22 Aralık 2012 Cumartesi

SA132/AS14: Alegorik Din/Bozunmuş İslâm Algısı

"Allah’ın ayetlerine çağırmak kimi rahatsız eder?"


"...Neredeyse, kendilerine âyetlerimizi okuyanlara hışımla saldıracaklar..." Kur'an/Hacc 72

Doğru oturup doğru konuşalım. Türkiye’de herkesin kafasında kendi dini var. Hani bazı sohbetlerde ve yazılı çalışmalarda bahsedilir ya:’ Ne kadar çeşit Müslüman, o kadar çeşit İslâm’. Önce bunu, yani mevcut durumu netleştirelim. Bunda hem fikir miyiz? Hem fikir olduğumuzda sorunun aslına bakmış olacağız ve buna göre çözüm arayacağız. Hem fikir değilsek, yine kendi kafamızdaki dini İslâm sanmaya devam etmeyecek miyiz? Yine aynı belirsizlik anaforunda birbirimizi yemeyecek miyiz?
***
Türkiye’de diyorum, çünkü; Dünyanın geri kalan Müslüman ülkelerinde bu kadar büyük ‘Din/İslâm Algısı’ sorunu yok. Dikkatle baktıysanız doğru veya yanlış, diğer ülkelerde birkaç ana algı dışında fazla çeşitliliğin olmadığını görürsünüz. Ve maalesef biliyoruz ki; diğer Müslüman ülkelerde ‘Din/İslâm Algısı’nda çok fazla çeşitlilik olmaması, o algının ‘Kur’an’daki İslâm’ ile birebir örtüştüğü anlamına gelmiyor. Oradaki çeşitliliğin fazla olmamasının nedeni, ‘‘Din/İslâm Algısı’’nın rant paylaşım aracı olmanın ötesinde rantların devamı için gerekli olan çalkalanmayı geride bırakmış olması. Yani, Kur’an ışığında aydınlanma yerini çoktan belli güç merkezlerine terk etmiş ve sorgulama yolları ‘tekfir’ tıkacıyla tıkanmış, ictihad kapıları külliyen kapatılmış, yahut ‘ağa’ların kontrolünde başı-sonu belli bir süreç var; insanlar dini benzer şekillerde algılamaya mahkum edilmiş.
***
Türkiye, Müslümanların ‘Din/İslâm Algısı’nı değiştiren ve yöneten bir devletin, Osmanlı Devleti’nin mirası üzerinde yaşıyor. Hilafet kurumu, Osmanlı’dan önce söz konusu algıyı tek yetkili olarak düzenleyen bir kurumdu. I.Selim’in Osmanlı’ya taşıdığı Hilafet, şeyhülislâmlık kurumu ile eş tepkili bir formasyonda imparatorlukta yaşayan Müslümanların ‘Din/İslâm Algısı’ üzerinde etkili oluyordu. Halife, ‘Din/İslâm Algısı’ üzerindeki yetkisini Şeyhülislama devretmişti. Hilafetin, 17. Yüzyılda Kadızâdeler ile Mevlevi ve Halvetiler arasındaki güç savaşında ağır darbe aldığı biliniyor. Zaten ondan sonrası tufan. Devlet, özellikle ‘Din/İslâm Algısı’ndaki çarpıtmaların etkisiyle hızla bozunuyor ve tekke ile medrese düşmanlığı hız kazanıyor. Zamanla devran değişiyor; Halife Şeyhülislâm’ı atama yetkisine sahipken, Şeyhülislâm Halife’nin (Sultan’ın) hâl fetvasını vererek, onun görevden alma yetkisini kendisine taşıyor. Gide gide yol şeyhülislamlık makamının tek belirleyici olduğu bir harabeye çıkıyor. Harabe diyorum, çünkü; bundan sonrasını okumak da anlatmak da büyük bir azâb. Fakat her hâl-ü kâr da okunmalı ve anlatılmalı.
***
Din algılarını yöneten ve düzenleyen merkezin harabeye dönmesi ile taşrada neler oluyor, peki? O kadar çok şey oluyor ki; Fransa Kralı XIV. Lui, Papa ile işbirliğine girerek, Osmanlı memâlikinde, iyi yetiştirilmiş casuslar eliyle İslâm Dini’nin mevcut algılama formunu değiştirmeye başlıyorlar. Tabi, kadim kabala ustaları da boş durmuyor. Sonunda bugün özellikle doğu ve güneydoğu Anadolu başta olmak üzere tüm Anadolu’da birçok Katolik ve Yahudi gelenek-göreneği İslâm’a monte ediliyor.
***
‘Ölen Kardeş karısıyla evlenme zorunluluğu’, ‘Başlık parası’, ‘ Kara Kitap’a bakma’, ‘Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığının öne sürülmesi’, ‘Cumartesi günleri iş yapmama, (banyo yapmak dâhil)’, ‘Kadın sözü dinlememe’, ‘Kadın şeytandır; hükümlerinin yerleşmesi’, ‘Yılan kılığına giren şeytanın Havva’yı, Havva’nın da Adem’i kandırması’, ‘Misvak’ın, güya yaratıldığında makatı unutulan Adem’e makat açılması için Şeytan’ın aklına gelen çözüm aracı olduğunun anlatılması ve misvak kullanımının önüne geçilmesi’, ‘ Gelinlerin kaynana ve kayınbaba yanında konuşmaması, oturmaması, yemek