6 Kasım 2012 Salı

SA97/AS10: Şiir’e Yergi; Büyü, Leylâ ve Kibir

Artık tüm dinler aşk dininin ayakları altındadır. Bütün kurbanlar tek bir ağızdan - tekbir getirir gibi- inletirler evreni: “Tanrıça Leyla’nın önünde eğilin!”


Şiir’in büyüsü var. Dünyalar güzeli büyücü bir kadının büyüsü gibi bir büyü bu. İblis’in güzel kadın kılığında tütsüler eşliğinde irad ettiği büyü gibi durur, aldanmışlığın zihni hoş eden köşelerinde ve dahi göklerinde. Aldatır adamı; hem de mahvederek aldatır. Okurken, yazarken, düşündürürken, hayal kurdururken aldatır; aldanmayı isteterek aldatır. "

***

Şiir’in büyüsü yerilecek şeydir sırf bu yüzden. Gerçeğe ihanet ettirir şiir, kendi büyüsünde mıhlanan körlüğü büyüterek. Ve der ki; “Ne kadın ne de Allah…sadece ben varım.” Şiir’e vurulur adam, şiirden yayılan kokuya tav olur kadın. Şiire tutulur şiir okuyan her oğul. Şiirde kaybeder metanetini yüzlerce iblis’ten korunan kadın. Oğul otu gibi teskin eder iç türkülerini insanoğlunun; sindirir, silikleştirir.


***

Kelimeler kıvrılmış kanatlarıyla uçuşan sinekler gibi doluşurlar anlamların arasına ve sinsi bir akılla örümcek ağlarına rahmet okutan binlerce tuzak kurarlar. Salgılar ve kokular yayılır her yeni av için. Kelimelerin kokusu ağlara yaklaştırır kurbanlarını ve salgılar avın yakasından, paçasından tutup alıverirler içeri.

***

İblis’in kibirle raksına bir mum yakar şiir; kıskanır İblis’i, çeker alır kibri iblis’in kollarından. Yakılmış o tek mumu üfler iblis. Karanlığın her kuşağında gittikçe büyüyen kibir, şair’in kollarından ruhuna sıçrar, en kıymetli zirvelerinde tahta kurulur. Bir aşufte gibi sevilmek ve serpilmek için kıvranır durur.

***

Her geçen gün kibri büyütür şiir, kelimelerin ardı arkası kesilmeyen birbirinden kopuk anlamları arasında. Bir delinin, bir kadın avcısının, bir sarhoşun dudaklarında yürüyen dev kertenkeleler gibi şaşırtır gergedanları. Arsızdır şiir; dinozorlar çağından kalma dışkılardan beslenir. Hırsızdır hemencecik; göğün yedi katının her katından el değmemiş kutsallıklar da çalar. Arsızlığı ve hırsızlığıyla alıp getirdiği her şeyi öğütür acımasız dizelerde. Ve şaşkın âşıkların leyla’sına vurulur bir pranga gibi. Leyla esirdir artık, şiirin bencil kollarında. Kibir, şairi de leyla’yı da alıp gitmiştir gayri şiirin kara büyüsüne. An be an Leyla’yı zikretmek bir ibadettir artık. Tüm nesnelerin gözleri Leylâ’yı söyleyecektir, Leylâ’yı anlatacaktır kuşkusuz.

***

Her an, seferi olan-olmayan her vaktin içinde büyük bir vecd ile tefekkür ve tezekkür edilen varlık Allah değildir artık, Leylâ’dır. Adem’in oğulları yine yüzlerini kadına dönmüşlerdir. İbn-i Arabî çıkagelir fokurdayan teslis ile ve kıpkırmızı ve kocaman bir yalanla der ki; “Leyla’dan Mevlâ’ya bir yol var”. Utanmaksızın şiirle kandırır adamları, kadının meyvelerine olan tamahını gizler bu yolda. “Hak, erkek ve kadın” der. “Erkeğin Hakk’ı kadında müşâhedesi, tam ve mükemmeldir”* Artık mücessem Tanrı-ça Leylâ’dır.

***

O yüzden Adem’in oğlu Leylâ’ya tapınırken Allah’a tapındığını zannederek büyülenmiş bir halde müşrik olur. Oysa Leyla’dan Mevlâya yol yoktur, Leylâ’dan ancak başka bir Leylâ’ya giden yolu öğrenir Kazanova. Öyle maskeler şehvetini İbn-i Arabî. Şiir’e bırakır koynunu adamın, ‘Adam Kadmon’ büyüsünde meşhur eder onu insanlığın kötü kokan labirentlerinde. Ve kibrin o dehşetli sözcükleri çıka gelir şarap eşliğinde şiirin cehennem alevleri arasından. Kurbanlarını arar büyük bir iştahla.

***

Sonra şiir koyulur işe; duygularının tepesine tülbend sarmış divaneleri tutar mahur bakışların arasında. Onları kendilerinden geçirir. Korkularının, ümitlerinin, heyecanlarının en mahrem yerlerinde gezinir, onların masumiyetini zedeler hoyratça…Arsızca kirletir. Bu, şiirin duvarlarını ören kelimelerin büyüsüdür. Bu şiirin her şaşkın bakışı kendisine rabteden iblisin ayak oyunlarının sesidir. Bu esaretin, şiirin dağları saran büyüsünün canhıraş feryatlar çıkartan nefesidir.

***

Şiir’in büyüsü var. Evet. İnkâr edenin nefesi tutulur, gözleri morarır. Öfkelerin, nişangâhına dikilir bir ifritmiş gibi. Müptelâların gayya kuyusuna atılır acımaksızın. Şarap kadehlerine boğdurulur münkir. Kırbaçlanır bir zâni gibi. Kutsal bir çanağa bevletmiş bedevi gibi çarmıha çivilenir elleri.

***

Ve sunağa sürüklenen kurban, Leyla’nın prangalı ayaklarının önüne fırlatılır bir paçavra kılığında. Tanrıça Leyla, kendisinden başka bir şeyler düşünen, kendisinden iblis’e giden yola bir mum yakıp onu görülür kılan münkire yıldırımlar yağdırır. Artık tüm dinler aşk dininin ayakları altındadır. Bütün kurbanlar tek bir ağızdan –tekbir getirir gibi- inletirler evreni: “Tanrıça Leyla’nın önünde eğilin!”

***

İnsan aslında kendi nefsinin, heveslerinin önünde eğilmektedir. Leylâ bir hevestir. Benzersiz Büyüklüğü, büyüyle Allah’tan Leylâ’ya indirgeyen adam, Leylâ’ya tecâvüz ederek kibrini yüceltip kendisini en büyük yapmaktadır.

***

Oyun asırlarca sürer. Şiir kabartır tapınma oyununu, besler; dilden dile, kulaktan kulağa, harften harfe iblis’in çakıl taşlarını derer. İblis de kibrin kanatlarına tutunarak yükseldiğine inananların kapıldığı bu büyüyü, cehennem alevleri arasından izlemeye devam ederken büyük bir keyifle ellerini oğuşturur.


Alper SELÇUK, 12.08.2009, Antiseptik Anafor 9


Not: Şiir bu yazıda sadece aşk bâbında yerilmiştir.


* İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-hikem, s. 217.

Seçkin Deniz Twitter Akışı