6 Mayıs 2015 Çarşamba

SA1305/KY25-NO6: Anamı Fabricius Kinik-Remscheid'da Rehin Bıraktık

"Odada Türkçe konuşan 77 yaşındaki Müslüman Türk bayana dersini vermiş olmanın zaferini kazanmanın gururuyla süzüyorlardı bizi."



Babamın hikayesini yazdık malûm. Sıra geldi Seher Sultan'ın rehine bırakılması hikayesine.. Hikaye lafın gelişi..

Yaklaşık bir aylık yoğun bir pres ve çalışma sonucu iki defa ertelenen ameliyat günü olan 25.02.2015 için annemi bir gün önceden olması gerektiği için Fabricius Kinik-Remscheid'a yatırdık. Kayıt işlemleri ve diğer kan, ekg, narkoz seansları arasında 5. kat 513 numaralı odada pencere kenarında dizine protez taktıran 70 yaşlarında Alman kadın ve kapı tarafında bileğinden ameliyat olan görece genç bir kadının arasına 3. yatak sahibi olarak yatırdık annemi..

Bu arada hastane faslı tahminen 10 gün süreceği için odasına telefon bağlatmak gibi hayırlı evlat jesti yapma fikrine bile kapıldım. Telefonu ilk bağlatma teşebbüsümüz informationda sistem çalışmadığı için (nedense hep bana denk gelir) öğleden sonraya ertelendi.

Öğleden sonralarından bir demde annemin başındaki telefon hemşire bir şeyler anlatırken komik denebilecek bir müzik olarak çaldı..Herkes birbirine bakıyor zira daha telefon bağlatmamışız yani...

Neyse hemşireden izin alarak telefona baktım yani açtım. Tahmin ettiğim gibi informationdaki Sabine (ismini yazdığıma bakmayın 50 yaşlarında ama ehhh bir cinsi latife), "Sistem çalışıyor aşağı gelirseniz telefonu bağlayabiliriz" dedi. O arada cep telefonu ile odadan büyük kızım Elif ile bir telefon görüşmesi yaptık. Yandaki hasta(!)lar rahatsız olmasın diye o kadar sessiz konuşuyorum ki; hiç bir şey anlamıyorum diye Elif telefonu az daha yüzüme kapatıyordu (vardır öyle huyları..).

Aşağıya indik ve telefon işlemini halletttikten sonra eşe dosta Seher Sultan'ın yani biricik annemin (sanki başkalarının ikicik annesi varmış gibi..) dahili telefon numarasını whatsup marifetiyle bildirmeye başladık.

Bu arada cam kenarındaki Alman hasta(!)nın eşi olduğunu tahmin ettiğim adam(!) odaya girerken annem, "Oğlum aha baban gibi nalet bir adam geldi" deyiverdi (nalet burada yaramaz, aksi, hırçın anlamında kullanılıyor). Dönüp bakmadım bile; adamı ilk olarak karısı olduğunu tahmin ettiğim cam kenarı yolcusu olan kadının 'Yine kar başladı' diye üzülmesi üzerine boynumu o tarafa çevirdiğimde gördüm. 

O anda ayıkmadım bir insan(!) hele Almanya'da 'Kar yağdı' diye hayıflanır mı? Meğer adam(!) annemin yine maalesef Müslümanlık ve Türklük alameti farikası olan tülbentini görünce suratını öyle bir alaycı, aşağılamacı tarzda buruşturmuş ki; annem hemen notunu vermiş adamın. 

Ben, annemin telefon numarasını whatsApp'tan cep telefonu marifetiyle yazarken "Oğlum adam seninle zevkleniyor yani taklit ediyor, seninle dalga geçiyor" diyerek elleri ile hayali tuşlara basıyormuşcasına gösterdi.. Meşgulüm uğraşamam modlarındayım zira telefon numaralarını Türkiye'deki iki elin parmaklarını bile geçmeyen akrabalara bir an önce bildirmem lazım..

Derken beklenen pardon beklenmeyen an geldi! Türkiye'deki kardeşim Nabi (eskiden kardeşlerimi Türkiye'deki ve Almanya'daki diye ikiye ayırıyordum alışkanlık işte..) dahili numarayı verdiğim halde cep telefonundan aradı. Hoş beş faslından sonra telefonu anneme veriyorum ama cam tarafından hırlamalar geliyor. Bir yandan boynumu cama döndürüyor, yüzümün kalancası ile telefonu anneme uzatıyorum...Veee.