yememesi’, ‘Kız çocuklarının evlenmelerinde şahsi fikirlerinin alınmaması’, ‘ Kan Davası’nın sürdürülmesinin gerekliliği’, ‘Kız çocuklarına Melek isminin verilerek, meleklerin cinsiyetinin kız olduğu imajının yayılması’, ‘ İbadetlerde ayrıntıların esastan önce tutulması’, ‘Yahudi ve Hıristiyanlardaki gibi haftalık Cuma namazlarına ve yıllık bayram namazlarına verilen önemin arttırılması, günlük ibadetlerin ihmalinin küçük kusur olduğu algısının yerleşmesi’, ‘Allah’ın insanı kendi suretinde yarattığı iddiası ile Allah’ın insan gibi tasvir edilmesi’, ‘Bozulmuş Kader algısının kişisel sorumluluk üzerindeki tazyif edici etkisinin arttırılması’, ‘Sövene dilsiz, dövene elsiz, felsefesinin yüceltilmesi’, ‘Doğduğu güne lanet etme’, ‘Felek algısı oluşturularak, bu algının kaderle ilişkilendirilmesi ve olumsuz olaylarda Felek’in suçlanması, Felek’e sövülmesi’, ‘Kaderi kötü imiş, söyleminin normalleşmesi’, ‘ Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, ilkesiyle din algılarının yönetilebilmesi için tek yetkili belirleme zorunluluğu ve dolayısıyla ruhbanlık sınıfının oluşması’, ‘Babadan oğula geçen şeyhlik’, ‘ Soy-sopla övünme’, ‘Gıybetin normalleşmesi’,'Ölü yıkandıktan sonra her kesin birer tas su dökmesi', ‘Erkeğe itaati ailevi bütünlükten başka bir şekle sokarak Allah’a itaatle eş tutma’, ‘Zina eden kadınları öldürüp, erkeklere dokunmama’, ‘Evlenene kadar erkeğin yaptığı zina eylemlerini hoş görme’,‘Duruma göre Hadîs-i Şerif uydurma’, ‘ Aşkı yüceltme ve kadını yada erkeği normal yerinden uzaklaştırıp kutsallaştırma, ilahî aşkın yerleştirilip geliştirilmesi ve tek hedef hâline getirilmesi’, ‘Şeyh-keramet döngüsü’ gibi Kur’an’la çelişen algıların ‘İslâmî algı’ olarak yerleşmesi sağlanmıştır.
***
Kur’an’ın mesajları örtülerek, yukarıda bazılarını verdiğimiz çarpıklıkların İslâmdanmış gibi topluma öğretilmesinin nedenleri bellidir. Kişinin psikolojisi ile toplumun psikolojisi aynı çerçevede hedefe konmuş ve temel davranış modları belirlenerek ailevi saadetten yoksun fertlerin yetişmesi sağlanmıştır. Sağlanmıştır, derken girişte belirttiğimiz ’ Ne kadar Müslüman, o kadar çeşit İslâm’ formunun yerleşmesi için de gerekli olan her şey yapılmıştır, diyoruz. Zira yukarıda verdiğimiz şartlanmaların Kur’an ile çeliştiğini gören aklı başında Müslümanların diğer Müslümanlarla aynı fikirde, aynı yolda olmaları düşünülemez bile. Ve en son ‘İhtilafta rahmet vardır’ şiarıyla da ihtilafların boyutları derinleştirilmek üzere kutsanmıştır.
***
Saydığım ve sayamadığım benzer diğer hususlar üzerinde ittifak edebilecek miyiz? Yoksa bu algıların esasla alakalı olmadığını iddia ederek, küçümseyecek miyiz? Zaten bütün mesele bu. Kökeni Kur’an’a kadar sürdürülemeyen tüm konulardaki ihtilaf ayrılıkları beslemiyor mu? Peki bu ayrılıkları ortadan kaldıracak olan Allah’ın bozulmasına izin vermediği Kur’an değil midir? Kur’an tek başına tüm ihtilafların ortadan kalkması için yeterli değil midir? Vahdet, Kur’an ile olmayacaksa ne ile olacak?
***
Kur’an’ı ve Kur’an’ın mesajlarını Kur’an’ın emri gereği merkeze alanların acaip ve ahlakdışı sıfatlarla suçlanıp bir kenara itilmesinden de muzdaribiz. Sünnet’i reddetmek ile sünnetin Kur’an ile uyumlu olup olmadığının denetlenmesi gerektiğini iddia etmek aynı şey midir? İttihad’a giden yolu bu kavga ve sürtüşme de tahrif ediyor, bu yolda gidilmesini engelliyor. Sahih bir hadisi kim reddetme cür’etinde bulunabilir? Allah’a ve peygamberine itaat Kur’an’ın emri olduğu halde peygamberden rivayet edilen ve korunmuş Kur’an ile çelişmeyen sahih hadisleri reddetmek, Kur’an’ı merkez alan zihniyete aykırıdır. Fakat burada önemli bir mesele var; mevzu hadis meselesi. Medrese tahsilinin değer bulması için geçmişte Kur’an’a ve Hadislere vukûfiyyet şartı vardı. Hadislerin sıhhati büyük bir uzmanlık ve yeterlilik gerektiriyordu. Esas ayıklama medreselerde yapılıyordu. 

