19 Nisan 2018 Perşembe

SA5978/KY60-ES56: Din Dilini Yeniden Kurmak Zorundayız



Gençler arasında Deizm eğilimi olup olmadığı tartışmaları tüm hızıyla devam ediyor, ancak bir türlü bu tartışmanın ötesine geçip gençlere odaklanamıyoruz.  Deizm topuna girme sebebimiz gençlere ulaşma zorunluluğumuza dikkat çekmekti. Bu nedenle bu hafta uzmanlara gençlerle nasıl iletişim kurabileceğimizi, üstümüze düşen sorumluluğun ne olduğunu sorduk. Ortak kanı din dilinin yenilenmesi ve tebliğ boyutundan temsil boyutuna geçmemiz gerektiği.

Anne Ben Deist Oldum dosyamızın yayınlanmasının hemen ardından çok sayıda geri dönüş aldım. Bunlardan bir kısmı “Böyle bir dosya yapmaya ne gerek vardı. İnanç krizi yaşayan gençler varsa, dini bütün çok sayıda gencimiz de var” bağlamındaydı. Diğer taraftan gençlerle iletişim halindeki bazı kişiler de vak'anın gerçekliğine şahitlik ettiklerini ve sorunu ortaya koyma anlamında dosyanın faydalı olduğunu iletti. 

Tam tersini düşünenler de vardı elbette; gençlerde böyle bir eğilimin olmadığı varsa bile münferit vakalardan söz edildiğini ifade ettiler onlar da. Bir adım ötesi ise konunun gündem değiştirmek için ortaya atıldığı iddiasıydı.

Ancak deizm konusu ile ilgili tartışmaları, yazılan köşe yazılarını gözden geçirdiğimizde görülen o ki deizm eğiliminin olmadığı ifade edenler bile toplumun ve paralelinde gençliğin sekülerleşmenin etkisinde olduğunu, dolayısıyla hissedilen bir sorunun olduğunu kabul ediyor. Gençlerin zaman zaman inanç dalgalanmaları yaşayabileceğini, bunun abartılmaması gerektiğini söylüyorlar. 

Maksadımız bağcıyı dövmek değil de üzüm yemek olduğuna göre gelin bu olguya “Gençlik çağlarında görülmesi olağan olan inanç krizlerinin artış göstermesi” diyelim ve var mı yok mu tartışmalarını geride bırakıp ne yapmamız gerektiğine odaklanalım. Bu dosyada yapmak istediğimiz tam anlamıyla bu. Toplum olarak gençlere nasıl ulaşabiliriz. Onlarla nasıl iletişim kurabilir, ruhlarına nasıl dokunabiliriz? 

Bu konuda ailelere, okullara, ilahiyatçılara, siyasete düşen nedir? sorularını sorduk. Hepimizi mesuliyet altında bırakan cevaplar aldık.

Kelam ilmini güncelleyelim

Prof. Mustafa Öztürk de sorunun genç kuşaklara dini hakikatleri hangi usulle, ne tür bir dille anlatacağımız olduğunu söylerken, ilahiyat fakültelerinde tedris edilen Kelam ilminin bugün modern toplumlardaki insanların inanç problemlerine cevap veremediğini ifade ediyor. Prof. Öztürk kısaca yapılması gerekenleri dört başlıkta veriyor: 

Entelektüel olarak kelam ilminin güncellenmesi, ilahiyatta felsefi nosyonun güçlendirilmesi, entelektüel derinliğe sahip tasavvuf birikiminden istifade edilmesi ve dini meselelerin temsil yoluyla anlatılması ve aktarılması.

Sorun tebliğ değil temsil

Prof. Dr. Erol Göka, gençlerde kimlik arayışının gayet normal olduğunu fakat eskiden genellikle aile değerlerinin benimsenmesiyle son bulacağını düşündüklerini, sorunun günümüzde bu arayışın nasıl sonlanacağını bilemeyişimiz olduğunu söylüyor. Prof. Göka, çözüm olarak eski dünyanın referanslarına dönmeyi ve sanal dünyalarımızı terk edip yeniden aile olmayı tavsiye ediyor.

Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, dinin kültürel yorumu ile orijinal yorumu arasında büyük bir makas açtığımızı, çocuklarımıza sunduğumuz dini kültüre gençlerin itiraz ettiğini ifade ediyor. Tebliğ sorunundan ziyade, temsil sorunumuz olduğunu belirten Düzgün, gençlerin etiketlenip deist diye bir tarafa bırakılmaları değil, argümanlarının derlenip toplanıp değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.

