Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Sistem her zamanki gibi tıkır tıkır işlemiş ve özellikle Türkiye’de Müslüman kadınlar arasında keskin ayrımlar üretmişti. Ancak asıl amaç başka türlü ortaya çıkmış ve Müslüman erkekler ustalıkla etkisiz hale getirilmişti."
Kur’an ne kadar sadeleştirici ve netleştiriciydi; ruhum ferahlıyordu. Yahudi feminist akademisyenlerin, aradıkları hakları Müslüman olarak bulmaları mümkündü. Atalarının çarpık inançlarından, öğretilerinden ve kültürlerinden kurtulmaları bu kadar kolaydı. Ama onlar atalarının yaptığı hatanın aynısını yapıyorlar, inançlarını, öğretilerini ve kültürlerini sorgularken de büyük bir emek sarf ediyor ve sapıklığı emeklerinin karşılığı olarak hak ediyorlardı; üstelik doğru yolda olduklarımdan eminlerdi.
Artık kuramsal olmak bir yana, trajikomik geliyordu Judith Plaskow’un alıntıladığım bu son sözleri:
“Burada tartışılan ve teolojik meseleleri açıkça ele alan feminist akademisyenler, daha geniş kapsamlı bir feminist teolojik söylemin yalnızca en bilinçli kolunu temsil etmektedir. Tüm Yahudi feminist değişim çabaları, geleneğin otoritesi ve benliğin, Tanrı'nın ve toplumun doğası hakkında zorunlu olarak belirli varsayımlarda bulundukları ölçüde, teolojik soruları birçok farklı düzeyde ele alırlar.”
Tanrı’nın doğasını anlama çabaları bütünüyle çöküşe uğrayan erkeklerden de ders almamışlardı bu zavallı Yahudi kadınlar; Tanrı’nın doğası, karakteri hakkında önemli tamamen şeytanî safsata ile dolu Kabala da erkeklerin eseriydi, onun bir başka versiyonu olan Sufizm de. Eşit olmak istedikleri erkeklerin gittiği yoldan gittiklerinin bile farkında değillerdi. Büyülenmişlerdi çünkü.
Eli’nin ve Sabır Taşı’nın feminist İslamcı kadınlara karşı tutumlarının arka planında da bu büyü vardı.
Sabır Taşı, Eli’nin Yahudi feministlerden daha çok Müslüman feministlere kızdığını anlatmıştı.
‘Sizin elinizde mükemmel bir rehber var!’ demişti Eli. ‘Kur’an, bütün beşerî kusurlardan uzak, erkeklerin ve kadınların bütün haklarını ayrıntılarıyla anlatan ilahî bir kitap; nasıl onu bırakıp şeytanlaşmış insanların yazdığı kitaplara inanırsınız?’
‘Beni uyandıran Eli’nin söyledikleriydi!’ demişti Sabır Taşı. ‘Çocukluk arkadaşım olduğu için ondan etkilenmiştim ve insanların davranışlarının sebeplerini anlamaya çalışıyordum. Yahudiler insanlığın kara kutusudur, diyordu Eli. Gerçeği bilen ama saklayan bir kara kutu. Onlara inanmamalısın! Eli de Yahudiydi, ancak ona inanıyordum ben, çünkü beni hiç aldatmamıştı ve gerçeği örtmüyordu. Kur’an okumamı öneriyordu sürekli. Kur’an’a olan güveni de beni etkiliyordu.’
Samirîlerin çabaları aşırı muhafazakâr Yahudi ve Hristiyan kadınları baştan çıkarmakla sınırlı değildi, hedeflerinde kültürel baskılardan dolayı ezilen Müslüman kadınlar vardı. ‘Kadın kadının kurdudur’ diyerek feminist kadınları bu işe koşmuşlar ve İslam’da feminizm için var olmayan teolojik gerekçeleri, kültürel kodlar üzerinden tanımlamaya çalışmışlardı.
Bu kadınlardan biri de Margot Badran’dı. El Ezher üniversitesine girebilmek için Müslüman olmuş görünmüş, edindiği bu referanstan sonra teorik olarak ‘islamic feminism’ denemiş, -bu kavramın yansımaları, kökleri Cemaleddin Efgani’ye dayanan Masonik İslamcılık’ta verimli bir arazi bularak ‘islamist feminism’e dönüşse de- entelektüel Müslüman kadınların zihinsel işletim sistemine sızmayı başarmıştı.
Oysa sadece basit bir projeydi bu samirîler için; yarım yüz yıl önce tasarlanmış ve uygulamaya konmuş bir proje. Bu projeyi, araştırma yaparken The Wilson Center’in internet sitesinde görmüştüm. O dönemde bilinçsiz Müslüman kadın okurun da erkek okurun da farkında olamayacağı kadar derin karanlıktaydı bugün kolaylıkla bulup işaretlediğimiz yollar; ancak samirîler tarafından beslenen ve bir kısmı FETÖ bünyesinde aktif olarak çalışan ‘ajanlar’ her şeyin farkındaydı.
1968’de Washington DC’de kurulan The Wilson Center’in bir üyesi olarak Margot Badran, kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmalarına odaklanan bir Orta Doğu tarihi profesörüydü. İslami feminizm konusunda tanınmış bir akademisyendi ve ‘Müslüman kadın ve erkeklerin dinleri ve kültürleri çerçevesinde eşitlik ve adalet taleplerinin giderek arttığı günümüzde, projem İslami feminizmin bu hedefleri insan haklarından daha fazla yararlanma ve demokrasi uygulamaları bağlamında nasıl desteklediğini incelemektedir.’ şeklinde özetlediği "İslami Feminizm, İnsan Hakları ve Demokrasi" (Islamic Feminism, Human Rights, and Democracy) adlı bir The Wilson Center Projesi’ni gerçekleştirmeye çalışmıştı hayatı boyunca.