***
Peki, sonra ne oldu? Medreseler sıkı kuralları gevşetilerek önemsizleştirildi ve tekkeler, dergâhlar yüceltildi. Hadislerdeki ayıklanmalar mümkün olamadı. Zira tekkelerde medreselerdeki bu şartlar yoktu. Tekkeler, diledikleri gibi ürettikleri Hadislerle ‘Din/İslâm Algısı’ndaki tahrifi hızlandırdılar. Yukarıda saydığımız tüm Kur’an dışı algılar bu şekilde yerleşti. Mevzu hadisler, ayetlerin yerini aldılar ve Müslümanlar her sakallıyı dedeleri, her kara kitabı da Kur’an sanmaya başladılar. Ve samimi birer Müslüman olmak endişesiyle de sakallılara ve kara kitaplara katıksız iman etmeye devam ettiler. Çarpık anlayışlar bugün şiddetli bir şekilde başlayan tartışmalara kadar hüküm sürdü. İtibar içerikli rant kavgasının temelinde de bu hükümdar olma hevesi var zaten; Kur’an mı hükümdâr olacaktı, diğerleri mi?
***
Din zannedilen çarpıklıkların kaç tane Müslüman evlâdını dinden soğuttuğunu hesaplayabilir misiniz? Bugün bazı tarikat ve cemaat ehlinin elinde birer oyuncaktan başka bir şey olmayan birçok insanın neredeyse delirmek üzere olduğunu biliyor musunuz? Delirmek üzereler, çünkü; çarpıtılmış her şey onların kendi akıllarında zıt bir karşılığa denk geliyor. Kur’an’a başvurmayı akıllarına dahi getiremiyorlar. Biz bugün Kur’an’ı hatırlatıyorsak, bu bizim içinde onlar içinde ‘iyi’ bir şey değil midir? Allah’ın ayetlerine çağırmak kimi rahatsız eder? Allah’ın ayetlerine çağıranları ‘Sünnet karşıtı’ ilan edenlerin amacı, Korunmuş Kur’an’dan uydurulmuş hadislere davet değil midir? Değilse nedir? Hangi hadis, hangi sünnet Kur’an’a muhalif olabilir? Kur’an’a davet eden aynı zamanda sünnete de davet etmiyor mu? Hem açıkça soralım, davet ettiği Hadis’in uydurma olabileceğini düşünmeyen bir davetçi vereceği hesaba kimi ortak edecektir? Oysa korunmuş Kur’an’a davet edenin korkacağı bir şey yoktur.
***
Kur’an’a davet edildiğinde sorulan bazı sorular var. Kur’an nasıl namaz kılınacağını veya kaç rekât kılınacağını anlatıyor mu? Kur’an namaz vakitlerini haber veriyor mu? Oruç hakkında detaylı bilgiler var mı? Abdesti nasıl alacağız? Kur’an muamelatın detaylarını Hz.Muhammed’in tâlimine bırakmıştır. Namaz gibi, oruç gibi, zekat gibi, abdest gibi muamelata dair bilgi, Hz.Muhammed’in fiili sünnetiyle süregelmiştir. Bunların üzerinde tartışma yoktur. Tartışma olmayan şeylerden bahsetmiyoruz. İtikadı tahrif eden şeylerden bahsediyoruz. Üstelik Kur’an abdestin nasıl alınacağını, namazın nasıl kılınacağını anlatıyor, kıyam, kıraat, rukû ve secdeden bahsediyor. Namaz kılma vakitlerini de o kadar güzel anlatıyor ki; görmeye çalışmanız yeterlidir. Namaz her ümmete farz kılınmıştır, ancak çoğu rukû ve secdeyi kaldırdıkları için Kur’an genel çerçeveyi belirliyor. Bugün her insanın hadislere ulaşma şansı olmayabilir, ama Kur’an’a ulaşma şansı bulanlar Kur’an’ın içerdiği hükümlerle mes’ûldürler. Bu hususta tereddüt yoktur. Var diyenlerin hesabı ve niyeti de Kur’an’a davet edenin niyetinden daha temiz değildir.

