7 Nisan 2016 Perşembe

SA2728/TG185: İslam Ülkeleri Bilime Yönelik Merakı Nasıl Canlandırabilir?

"Eğer İslam dünyası yeniden inovasyonun merkezi haline gelmek istiyorsa sekizinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar süren İslamın “altın çağını” hatırlamakta fayda vardır."

How can Muslim countries revive interest in the sciences?

Müslüman hükümetler, ekonomik gelişme, askeri güç ve ulusal güvenliğin teknolojik gelişmelerden büyük ölçüde yararlandığının farkındadır. Bu hükümetlerin çoğu son yıllarda bilim ve eğitime ayırdıkları fonu hızlı bir şekilde artırmıştır. Ancak bu gelişmeye rağmen birçok kesimin gözünde -özellikle de Batı’nın- Müslüman dünya hala modern bilime karşı ilgisiz kalmayı tercih etmektedir.  

Bu kuşkucu bakış açısı tamamen yanlış da değildir. Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ülkeler, araştırma ve geliştirme için ortalama olarak GSYH’lerinin %0.5’inden daha az bir harcama yapmaktadır ki bu miktar, gelişmiş ekonomilerde beş kat daha fazladır. Ayrıca Müslüman ülkelerde 1000 kişiye karşılık 10 adetten daha az bilim adamı, mühendis ve teknisyen düşerken, bu sayı gelişmiş ülkelerde ortalama 40 ila 140 arasındadır. 

Bu veriler bile problemi gerçek anlamda tanımlamak için yeterli değildir; çalışmalar için harcanan para ve araştırmacıların azlığından ziyade asıl problem, üretilmekte olan bilimin temel kalitesine yöneliktir.
  
Şüphesiz Müslüman ülkeler, diğerlerinden ayrılarak tek başına eleştiriye tabi tutulmamalıdır; güya “aydınlanmış” Batı’da bile insanların büyük bölümü endişe verici şekilde, bilime şüphe ve korkuyla yaklaşmaktadır. Diğer taraftan bilimin Müslüman dünyanın büyük bölümünde karşılaştığı başka bir eşsiz zorluk vardır; bilim, ateist olmasa da seküler bir Batı ürünü olarak görülmektedir.  

Müslümanların büyük bölümü, bin sene önce İslam âlimleri tarafından bilime yapılan parlak katkıları unutmuş veya bunlardan hiçbir zaman haberdar olmamıştır. Müslümanlar, İslami öğreti karşısında modern bilimi eşdeğer veya nötr bir şekilde değerlendirmemektedir. 

Gerçekten de bazı önemli Müslüman yazarlar, kozmoloji örneğinde olduğu gibi, bazı bilimsel disiplinlerin İslami düşünce sistemine zarar verdiği düşüncesindedirler. Müslüman filozof Osman Bakar’a göre “bilim, doğal fenomenleri ruhani veya metafiziksel sebeplere bağlı bir şekilde değil de, sadece doğal veya maddesel sebeplerle açıklama arayışında olduğu için saldırı altındadır.”  



Bakar bu konuda kesinlikle haklıdır. Doğal fenomenleri metafiziksel etmenlere başvurmadan açıklamaya çalışmak tam olarak bilimin yaptığı şeydir. Fakat 11.yy’da yaşamış, İranlı Müslüman bilge Ebu Reyhan el-Birûnî’nin neredeyse 1000 yıl önce yapmış olduğu savunmadan daha iyisinin olduğunu düşünmek oldukça zordur. 

Birûnî şöyle demektedir: “Genellikle insan tarafından peşinden koşulan şey sadece bilgidir ve yalnızca bilginin uğrunadır bu arayış; çünkü bilginin kazanımı gerçekten pek hoştur ve bu diğer peşinden koşulan şeylerin ediniminden elde edilen zevke benzemez. İyinin ortaya çıkarılması ve kötünün engellenmesi mümkün değildir ancak bilgi sayesinde bu gerçekleşebilir.”  

Neyse ki günümüzde bizimle hemfikir olan Müslümanların sayısı gittikçe artmaktadır. İslam Dünyası ve Batı arasındaki gerilim ve kutuplaşma göz önüne alındığında, bilim ve teknoloji alanında rekabet etmek için kültürel ve entelektüel donanımsızlıkla suçlanmaları nedeniyle Müslümanların kızgın olmaları şaşırtıcı değildir. Aslında Müslüman dünyadaki hükümetlerin ARGE bütçelerini keskin bir şekilde artırmalarının sebebi de budur. 