Adam, salya sümük "Burada telefon konuşamazsın!" diye hastane odası için hayli yüksek bir desibelle bağırıyor hem de bana.. Bana ha?! Dedim ya bu gün olgun modumdayım "Daha sakin ve daha nazik bir tonla konuşamaz mısınız?" 

Soruma o bildik, bilindik aragont ev sahibi havaları ile ayara devam edince "Biraz daha insan gibi konuşmayı, insan olmayı deneyemez misiniz?" diye ses tonumu ona yaklaştırmaya başladım. 

O arada yine anlatmaya çalışıyorum; "Bu kadın yarın ameliyata girecek, 77 yaşında tam narkozla ameliyat olacak, biraz da korkuyor bunun benim dışımda daha 4 çocuğu ve yaklaşık 10 tane torunu var, onlarla görüşmek ve vedalaşmak istiyor, biraz insan olmayı denerseniz bunu anlamak hiçte zor değil!" Yok laftan anlamıyor adam(!). Ama ben daha ayıkmadım halâ sorun telefon zannediyorum hava karlı ve soğuk olduğundan bizim jeton donmuş düşmüyor!

Dlink jeton düştü..Bir dakika dedim sizin pardon kabalaştım "Senin derdin bizim Türkçe konuşmamız mı?" deyiverdim. "Na und? Yani olsa ne olur?!" dedi adam(!). "Bakın bu yaptığınız yabancı düşmanlığına, ırıkçılığa girer" diyorum cevap yine aynı: "Na und?" Bu arada garip sesler de çıkarıyor, ama kelimelere dökecek harf bulamıyorum..

Bende film koptu; atacağım adamı beşinci kattan, ama dile getirmiyorum, halâ akıllıyım yani..Bu arada yine karısı olduğunu zannetttiğim pencere kenarı hastasına "Ben bunu hastane yönetimine şikayet ederim canım, tatlım" muhabbetine girince eşşeğin aklına karpuz kabuğunu düşürüverdi. Burada eşşek ben oluyorum mecburen. Ben de ne kendimin ne de o mahlukun anlayamayacağı homurtularla odayı terk ettim ve hemşirelerin odasında soluğu aldım..

Soluğu aldım, dediysem sinirden 7,4 şiddetinde deprem görmüş Gölcük ya da cereyana kapılmış rahmetli Azer Bülbül gibi titriyorum.. Neyse durumu bir çırpıda hemşirelere ve hemşire odasında bulunan ve ekg'ye giderken asansörde tanıştığımız Libya'lı müslüman genç doktora anlattım ve annemin bu domuzun(schwein) ziyaretçi olarak bile geleceği odada kalmasını istemediğimi ve odasının değiştirilmesini söyledim. Eğer bu adam(!)la bir daha böyle bir olay yaşarsam onu 5.kattan atabileceğimi de ekledim bir solukta. 

Beate nam aslında genç ve azıcık güzel olan hemşire önceleri domuza benzemediği halde domuz lafına itiraz ediverdi ve "Adama domuz diyemezsiniz!" dedi. Ben de 'Adama değil, domuza domuz dediğimi ve kime domuz diyeceğime kendimin karar vereceğimi ve konunun bu olmadığını' söyledim.

Bunun üzerine Beate hemşire, 20 yıllık tecrübeye(!) sahip Karacabilen hemşire ve müslüman doktor odaya doğru yola revan oldular. Odanın kapısında genç müslüman doktor vücut dili ve kaş göz eşliğinde 'Sen dışarıda kal!' dedi ve ben de dışarıda kaldım.Yaklaşık 5 dakika sonra genç müslüman doktor hiç de hoş olmayan bir yüz ifadesiyle odadan ayrılırken, 'Ben gireyim mi?' sorumu cevapsız bırakarak yoluna devam etti. Ardından ben içeri girdim..

Odaya girince daha önce gözüme hoş bile görünen Beate hemşire cam kenarındaki kadın ve domuza bakan yüzünü bana döndüğünde sanki domuz görmüş gibi oldum. Tevekkeli dememişler "Üzüm üzüme baka baka kararır" ya da " Körle yatan şaşı kalkar" deyü canını sevdiğim atalarımız..

"Siz, odada cep telefonu ile konuşuyormuşsunuz ve ameliyat sonrası dinlenmeye ihtiyacı olan hastaları rahatsız ediyormuşsunuz ayrıca hastanede cep telefonu yasak bilmeniz lazım!" deyince hem sarışın hem domuz demeye başladım içimden.. 

