, telefonla görüştüğü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı çözüm sürecinden dolayı kutlamış, İngiltere'nin Kuzey İrlanda tıklayın deneyimini anımsatarak Türk hükümetinin istemesi durumunda "çatışmaların çözümlenmesi" (conflict resolution) konusunda daha kapsamlı bir işbirliği yapabileceklerini söylemişti.

Ardından Avrupa Birliği'nin Ankara'da Büyükelçisi Jean-Maurice Ripert, Erdoğan'ın Öcalan ile başlattığı süreci "çok cesur" bulduklarını ve desteklediklerini belirtmiş; AB'nin katılım öncesi mali yardımlarının (IPA) Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasını amaçlayan projelerde kullanılabileceğini söylemişti. AB Başkanı Herman von Rompuy'un 23 Mayıs'ta yapacağı Türkiye ziyareti sırasında da benzer destek açıklamalarında bulunması umuluyordu.

Ancak AB temsilcisi Jean-Maurice Ripert  "çözüm süreci-yeni anayasa" bağı da kuruyordu; süreç sonunda Türkiye'nin demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi temel alanlardaki çıtasını yükseltmesini bekliyordu.  Bu durum Ankara-Brüksel ilişkilerine yeni bir ivme katacaktı. Herkes sevincinden havalara uçuyordu. Terör sorunu çözülürken artık bütün dikenler gül olmuştu.

Erdoğan’ın ABD’yi ve Avrupa’yı teröre verdikleri destek yüzünden kıskaca aldığı gerçeği Pipert tarafından da dillendirilecekti. PKK'nin Avrupa ülkelerindeki faaliyetlerini de sona erdirebileceği ve Türkiye ile AB arasında sık sık yaşanan siyasi bunalımların ortadan kalkacağı beklentisinden bahsetmişti. Ripert, PKK'nin halen AB terör listesinde yer aldığını anımsatırken, listeden çıkarılması konusunda henüz hiçbir üye ülkeden bir talep gelmediğini söylerken de bu talebe hazırlıklı olduklarını söylüyor gibiydi.

BBC Türkçe 10 Mayıs 2013’te  'Roboski aydınlanmadan barış olmaz' dedi. Haber, ‘28 Aralık 2011’de Türk ordusuna bağlı savaş uçakları tarafından düzenlenen ve 34 kişinin ölümüne neden olan bombardımanın sorumlularının belirlenerek cezalandırılması’ için yapılan eylemi ve“Erdoğan’ın barışına inanmıyorum” diyen Kadriye Encü’nün anlattıklarını içeriyordu.

Haber şöyle bitiyordu:

“Ailelerse 500. gün yürüyüşünde tekrar bir araya gelmek üzere evlerine çekiliyor. Barış sürecinin önemli yer tutacağı akşam haberlerini her akşam olduğu gibi buruklukla takip etmek üzere…”

Ertesi gün, 11 Mayıs 2013 Cumartesi günü, BDP Genel Merkezi’nden yapılan yazılı açıklamada Roboski katliamının 500. gününe gelindiği hatırlatılarak, bugüne kadar devletin failleri bulmak için adım atmadığı ifade edildi ve katliam emrini kimin verdiği soruldu. BDP, BBC Türkçe ile paralel yollarda yürüyordu. Kimin kimden haber ürettiği artık belli değildi. Türkiye'de Roboski Düğümü'nü dillendiren herkes aynı kaynaktan besleniyordu.

Görüldüğü gibi, Londra’da Downing Street 10 numara çok iyi çalışıyor.  Türkiye, iç sorunlarını üretenlerin çektiği küreklerle gideceği herhangi bir akıntı olmayacağının farkında. Kurulan işbirliklerinin hiçbiri tam olarak Türkiye’nin lehine değil; ancak şu anda yapılabilecek olan en iyi şey, stratejik hamleler tasarlamak, zamanın düzenleyici gücüne güvenmek ve Allah’tan yardım istemek. 

Türkiye ne Almanya’nın ne de ABD’nin dostluğuna güvenebilir; İngiltere ve Fransa’nın düşmanlığına da çok dikkat etmelidir. Erdoğan, ekonomik ve siyasî güçlerini kaybetmek üzere olan çıkar gruplarını, ancak birbiri ile yarıştırarak etkisiz hale getirebilir. Yüz yıl önce II. Abdulhamid’i tarihe gömen teknik ayrıntılar bugün yükselen Türkiye için simetrik ayrıntılar olarak kayda değer olmalı ve asla ihmal edilmemeli. Türkiye Anayasa’sını hiç kimse ile pazarlık yapmadan yapabilecek güce ulaşmadan Anayasa yapmamalıdır.




Adil Çelik, Sonsuz Ark, 11.05.2013




Not 1: Akademisyen ve yazar Dr. Nuri Sağlam 1 Kasım 2009 tarihli Zaman gazetesi Pazar Eki’nde yayınlanan söyleşisinde “II.Abdülhamid'in hal fetvasını Mehmet Akif'in yazdığını ayrıca o dönemde Fetva eminliği makamında Hacı Nuri Efendi’nin, Şeyhülislam makamında ise Ziyaeddin Efendi’nin olduğunu söylüyor.


Not 2: TIME,  "The International Magazine of Events." (Olayların Uluslararası Dergisi) ilk sayısı 1923 yılında, Joseph G. Cannon tarafından çıkarılan Amerika Merkezli haftalık bir haber dergisidir. Avrupa sürümü Time Europe, eski adıyla Time Atlantic, Londra'da basılmaktadır. Time Europe, Orta Doğu, Afrika ve Latin Amerika'yı da kapsamaktadır. Ayrıca Asya sürümü, Kanada sürümü, Okyanusya sürümü de bulunur


Analitik İlişkiler:

1- SA76/AÇ3: Terör Örgütü Lideri Serbest Bırakılmalı mı?/ Adil Çelik
2- SA92/AÇ4: Dışa Bağımlılık; İç Politik Kurguların Değişmeyen Karakteri/Adil Çelik
3- SA223/AÇ10: Değişen İç Politika Araçları’nın İç Barış Sürecine Etkileri/ Adil Çelik
4- Joan Haslip, Tanrı’nın Gölgesi; II. Abdülhamid, Profil yayınları, 1. Baskı, Ekim 2008, İstanbul


Alıntılar:

Seçkin Deniz Twitter Akışı