Woodrow Wilson International Center for Scholars'ın Orta Doğu programının kıdemli akademisyeni ve Georgetown Üniversitesi Prens Alwaleed Bin Talal Müslüman-Hıristiyan Anlayış Merkezi'nin kıdemli araştırmacısı olan New Yorklu Margot Badran özel olarak yetiştirilmişti; lisans eğitimini İngilizlerin ilk beyaz kölelerinin topraklarında, İrlanda’da Dublin Trinity College'da tamamladıktan sonra Harvard Üniversitesi'nde yüksek lisans ve Oxford Üniversitesi'nde doktora yapmıştı.
Kahire'deki El-Ezher Üniversitesi'nden Arapça ve İslami Çalışmalar diplomasını almış, -yirminci yüzyılın başlarında Farsça öğrenerek kusursuz bir sufist olan İngiliz ajanı Gertrude Bell’in bir başka versiyonu olarak- Müslüman coğrafyada, özellikle Mısır ve etkisindeki Türkiye, İran, Fas, Tunus, Cezayir, Sudan, Suudi Arabistan, Lübnan, Suriye, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Bangladeş’te Müslüman kadınları feminizm üzerinden şeytanlaştırmaya çalışmıştı Margot Badran.
Bir yandan Sufizm bir yandan İslamcılık; şeytanın yolları karanlıktı... Kadının haklarına yer açamayan, ama onu ulvî sekse ikna eden Sufizm akımı bir başka proje olarak yol alıyordu; her yandan kuşatılmıştı Müslüman kadın, inançlarına aykırı olan hangi kışkırtıya itiraz etse hemen dışlanıyordu. Müslüman erkeğin böyle bir kaostan kaçınması mümkün değildi; o da hınçla itiliyor ve zaman geçtikçe laik erkeklere benziyordu.
Margot Badran dört kitap yazmış ve birinin de eş editörlüğünü yapmıştı:
1995’te, Princeton University Press tarafından yayınlanan ‘Feminizm, İslam ve Ulus: Toplumsal Cinsiyet ve Modern Mısır'ın Oluşumu’ (Feminism, Islam, and Nation: Gender and the Making of Modern Egypt), 2004’te, Indiana University Press’ten, eş editörlüğünü yaptığı ‘Kapıları Açmak: Bir Arap Feminist Antolojisi’ (Opening the Gates:An Arab Feminist Anthology), 2007’de, Yeni Delhi’de Global Media Publication’dan ‘Doğu ve Batı'nın Ötesinde Feminizm: Küresel İslam'da Yeni Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları ve Uygulamaları’ (Feminism beyond East and West: New Gender Talk and Practice in Global Islam), 2009’da, Oxford’da, Oneworld Press’ten ‘İslam'da Feminizm: Seküler ve Dini Yakınlaşmalar’ (Feminism in Islam: Secular and Religious Convergences), 2011’de Woodrow Wilson Center Press’ten ‘Afrika'da Toplumsal Cinsiyet ve İslam: Haklar, Cinsellik ve Hukuk’ (Gender and Islam in Africa: Rights, Sexuality, and Law).
Bu kitaplar, çarpan etkisi üretmek için hedef Müslüman ülkelerde yerli yazarların tartışmalarına ve kitaplarına kaynaklık etmiş, yine özel olarak oluşturulmuş ve finanse edilmiş yayınevleri tarafından da dergiler ve kitaplarla Müslüman okurlara ulaştırılmıştı. Sistem her zamanki gibi tıkır tıkır işlemiş ve özellikle Türkiye’de Müslüman kadınlar arasında keskin ayrımlar üretmişti. Ancak asıl amaç başka türlü ortaya çıkmış ve Müslüman erkekler ustalıkla etkisiz hale getirilmişti.
Müslüman coğrafyada feminist dalgalanmaların merkezindeki bir figür olarak Margot Badran'ın 2011 yılında yayımlanan ‘Afrika'da Toplumsal Cinsiyet ve İslam: Haklar, Cinsellik ve Hukuk’ (Gender and Islam in Africa: Rights, Sexuality, and Law). adlı kitabını inceleyen An Van Raemdonck, Badran'ı "tarihçilerin, dilbilimcilerin, antropologların ve alan çalışmaları, toplumsal cinsiyet ve din çalışmaları alanlarındaki akademisyenlerin çalışmalarını bir araya getirdiği" için disiplinler arası yaklaşımından dolayı övüyordu.
Oysa ben, Margot Badran’ın The Wilson Center’ın internet sitesinde yazdıklarını temel almayı tercih ediyordum, çünkü amacını ve bahse konu projede gelinen aşamayı açıkça anlatıyordu:
“Otuz yılı aşkın bir süredir İslam ve Müslüman toplumlarda kadına, toplumsal cinsiyete ve feminizm türlerine odaklanmam, öğretim ve bursu, kamusal entelektüel çalışmaları, danışmanlık ve aktivizm faaliyetlerimi birleştirdi. Çok uzun bir süredir feministim. Pek çok yerde yaşadım, katkıda bulundum ve feminizmler üzerine çalıştım.” diyordu Badran...
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
Takip et: Next Sosyal @seckin_deniz
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.