Peygambercilik oynamaktan vazgeçelim

22 yıldır çocuklarla vakıflar çerçevesinde eğitim faaliyetleri içinde olan Hatice Naç, gençlerle yeni bir başlangıç yapabileceğimizi düşünüyor. Çocuklarımızla insani ilişkinin, sevgi ilişkisinin kurulması gerektiğini, ailelerin kendi din anlayışlarını gözden geçirmesi ve peygambercilik oynamaktan vazgeçip, dindar ama hatalı bireyler olduğumuzu çocuklarımıza anlatmamız gerektiğini söylüyor.

Prof. Dr. Mustafa Öztürk

Kelam ilmi acilen revize edilmeli

Sorun düşündüğümüzden daha karmaşık. Önce bunun altını çizmek durumundayız. Kendi adıma bir telaş duygusu yaşadığımı belirteyim. Çünkü hazırlıksız yakalandık. Bugüne kadar kendi gettomuzda, kendi sorunlarımızı daha çok birbirimize anlatarak, çoğu zaman da dayatarak yuvarlanıp gidiyorduk. Şimdi karşılaştığımız sorun bizim dini birbirimize anlatmamızın ötesinde, dine mesafesi olan ama tamamen de kopamayan, içinde bulunduğu çağın zihnine taşıdığı ciddi sorunlarla boğuşan ama bunları aşamayan ve ister istemez dinle arasına mesafe koymaya başlayan genç kuşaklara bu dini hakikatleri hangi usulle ne tür bir dille anlatacağımız. Bu soruyla karşı karşıyayız.

İnanç problemlerine cevap veremiyoruz

19.yüzyılın sonlarında 20. yüzyılın başlarında Osmanlı’nın topraklarında, Batı’dan gelen rüzgarın etkisiyle, bir şeyin kıymeti harbiyesinin modern ve pozitif bilimle ölçüldüğü dönemler vardı. Eğer bilimin söylediği bir şeye onay verirse o dini hakikat kabul görürdü. Dolayısıyla o dönemlerde biraz mantıkçı, pozitivist, biraz materyalist niyetle de harmanlanmış bir bilimcilik ve bilimsellik çok popülerdi. Ancak biz bugün din meselesini modern bilimin imkanları ölçüsünde anlattığımızda, bilime olan vukufumuz sathi ve sığ olduğu için çoğu zaman karikatürize edilmiş durumlar ve komik hallerle karşılaşıyoruz. Bu kanaldan gittiğimizde iyi bir sonuca ulaşamayacağımız kanaati taşıyorum. “Kur’an-ı Kerim’de Bing Bang teorisinden bahsediliyor” demek bunu birkaç amatörce referansla, dipnotla geçiştirmek meseleyi halletmiyor.

Kelam ilmi klasik ortaçağlarda İslam dünyasının inançla, itikatla ilgili sorunlarına cevap bulmak, ortaya çıkan problemlerle yüzleşmek ve onları aşmakla mükellef bir ilim idi. Fakat bu ilim dalının halihazırda ilahiyat fakültelerinde tedris edilen muhtevası büyük ölçüde modern toplumlardaki insanların inanç problemlerine cevap açısından kifayetsizdir. Zeminini kaybetmiş birçok konu içermektedir. “Allah’ın sıfatları zatının aynı mıdır yoksa gayrı mıdır” gibi konuların artık bugünkü gençliğin ve insanlığın ilgilendiği konular olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla Kelam ilminin adamakıllı bir şekilde revize edilip baştan aşağı içeriklendirilmesi gerekiyor. Fakat bu alanda ilmi ve akademik bir gayret bir çaba var mı derseniz ondan emin değilim. Kelam ilmi İslami ilimler hiyerarşisi içinde şemsiye ilimdir. Müslümanların dünya görüşlerini kurar. Bu açıdan ilahiyatlar tarafından çok acil olarak kelam ilminin yenilenmesine ihtiyacımız var.