Fakat problemin çözümü için para saçmak yeterli değildir. Bilim adamlarının şüphesiz yeterli finansa ihtiyacı vardır, ancak küresel anlamda rekabet için son teknoloji ekipmanlardan daha fazlası gerekmektedir. Araştırma ortamına yönelik tüm alt yapının karşılanması gereklidir. Bunun anlamı sadece laboratuvar teknisyenlerine ekipmanların kullanım ve bakımı konusunda gerekli bilginin verilmesi değil fakat ayrıca -ve bundan çok daha önemlisi- entelektüel özgürlüğün, septisizmin ve bilimsel gelişime hizmet edecek heterodoks (dini esaslara aykırı) soruların sorulmasına yönelik cesaretin geliştirilmesidir.  

Eğer İslam dünyası yeniden inovasyonun merkezi haline gelmek istiyorsa sekizinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar süren İslamın “altın çağını” hatırlamakta fayda vardır. Örneğin 2021 yılı, bilim tarihinin en önemli metinlerinden biri olan,  İbn-i Heysem’in Optik Kitabı’nın (Çev: Kitâb el-Menâzır) bininci yılına işaret etmektedir.  

Isaac Newton’un doğumundan 600 yıl önce yazılmış olan İbn-i Heysem’in bu kitabı, yaygın kanaate göre modern bilimsel metodun en erken örneklerinden biri olarak değerlendirilmektedir.    

Bu çağın en ünlü entelektüel merkezleri arasında, Bağdat’ta yer alan ve zamanında dünyanın en büyük kitap kaynağı özelliğini taşımakta olan Bilgelik Evi (Çev: Beytü'l-Hikme) bulunmaktaydı. Tarihçiler böyle bir akademinin gerçekten var olup olmadığı ve ne tür bir işlev gördüğü konusunda tartışıyor olsa da; bu tür tartışmalar, onun İslam dünyasında hala sürmekte olan sembolik gücü yanında zayıf kalmaktadır.   

Körfez ülke liderleri, yeni bir Bilgelik Evi inşa etmek için harcayacakları milyarlarca dolardan bahsederken, orijinal olanın bir halifenin babasından devraldığı mütevazı bir kütüphane olup olmadığı noktasında herhangi bir endişe taşımıyorlar. İslam kültüründe yok olmuş ve acilen yeniden kazanılması gereken özgür araştırma ruhunu yeniden canlandırmak arzusundalar. 

Bunu gerçekleştirebilmek için üstesinden gelinmesi gereken bazı iç karartıcı sorunlar bulunmaktadır. Birçok ülke bütçelerinden askeri teknoloji araştırmalarına yönelik olağandışı büyük miktarlarda pay tahsis etmektedir; bu noktada saf bilgiye olan susamışlıktan ziyade jeopolitik gerekçeler ve Orta Doğu’da yaşanmakta olan trajediler etkili olmaktadır.       

Suriye’de bulunan zeki, genç bilim adamlarının zihinlerinde temel araştırma ve inovasyondan daha çok baskı unsuru başka meseleler yer almaktadır. Arap dünyasından ancak birkaçı, İran’ın nükleer teknolojideki ilerlemeleri ile Malezya’nın yazılım endüstrisindeki gelişmeleri aynı temkinlilikle karşılamaktadır.    

Fakat her şeye rağmen Müslüman ülkelerin bilimsel çalışmaları gerçekleştirmeye yönelik araştırma ruhunu yeniden canlandırarak, insanlığa nasıl katkıda bulunabileceğini hatırlamak oldukça önemlidir. Bu bilimsel çalışmalar, ister ilahi yaratılışa yönelik hayretle güdülenmiş ya da sadece neyin nasıl gerçekleştiğini öğrenme çabasıyla gerçekleşmiş olsun… 

Jim Al-Khalili / 8 Şubat 2016

Tamer Güner, 07.04.2016, Sonsuz Ark, Stratejik Araştırma, Çeviri



Metnin Orijinali:

https://www.weforum.org/agenda/2016/02/how-can-muslim-countries-revive-interest-in-the-sciences/?utm_content=buffer10fa5&utm_medium=social&utm_source=twitter.com&utm_campaign=buffer

  

Seçkin Deniz Twitter Akışı