"Hastane de cep telefonu yasağı hiç bir yerde, imzaladığımız kağıtlarda, hastane girişinde hiç bir yerde yazmıyor, ama siz diyorsanız sorun yok hemen kapatır ve özür dilerim ama burada sorun cep telefonu yasağı değil, sorun çok daha büyük ve önemli.." dedim. 

Baktım bizim Beate hemşire bozuk plak gibi halâ cep telefonu yasağı üzerinden yürümeye devam ediyor, "Eğer cep telefonu üzerinden konuşmaya devam edecekseniz konuşmanıza gerek yok" dedim. 

"Ama ama siz beni konuşturmuyorsunuz ama!" deyince, "Yok siz konuşabilirsiniz de ben cep telefonu muhabbetinden konuşmaya niyetli değilim bana az biraz yukarıdan birilerini çağırın" deyince hışımla odayı terk etti..

Ben ise odadaki domuza içimde kalan son kırıntıları, "Sen şimdi sanıyorsun ki; Paris'teki olaylar, Pegida filan sizin arkanızdan yelkeninizi şişiren rüzgar(rückenwind) teşkil ediyor ve bunun rahatlığındasınız ama size pabuç bırakmıyacağım, sizin gibi .... artıklarıyla her şekilde mücadele edeceğim" şeklinde dile getirdim..

Neyse 5-10 dakika sonra koridorda beklerken şık ve genç bir bayan ve yanında Beate hemşire üst katın merdivenlerinden inerek önümden geçtiler ve hemşire odasına doğru yollandılar. Bu geçiş sırasında Beate hemşire "İşte bahsettiğim hasta yakını" diye beni yekten ve açıkça göstermeyi de ihmal etmedi..

Yaklaşık 5 dakika sonra sonradan adının Frau Burggraf görevinin hastane müdürünün asistanı olduğunu öğrendiğimiz bayan, Beate hemşire, 20 yıllık tecrübeli hemşire ve ve 2 tane tamirci (installateur) üzerindeki iş tulumu ile birinin elinde su terazisi(wasserwaage), diğerinin elinde tornavida karşımda baraj kurmuş gibi dikiliverdiler ve sorgu başladı.

Genç ve güzel bayan yani Frau Burggraf sazı eline alıp yine cep telefonu makamından giriş yapınca, "Hoppp one minute, bir dakika sizi çağıran ve şikayetçi olan ben olduğuma göre söze benim başlamam ve sizin önce beni dinlemeniz gerekmez mi?" dedim, deyiverdim..

Genç ve güzel bayan (biliyorum kabak tadı verdi söz bir daha kullanmayacağım) Frau Burggraf ilk yumruğu yemiş boksör gibi sarsıldı ve "Buyurun siz anlatın o zaman!" diye fısıltıyla lütfetti. Bu arada iki installateur kıpraşıp duruyorlar. Beni fazla dinlemeyeckleri öngörüsüyle olan biteni jet hızıyla anlatmaya başladım ve yaklaşık adamın yani domuzun ırkçı söylemlerine gelmek üzereyken sarışın bağyan lafa girerek "Ama siz dinlenmesi gereken hastaların yanında cep telefonu ile konuşmuş ve hastaları rahatsız etmişsiniz" deyince, "Bunları söylemek için zahmet etmeseydiniz keşke hemşire hanım bunları söylemişti" dedim. Sarışın yine sendeledi ama düşmedi..

Ben, bu durumdan istifade, "Benim buradaki statümün ziyaretçi değil refakatçi(begleiter) olduğunu" ve "yarım saat öncesine kadar annemin bütün hazırlık işlemlerinde bulunduğumu" ve doktor ve hemşirelerden "İyi ki buradasınız, anneniz hiç dil bilmediği için sizsiz bayağı zorlanırdık" şeklinde iltifatlar aldığımı söyledim. "Kayıt işlemleri sırasında odaya telefon bağlatmak istediğimi ancak zenraldeki sistemde sorun olduğu için öğleden sonraya ertelendiğini ve bu arada 2 defa cep telefonu görüşmesi yaptığımı, bu görüşmelerin birinin annemin torunu, diğerinin Türkiye'deki kardeşimden geldiğini" söyleyerek ilave ettim. 

Bu kadının 77 yaşında olduğunu ve vollnarkoz gerektiren ameliyata gireceğini ve az da olsa uyanamamaktan korktuğunu, mümkünse aile fertleriyle vedalaşmak istediğini ve hatta görüşmeler sırasında ağladığını ve bu imkanın kendisinden esirgenmesinin gayri insani olduğunu ve madem 3 kişilik odada gündüz saatinde bile telefon görüşmesi yandaki sohbet eden hastaları rahatsız edecek diye yasaklanacaktı neden odaya telefon bağlatma hizmeti sunduğunu ve benim neden 25 Euro ödeyerek telefon bağlattığımı ekleyiverdim..