Söz ucuzladı

Burada İslam tasavvufu önemli bir imkan gibi görünüyor fakat hali hazırdaki müesses tasavvufi yapılar yani tarikat yapılanmaları tasavvufun o zengin ve engin birikimini, entelektüel derinliğini, İslam’ın gülen sıcak şefkatli merhametli iklimini yansıtmıyor. Bir paçozluk, pespayelik paçadan akıyor. Dolayısıyla o imkanımız da körelmiş gibi görünüyor. Ama gelenekte ve medeniyette böyle bir imkanımız, böyle bir zenginliğimizin olması gerektiğini düşünüyorum. Ben artık bugünden sonra İslami meselelerin tebliğ yani retorik söylem anlatım dikte etme usulü ile değil, büyük ölçüde hal ile temsil yolu ile ifade edilebileceği kanaatindeyim. Elbette hal üzere yaşadığımız şeyin bilimsel arka planı, donanımı olmasın demek istemiyorum ama artık söz ucuzladı. Dini alanda da ucuzladı. Bir kıymet-i harbiyesi kalmadı. İnsanlar artık “Lütfen biraz da susun. Konuşmayın” raddesine ulaştı. İnsanlarda bir yorgunluk, bir hırpalanmışlık oluştu. 

Bu açıdan bakınca insanların eğer İslam’la ilişkilerini ve İslam’a uzaklıklarını yakın kılmak konusunda bir yöntem söz konusuysa bunun hâl ile yani temsil yoluyla olması gerektiğini düşünüyorum.  Yaşadığımız hayat adeta bir numune-i imtisal olmalı. Bunu kendimize hedef koyarak, tabir-i caizse kulaklıkla müzik dinler gibi kimseyi rahatsız etmeden, insanlar size baktığında bir hayranlık, bir sıcaklık, bir gıpta duygusu oluşturacak bir performans ortaya koymakla mükellefiz. Bunu bir riyakarlık disiplini içinde değil, gayet tabi bir hal içinde yaşamak zorundayız. 

Bu arada felsefe de önemli çünkü felsefenin bir ayağı Kelam’a, bir ayağı entelektüel teosofik tasavvufa uzanır. Bu arada felsefe nosyonunu da oluşturmamız lazım. Bunları hep ilahiyat açısından söylüyorum. Ama ilahiyatlarda felsefi birikimimiz zayıf, bu alana yönelik ilgimiz de zayıf, hatta bu zayıflatılması yönünde de sistematik çabalar var. Bu ayağımızın da güçlenmesi lazım.

Prof. Şaban Ali Düzgün

Tebliğ değil temsil sorunumuz var

Deizm gençlerle ilgili bir sorun gibi duruyor ama sadece gençlerin sorunu değil. İçinde yaşadığımız dini kültür, altını özellikle çiziyorum, dinden bahsetmiyorum, dini kültür, dinin farklı coğrafyalarda büründüğü yerel doku, içinde yer alan insanların zihnini dar kalıplara sokuyor, yoruyor. Akıp gitmekte olan zamanın çok ötesinde, gerisinde demiyorum, bazen vadettikleriyle çok ötesinde bir ütopya kurabiliyor. Dinin bize vadettikleriyle gerçeklik arasında çoğu zaman uçurumlar görülüyor. Bunu zihin keşfediyor, bu genç bir zihin de olabilir olmayabilir de. Mesele sadece gençler değil, bunu görmek lazım.

Deizm ne diyor bakmalıyız

Deizm 250-300 yıl önce İngiltere’de çıkışı itibariyle bir protesto hareketi. Temel iddiası dinin, yani egemen biçimiyle Katolikliğin, insanın akıl ve tecrübesini değersizleştirdiği, kendinden başka dinlere hoşgörüsüz davrandığı, kendi içindeki farklılıklara tahammül edemediği ve dinin parçalayıcı bir rol oynadığı iddiasıydı. Bize öğretilen deizmin çok kısa ve eksik bir formülü. O da “Allah alemi yaratmıştır ama onunla ilgilenmemektedir. Dolayısıyla vahye ihtiyaç yoktur” der.  İnsanın hakikati tek başına keşfedebileceğini söylerler. Kur’an-ı Kerim de bunu söyler ve doğrudur fakat hakikati tek başına keşfetmek, hakikati yerine getirmek için yeter sebep değildir. Deistlerin görmediği bu. Dolayısıyla deizmin bazı tezleri doğru fakat eksiktir. Deizmi bütün tezleriyle dinin karşısına koymaktan ziyade analiz etmek masaya yatırmak, niçin böyle bir hareket ortaya çıkmış, neyi reddediyor bakmalıyız.