***
Cumhuriyet, Osmanlı Devleti’nden medreseleri zaten harabe olarak devralmıştı. Kapatması da yeni politikalar gereği kolay oldu. Tekke ve zaviyeler, türbeler vesaire de kanunen kapatıldı. Medreseler külliyen ortadan kaldırılırken sahipleri yoktu; sorun olmadı. Fakat tekkeler, fiilen varlıklarını sürdürdüler. Sahipleri vardı, hatta bu sahiplerden bazıları Cumhuriyetin yöneten kadrolarında da yer bulmuşlardı. Bugün medrese eğitimine benzer bir eğitim sürecini sürdüren İmam-Hatip Liseleri kapatılmaya çalışılırken, bazı cemaat ve tarikâtlerin korunup kollanmasının bu meydanda iyi incelenmesi gerekir. Cumhuriyet’in asıp kestiği Hoca’ların medrese kökenli olduğunu unutmayanımız da vardır. ‘Sövene dilsiz, dövene elsiz’ olanı kim neden assın kessin ki? Bugün tekkeler dimdik ayakta, tekkelerin öğretileri yüceltilip dururken, tekkelerin yönettiği ‘Din/İslâm Algısı’ neşvü nema bulmuşken, kim Cumhuriyet’in tekkeleri kapattığına inanabilir? 

***
Cumhuriyet dönemi siyasetçilerimiz örneklerini Osmanlı dönemi siyasetçilerinden almaya devam ederek, şeyhlerin evlâdını, meclisin koridorlarında vekil sıfatıyla dolaştırmamışlar mıdır? Bu ne biçim yasaktır o zaman? Şapka takmayan da artık asılmıyor, tekke kapatmayan da; fakat kanunlar yerli yerinde duruyor. Türbeler dolup taşıyor. Ölüler Dünya’yı aydınlatmaya(!) ara vermiyorlar. Ama, tekke müntesipleri medrese’nin Kur’an merkezli tedrisatına mani olmaya; Medreseler de kimin kontrolü altında oldukları belli olmayan akıntılar da yeraltı sularından beslenmeye devam ediyorlar.
***

Şimdi, Allah’tan korkanlara soruyorum. Sizi geçtik; kendi çocuğunuzun samimi bir Kur’an müslümanı olarak yetişeceğinden emin misiniz? Eminseniz sözüm yok; ama ben emin değilim. İşte bu yüzden çocuklarımızın bize değil de Kur’an’a tâbi olmaları gerektiğini söylüyorum. İşte o zaman emin olabilirim. Çünkü; Kur’an Allah’ın kitabıdır. İşte bu konuda akademik kafaların fikir kaslarını çalıştırmaları şarttır. Hemfikir olmuşsak, gerisi kolaydır; olamamışsak zaten mevcut durumdan memnun olan mevcut durumunu korumaya can siperâne devam edecektir.


Alper Selçuk, 
19.02.2010 Sonsuz Ark, 22.12.2012, Antiseptik Anafor 61

Seçkin Deniz Twitter Akışı