Sarışın Frau Burggarf halâ ayakta ve direniyorken ve iş tulumlu bodyguardlar kıpraşmaya ve bana ters ters bakmaya devam ederken grubun Karacabileni, "20 yıldır bu hastanede görev yapıyorum" diye lafa giren ve altın vuruşu pardon teklifi yapacakmış edası ile konuşan hemşire, "Bakın şöyle yapalım: Siz bütün kardeşlerinize ve annenizin torunlarına ve akrabalarınıza bir mesaj atarak veya telefon ederek, annenize telefon etmemelerini sadece size telefon etmelerini ve sizden bilgi almalarını söyleyin ve böylece yanda yatan hasta(!)ların rahatsız olmalarının önüne geçilebileceğini" deyiverdi.. (Harbiden bunları söyledi ya la!!!)

Bende sigortalar yavaş yavaş yanma noktasına geliyor, ama halâ haklı, güçlü ve sabırlıyım ve devam ediyorum. "Bunları söylemek için çok düşündünüz mü?" dedim, odada cep telefonu kullanmak yasak olduğuna göre hastane dışında telefonları toparlayacak ve ben dışardayım annem 5.katta yatıyor ben oradayken iyiydi tahminim halâ iyidir, kendisine mi sormak istiyorsunuz? Olmaz yanında iki hasta daha var, onların yanında size iyi olduğunu söyleyemez, çünkü annemin iyi mi kötü mü olduğu bir devlet sırrıdır ve yanındakiler öğrenemez, o yüzden ancak ben size söyleyebilirim annemin iyi olup olmadığını mı demeliyim?" deyince topluca sendelemeye başladılar ki sanırsınız Remscheid halk oyunları ekibi var karşımda!! Biliyorum çok kötüyüm sizin söylemenize gerek yok!!

Neyse konuşmalar bu minval üzre devam ederken sarışın bayan Frau Burggraf; "Biz hastanemizde huzur istiyoruz siz ise huzuru bozuyorsunuz. Annenizi başka başka bir odaya taşıyamayız ama siz annenizi alıp başka bir hastaneye ya da eve götürebilirsiniz!" dedi. .Evet bana "Ananı da al git" demek istemedi harbiden "Ya sev ya terket, ananı al git!" dedi..

Bu sefer sendeleme sırası bana geldi diyeceğim ama bu sendeleme üstü bir olay! Bu resmen belden aşağı vurmak, bu faul bu puştluk, bu şerefsizlik!!!

Yani, "Siz diyorsunuz ki; ya sizin telefon yasağınıza uyacak bu dediklerinizi yutacağım, ya da yaklaşık 1(bir) aydır ameliyat terminini bekleyen ve eve götürmem halinde başka bir spezial klinikte şansımız yaver giderse 1-3 ay arası ameliyat termini alabileceğim ve acıları yüzünden ağlayan 77 yaşındaki bir bayanın acıları üzerinden yaptığınız santajı kabul etmeyip annemi alıp gideceğim, doğru mudur?" 

"Aynen doğrudur! "dedi..

Bunun üzerine, "Annemi kısa vadede başka bir yerde ameliyat ettiremiyeceğim için geri adım atacağımı ama bunun hesabını soracağımı, bu yaşadıklarımı doküman haline getirip kamuoyuyla paylaşacağımı(public) ve bunun hastanenin imajına vereceği zararı hesaba katması gerektiğini" söyleyince; "İstediğini yapabilirsin ne diyeceksin Fabricius Klinik'in yönetiminin ırkçı(Rasist) olduğunu mu söyleyeceksin" dedi. Ve kendisinin iyi bir çevrede yetiştiğini ırkçı(Rasist) olmadığını ilave edince "Bir çevrede yetiştiğiniz konusunda sizinle hem fikirim" diyerek ironik bir cevap verdim ve sarışın bayan ekrandan kayboldu gitti. 

Tabii saz arkadaşları olan Beate Hemşire, 20 yıllık tecrübeli hemşire ve iş elbisesi kamuflajlı(!) iki bodyguardını da alarak zafer kazanmış bir eda, afra tafra ile geldikleri yere geri döndüler..

Ben ise onurlu bir mağlubiyeti içime sindirememenin dayanılmaz sancısı, siniri ile koridordaki koltuğa yığılmış tahminen tansiyonum nirvana yapmış halde kalıverdim demek isterdim.. Daha kalp atışlarım normale bile dönemeden Libyalı genç müslüman doktor yönetim(verwaltung) katından inerek üzgün ve mütereddit bir yüz ifadesi ile yanıma geldi ve olabildiğince şefkatli bir ses tonu ile "Kardeşim(bruder), bana sana söyleme görevini verdiler. Yukarıdakiler ameliyatı yapacak olan doktor Kohn'a durumu anlattılar" Şaşkınlıkla araya girdim:" Kendi versiyonlarını tabii" dedim 'Evet' demedi ama sadece sustu, ben mesajı almıştım zaten..

Dr. Kohn demiş ki; "Eğer hastayı başka bir odaya transfer imkanı yoksa ve hasta yakını bu konuda ısrarcı ise annesini ev götürmesinden başka çare yok"

Demek sarışın fare işi ameliyatı yapacak olan ve idari karar alma yetkisine sahip olmayan doktora kadar taşıyarak tepkisel bir karar almam için beni provoke etmeye bile yeltenmiş.. Kendi kendime dedim: "Oğlum Naim, başkasının acısı üzerinden seninle poker oynayan zalimlerin oyununa gelme! Hele bu başkası 77 yaşında, aylardır acıdan kıvranan, ağlayan annen ise karşınızdakinin elinde beş benzemez de olsa çık oyundan!"

Çıktım oyundan ve rahatladım. 'Oğlum Naim aferin sana sen bayağı olgunlaşmışsın' diye kendime iltifatlar bile yaptım içimden! 

Genç müslüman Libya asıllı doktora, "Dr Kohn bu ameliyatı yapmak istiyor mu?" "Evet!", "Dr. Kohn' a güvenebilir miyim? ama kelimenin bütün anlamlarıyla? Doktorlar ekibine güvenebilir miyim? Bu olup bitenler doktorlar ekibini annemin ameliyatını yapma konusunda negatif etkilemiş olabilir mi?" 

Cevap yine "Evet" olunca, "Onlara söyle, Annem burada kalıyor ve yarın ameliyat olacak!" dedim.. 

Bunun üzerine genç Libya'lı müslüman "Ben yarın yokum ama anneniz bize emanet" deyince günün en güzel haberini almanın sevinciyle rahatlamışken, "Anneniz zaten ameliyattan sonra perşembe günü yani iki gün sonra odaya çıkacak o zamanda onu başka bir odaya alırız" dediğinde kebap üstü künefe olmasa bile soğanın cücüğünü yemiş gariban psikolojisi az önce yığıldığım koltuğa biraz daha derli toplu oturdum.

Genç müslüman doktor "Ben bu durumu hemşirelere söyleyip hemen geliyorum" diyerek hemşire odasına doğru yola koyuldu. 'Keşke oturduğum koltuk hemşire odasına bu kadar yakın olmasaydı!' dedim içimden; ne güzel annemi rahatça bırakıp eve gidecektim. Sevincim neden kursağımda kaldı diye sorarsanız; Hemşire odasından gelen "Nein nein", "Hayır hayır" seslerini pek hayra yoramadım da ondan! Ayrıca hemen geliyorum diyen Libya'lı genç müslüman doktor halâ gelmedi..

Bu karmaşık duygular içinde odaya gittim. Annem, halâ olan bitenlere bir anlam verememiş olacak ki; "Oğlum, yarın öbür gün bizim ziyaretçilerimiz de gelir bir konuşsan onlarla!" 

Onlar dediği diğer iki bayan hasta pencere kenarında bir yandan yağan karı seyrediyor, bir yandan da kaynatıyorlardı. Az biraz da yan gözle bizi dikizliyorlardı. Odada Türkçe konuşan 77 yaşındaki Müslüman Türk bayana dersini vermiş olmanın zaferini kazanmanın gururuyla süzüyorlardı bizi.

Anama bir şey diyemedim. "Ahh, anacığım biz bunlara daha telefonu kabul ettiremedik, ziyaretçiyi nasıl söyleyeceğiz?" diyemedim. Alnından öperken "Her şey düzelecek anacığım, sen ameliyat olacaksın, ağrıların geçecek ve seni Allah'a emanet ediyorum" dedim. Çeketimi alıp çıkarken pencere önündekilere "Annemi size emanet ediyorum, istemeden de olsa sebep olduğum şeyler için üzgünüm!" dedim.

Ne dersiniz? Annem, emin ellerde mi? Annemi rehin bıraktım diye kendi kendimi yemekle abartıyor muyum?

Naim Okur, 06.05.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, 

Seçkin Deniz Twitter Akışı