Gençlerin itirazı dinin kültürel yorumuna

Dindar camianın dinin kültürel yorumu ile otantik, orijinal yorumu arasında büyük bir makas açtıklarını, büyük bir uçurum yarattıklarını görmemiz lazım. Çocuklarımıza sunduğumuz dini kültürün aslında dinin kendisi olmadığını, her bir farklı coğrafyanın giyimiyle, kuşamıyla, pratikleriyle aslında bir kültürün ürünü olduklarını görmeliyiz. Gençlerin itiraz ettiği uygulamalar var. Bize geliyorlar, tartışıyorlar bu konuları ve haklılar.  Kadın konusundaki algımıza bakın. Türkiye’de farklı dini grupların birbirleri ile olan ilişkilerini, ahlaki olarak bu kadar erdemi vazeden, bu kader erdemin altını çizen dinin içinde olan insanların nasıl olup da bu erdemlerin çok uzağında durduğunu gözlemliyor gençler. Bir tebliğ sorunundan ziyade bir temsil sorunumuz olduğu çok açık. Çocukların etiketlenip deist diye bir tarafa bırakılmaları değil, argümanlarının derlenip toplanıp değerlendirilmesi gerekiyor.

Müfredat gözden geçirilmeli

Dindar olan ve kendilerince çocuklara dini eğitim vermek üzere bir misyon üstlenen aileler çocuklarını yorduklarında, çocukların bu aileye protesto cümlesi “Ben deist oldum ya da ben ateist oldum”dur. Deist ya da ateist olmaktan ziyade, bu bir intikam cümlesidir. Dindar bir aileye kurulabilecek en ağır cümle budur. Ailelerin kendi söylemlerine dikkat etmeleri gerek. Çocuklarla aralarında din üzerinden kurdukları ilişkiyi yeniden ele almaları lazım. Buna İmam Hatipler, bizim çocuklara anlattığımız müfredat dahil. Hepsi gözden geçirilmeli. Bu tartışmalar daha iyiye evrilmeye bir vesile olabilir.

Olanla beklenen arasındaki fark radikalleştiriyor

Beklentilerle gerçekleşenler arasındaki makas insanları radikalleştirir. Bu çok önemli bir ilkedir. Çocuklar ne bekliyorlar ve karşılarında ne buluyorlar. Bu ikisi arasında bir örtüşme yoksa radikalleşiyorlar. Radikalleşme bazen deizm, ateizm gibi bir ideoloji şeklinde kendini dışarı vurur, bazen DAEŞ gibi şiddet formunda ortaya çıkabilir. Bu radikalleşmenin sebepleri, bazen haklı sebepleri vardır. Dolayısıyla bu sadece bir ilahiyat meselesi değildir. Buna bazen siyaset, bazen ticaret, bazen dini söylemler sebep olabilir. Yelpaze çok geniş.

Prof. Erol Göka

Eski dünyanın referanslarına dönmeliyiz

Ben gençlerde bir inanma krizi olduğuna inananlardan değilim. Gençlik döneminin temel eğilimlerinden biri kimlik arayışıdır. Gençler bir dünya görüşü, bir maneviyat anlayışı, bir ahlak anlayışı ve sonunda da bir toplumsal ve mesleki kimlik edinmek üzere çabalıyorlar. Sağa sola yalpalamaları çok bilindik bir şeydir. En çok da yetişkin topluma eleştiri tarzından ortaya çıkar. Hele hele yetişkin toplumu iki yüzlülük yalan ve aldatma üzerine kurulmuşsa gençler buna çok şiddetle tepki gösterir.  Deizm tartışmalarını gençlerin son dönemdeki bu tip algılarına ve tepkilerine veriyorum. Bunu çok hazırlayıcı bir toplumsal ve aile ortamı var maalesef.

Kimlik krizinin nereye götüreceğini bilmiyoruz

Eskiden olsa bu tip tartışmalarla ilgili biz profesyoneller şöyle derdik. “Telaş etmeyin su akar yolunu bulur. Gençler de eninde sonunda ebeveynine benzer.” Kimlik krizi büyük oranda böyle neticelenir çünkü genç kendi aile ortamından öğrendikleriyle, çevre ve akran ortamından öğrendiklerini sürekli kıyas yapar durur. Sonuçta en güvenilir olarak ebeveynini gördüğü için ve onu örnek aldığı için o limanda konaklar. Şimdi aynı rahatlıkla bunu söyleyemiyoruz. Çünkü gençlerin ve tek tek ebeveynlerin farklı farklı dünyaları ve farklı farklı sanal bağlantıları var artık. Gencin anne babayı örnek alacak kadar sosyal karşılaşma imkanı yok. 

Bizi korkutması gereken gençlerde inanç ve maneviyat krizinin, dalgalanmalarının olması değil bu dalgalanmalarının nasıl neticeleneceği ile ilgili eski öngörülerimizi artık yapamamızdır. Bir kere durumu düzgün tespit etmeliyiz. Herkesin sosyal ağları, sanal bağlantıları farklıysa ve oraya gömülmüşse, anne baba ayrı ayrı kardeşler ayrı ayrı, akran grupları ayrı ayrı artık gençlerin kimlik oluşumunun ortaya çıktığı mekanlar farklılaşmış ve bizim bilmediğimiz mekanlar demektir. Bilmediğimiz bir dünya içindeyiz. Yeni denizin yeni balıklarıyız. Burada yüzdüğümüzü sanıyoruz. Mühendislere, teknolojik akla emanet ettiğimiz bir dünya bu. Nereye gittiğimizi kimse bilmiyor.

Yeniden aile olmalıyız

Buna karşı bizim önerebileceğimiz şey tekrar eski dünyanın referanslarına dönmektir. Eski dünya dediğimiz tekrar aile olmaktır, sanallığa karşı sosyalliği artırmaya çalışmaktır. Tekrar çocuklarımıza örnek olmaktır. Tekrar çocuklarımızla karşılaşmalı ve kendi dünya görüşümüzü, kendi maneviyat anlayışımızı, sohbet kıvamında onlara aktarmalıyız. Çünkü gençler dikte edilen her şeyden nefret ederler. Onlarla arkadaş olalım da demiyorum, ebeveyn olmalı elbette. Ama kendi iç dünyasını, hayata nasıl baktığını, kendi mücadelesini, somut bir insan olarak anlatmalı ve göstermelidir. Gencin görmesine imkan tanımalıdır ve daha çok birlikte olmalıdır bu nedenle.

Müfredat değişmeli öğretmenler iyi insan olmalı

Elbette öneride bulunmak kolay. Peki genç bunu istemezse ne olacak? Böyle bir durum var ve çok zorlu bir şey. Tekrar eski referans sistemlerine dönülmesini önermekten başka çaremiz yok ama böyle bir şansımız var mı inanın bilmiyorum. Çocuğunuza “Gel akşam seninle yemek yiyelim, sonra sinemaya gidelim” dediniz. Çocuk da “Bir sürü işim var, arkadaşlarla toplanacağız” diye cevap verdi. Bu ebeveynin çocuğa yaklaşma ve onunla bağlantı kurma becerisine bağlı. Yapılması gereken eski referans sistemine, kimlik oluşturmayla ilgili bildiğimiz sağlam dayanaklara tutunmaktır. Yoksa sahiden nereye gittiğimizi bilmiyoruz. 

Yeni denizin yeni balıkları dediğim gençlerin buranın yerlileri, yetişkinlerin de mültecileri olarak gören bir anlayış var ve doğru bir anlayış. Bu dünya onların dünyası biz bilmiyoruz. Onların bu dünyayı bize öğretmesine rıza göstermeliyiz. Amacımız çocuğumuzla bağlantı kurmaksa, bilgisayar oyunlarını oynamak bile bir yol olabilir. Çocuğumuz arkadaşlarıyla buluşacaksa oraya dahil olunabilir. Eskiden gençlerin arasında yetişkinler görürdüm. Son 5 senedir böyle manzaralarla karşılaşmıyorum. Şimdi gençler kendi başlarına kalıyorlar ve online ortamdaki bağlantılarından kimlik bulmaya çalışıyorlar. Özdeşim nesneleri hem çok fazla hem de o kadar çok olması nedeniyle yok. Çünkü özdeşim kurabilmek için onunla vakit geçirmek lazım, onun özelliklerini içselleştirmek lazım. Gençler bu şansa sahip değiller. Bu konuda okula daha çok görev düşüyor gibi. Çünkü çocukların zamanının pek çoğu okulda geçiyor. 

Bu kimlik oluşumu için önerdiğimiz şartları okulun yöneticileri ve öğretmenlerinin ebeveynden daha çok karşıladığı anlamına gelir. Gençlik döneminin sorunlarını ve görevlerimizi öğretmenlerimize çok iyi anlatmamız lazım. Öğretmenlerin çok iyi insanlar olması lazım. Çok iyi eğiticiler olması lazım. Ama asıl kaygı da burada başlıyor. Maalesef eğitim ortamları da bu misyonu yerine getirecekmiş gibi durmuyor. Son önerim ise ailenin, okulun, yetişkin toplumunun, üst düzey yöneticilerimizin gençlerin bu sorunlarının çözümünde görevleri nelerdir diye oturup düşünmesi lazım ve yepyeni müfredatla yepyeni programla gençlerin karşısına çıkmamız lazım.

Yetim Vakfı Eğitim Sorumlusu Hatice Naç

Hatalı ama iyi dindar olabiliriz

Çocuklarımızla yeni bir başlangıç yapabiliriz. Aileler kendi hayallerini çocuklarında yaşatmak, kendi olamadıkları en iyi Müslümanı çocuklarında oldurtmaya çalışıyor. Bazı aileler kendi yaptığını aklarken çocuğun yaptığı hatayı kara listeye alabiliyor. Çocuk namazını kılmıyor olabilir, başörtüsü takmıyor olabilir, bir şeyleri oturtamıyor olabilir… Bunlar sorun oluyor. Fakat anne o gün ziyaret ettiği bir insanın arkasından konuşup, gıybet yapabiliyor ve “Ama çok dolmuştum. Beni çok sinir etti” gibi sözlerle kişisel olarak kendini aklayabiliyor. Bu gibi olaylar çocuğun kalbine bir iz bırakıyor, çocuk “Dindar bir aile dedikodu yapabilir ya da iftira atabilir” düşüncesine sahip oluyor. Amin Maalouf’un bir sözü var, “Bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar” diyor. Evet bizim dinimiz var. Çocuklarımız da bizim ama onlara karşı da ahlak. Çocuğa yalan söyleniyor, yanında tutarsız davranışlar gerçekleştiriliyor, çocuk o suyla besleniyor. Fakat daha sonra çocuğa “Sen niye böylesin” diye hesap soruluyor. Bu aslında çocuğa “Bir gün beni delirtmek istiyorsan dini açıdan bir şey yap” demek. Bütün ailelerde sorunlar yaşanır. Çocuklar yaşanan sorunun öfkesini nereye fatura edeceğini çok iyi biliyor. Benim ailemin canını ne acıtır diye düşündüğünde dini buluyor.

Altın tozlu kadayıf akıl karıştırdı

İzlediğimiz filmlerin bizi ne kadar etkilediği malum. Aile çocuğun gözü önünde en etkileyici filmi sahneliyor. Ailenin sahnelediği her perdenin içinde insan olmanın gerektirdiği marazlar var. Fakat bu marazlar çocuklara ifade edilirken, aileler kendileri dinin de sahibi, en iyi dindarlar gibi gösterilebiliyor. İnsan en aşağı seviyeye de inebilir, melek seviyesine de çıkabilir. Bu ikisi arasında çabalayan canlıdır. İnsanı bu haliyle kabul etseler, yaşanan marazların dinden dolayı değil kendi hatalarından olduğunu aktarabilseler, çocuk sorgulamaya kalktığında üstünü örtmek yerine insanın hatalarının olabileceğini anlatsalar, hatalı ama iyi bir dindar olabiliriz. 

Biz peygamber değiliz fakat peygambercilik oynayıp büyük hatalar yapıyoruz sonra da çocuktan buna inanmasını istiyoruz. Sorun buradan başlıyor. Bir sorun da dindar ailelerin aşırı varlığa ulaşması. Kendilerini maddi olarak dizginleyemeyip her yerde olmak istediler. Operaya da giderim, 5 yıldızlı otele de giderim, 9 yıldızlı otele de giderim dediler. Çocuklar Kurban parası veriyoruz ama altın tozlu kadayıf yiyoruz, bu nasıl oluyor diye afalladılar. Fakat aileler de son dönemde durumu biraz sindirdi. Altın tozlu kadayıflar tatmin etmedi, tekrar secdeye geri döndüler.

Önce sevgi ilişkisini kurmalı

Yapmamız gereken herkesin Allah inancını yeniden gözden geçirmesi. Bir aile zaten şükretmeyi biliyorsa, anne baba çocuklarını sevmeyi, insan olarak sevmeyi biliyorsa sorun olmaz. İnsan sevdiğini rol model olarak benimser. Hepimizin hayatında rol model insanlar var. Bunun nedeni de o insanı sevmemiz. Sevmediğiniz insanı hayatınıza rol model almazsınız, onun inanç şekillerini de almazsınız.  Bu nedenle insani ilişki, sevgi ilişkisini kurmamız gerekiyor.



Emeti Saruhan, 19.04.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Hayatın Sıcak Yüzü, 
Emeti Saruhan Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Emeti Saruhan Hanımefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 06.07.2017


İlk yayınlandığı Yer: Gerçek Hayat





Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı