24 Mayıs 2025 Cumartesi

SA11440/SD3493: Sıkıntı (Roman); 11. Bölüm-Çöl 19

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

'Peki, aksine kanıtlardan haberin var mı, Ağa?’ diye sormuştum ben de. ‘Mustafa Kemal’in Müslüman bir ailenin çocuğu olduğuna dair kesin kanıtlardan kaç kişi haberdar?'


‘Hakikaten şaşkınım, Azizim!’ demişti Mahir. ‘Sadece bir Yahudi gazetecinin otobiyografisinde yer alan zayıf iddia ile bu kadar büyük gürültü koparılıyor. Oysa böyle bir iddianın kesin kanıtlara ihtiyacı var; açıkça görülüyor ki dehşet verici bir provokasyondan başka bir şey değil bu!’

‘Yaptığı inkılapları da İslam’a karşı kanıt olarak gösteriyorlar, ayrıca!’ demiştim. ‘14 Haziran 1926 tarihinde, İzmir'de yapılması planlanan suikast girişimini bilirsin. 1916 ile 1918 yılları arasında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası büyük üstatlığı yapan, II. Meşrutiyet döneminde maliye nazırlığı yapmış  olan Sabetayist Yahudi kökenli İttihatçı Maliye Nâzırı Mehmed Cavid Bey, Mustafa Kemal’e suikast girişiminin sorumlularından biri olduğu gerekçesiyle tutuklanmış ve yargılandıktan sonra idam edilmiştir. Bir dönme neden bir dönmeye suikast düzenlesin?’

‘Eyle ya!’ demişti Mahir dikkatli bir sesle. ‘Niye?’

‘Peki, aksine kanıtlardan haberin var mı, Ağa?’ diye sormuştum ben de. ‘Mustafa Kemal’in Müslüman bir ailenin çocuğu olduğuna dair kesin kanıtlardan kaç kişi haberdar? 

‘Onlarla ilgili de biraz bilgim var, Azizim!’ demişti Mahir. ‘Sen bildiklerini de hele!’

‘Mustafa Kemal’in İstanbul Harp Okulu'ndan sınıf arkadaşı, paşa torunu, paşa oğlu Ali Fuat Cebesoy, o öldükten sonra yazdığı 'Sınıf Arkadaşım Atatürk' adlı kitabında okul ve genç subaylık anılarını anlatırken önemli ayrıntılara temas eder’ demiş ve bahsettiğim kitapla ilgili notları açmış ve Mahir’e okumuştum:

"Atatürk'ün doğduğu ay ve gününe dair kesin bir bilgi yoktur sanırım. Bir gün anacığı Zübeyde Hanım'a sorduğum zaman, 'Babası Ali Rıza Efendi, Paşamın doğumunu evimizdeki iki Kur'an-ı Kerim'den birine kaydetmişti. Fakat zevcim vefat ettiği zaman başucunda yalnız bir Kur'an-ı Kerim vardı ve onda da hiçbir yazı yoktu. Belki de kayıtlı Kelam-ı Kadim’i devam ettiği camideki hocalardan birine hediye etmiş olacak.' cevabını almıştım. Doğum tarihini Atatürk de bilmezdi." (s.60)

Mahir şaşkınlığı artmış bir halde dinlemişti beni. ‘Çok sade, çok net bir bilgi bu, Azizim!’ demişti. ‘Dönme iddiası açık bir iftira!’

‘Camiye devam eden Müslüman bir ailenin reisi, senin ya da benim babam çocuklarının doğum gününü evinde bulunan Kur'an-ı Kerim'e kaydeder, Ağa!’ demiştim kararlı bir sesle. ‘Benim babam da aynı şekilde okuduğu Kur’an’ın arka sayfalarına yazmış doğum tarihimi, ama Kur’an ortalıkta yok. Babam kime verdiğini de hatırlamıyor ve ben tam doğum günümü bilmiyorum, pamuk zamanı doğmuşum. Ama susuz pamuk mu, sulu pamuk mu, ayrıca kaçıncı el toplanmada? Pamuk birkaç kez toplanır çünkü!’

‘Çukurova!’ demişti Mahir neşeli bir sesle. ‘Ve pamuk. Eyle ya Azizim, ya buğday zamanı ya zemheri!’

‘Bir kanıt daha var, eğer duymadıysan?’ demiştim Mahir’e, notlarıma bakarken. ‘Atatürk’ün vefatında cenaze namazı kılınıp, kılınmaması tartışması yaşanırken, beş vakit namazını hiç bırakmamış olan kız kardeşi Makbule Hanım, Celal Bayar’a, “Celal Beyefendi, benim ağabeyim gavur mu, niye namazı kılınmıyor?” diye kızmış, tabutun üzerine çıkıp oturmuş ve “Mustafa Ağabeyimi namaz kılınmadan hiçbir yere göndermem ben” demiş. Bunun üzerine Ankara’dan telgraf gelmiş ve fotoğraf çekilmeden, dışarıya aksedilmeden, küçük bir cemaatle namazın kılınmasına karar verilmiş. Hatta görevliler Türkçe dua ile alaylı bir şekilde baştan savma bir cenaze namazı kılınmasını sağlamışlar. Ve Makbule Hanım abisinin vefatından sonra her 10 Kasım’da Hacı Bayram Veli Camii, Süleymaniye Camii, Bayezid Camii gibi camilerde halka açık şekilde mevlid okutturmuş.’ 

‘Bunu da duymuştum, Azizim!’ demişti Mahir kafasını ağır ağır sallarken.

‘Ve son kanıt!’ demiştim konuyu noktalayacağımı belli ederek. ‘Mason başyaveri Cevat Abbas Gürer, mason derneklerini kapattırdıktan sonra Mustafa Kemal’i terk etmiştir, son nefesine kadar yanında bulunan iki kişi, Hasan Rıza Soyak ve Kılıç Ali, Atatürk'ün son sözünün ‘Ve aleykümesselam’ olduğuna tanıklık etmişlerdir. Ben bunu ilk okuduğumda büyük bir şaşkınlık yaşamıştım. Klasik Atatürk anlatılarını alt üst eden ve bakış açılarımı tamamen değiştiren bir şeydi bu. Ölmüş biri artık defteri kapanmış biridir ve Allah’a hesabını verecektir, inancının ölçüsü nedir, ne değildir bilemem, ama bu çok şaşırtıcı değil mi sence de?'

‘Subhanallah!’ demişti Mahir birdenbire ayağa kalkarak. ‘İşte bunu bilmiyordum, Azizim!’

‘Hasan Rıza Soyak ve Kılıç Ali, Mustafa Kemal’in son sözünden neden bahsetmiş olabilirler sence?’ diye sormuştum Mahir’e. ‘Eğer onu zehirleyen mason doktorlarının iddia ettiği gibi ‘anlaşılmaz bir şeyler’ mırıldanmışsa, neden ‘‘Ve aleykümesselam dedi’ desinler? Bu bence onun bir Müslüman olduğuna dair çok önemli bir kanıt! Yahudi dönmeleri olan Sabetayistler son nefeslerinde ‘Ve aleykümesselam’ mı derler?

‘Ne diyebilirim, Azizim!’ demişti Mahir. ‘Dediğin gibi; her şeyin yeniden araştırılması ve hakikatin açığa çıkması gerekir. Peki, bu İngilizlerle ilişkisine dair iddialara ve Misak-ı Millî hadisesine ne diyorsun?’

Yeniden notlarıma bakarak ona cevap vermiştim:

“Ali Fuat Cebesoy, kitabında, "Mustafa Kemal, topçu stajını yapmak üzere Şam'a gitmeden önce Beyrut'ta arkadaş muhiti içinde yaptığı toplantılarda, 'Dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan, önce bir Türk Devleti çıkarmaktır' demişti." (s.179) derken de bir karakter yansımasına tanıklık ediyordu. Acaba diyorum, "Dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan, önce bir Türk Devleti çıkarmaktır" hedefini ondan kim istemişti? Hani ‘İngiliz valisi falan’ diyorlar ya?’

Mahir’in cevap vermesini beklemeden notlarım arasında yer alan alıntıyı okumaya devam etmiştim.

"Nüfusun yarısı Türk olmayan ve halbuki geniş bir saha işgal eden devletin bütün ağırlığı ve müdafaası Türk'ün omzuna yükletilmiş, Hristiyan azınlıklar ise yalnız kendi çıkarlarını sağlamakla kalmıyorlar, komşu ve aynı ırktaki devletlerle birleşmek için fırsatı kaçırmak istemiyorlar. Geriye kalan Türkler ve Araplar, ayrı ayrı devletlerin sömürgeleri haline getirilecek, Türk'ten başka olan unsurlar düşman devletlerin tarafını tutacaklar. Şu halde devlet gövdesinin çökmesiyle hasıl olacak enkazın altında ezilip perişan olmak mı, yoksa çoğunluğu Türk olan Milli bir sınıra çekilerek burasını mı savunmak daha doğru ve hayırlı olacak? Ben selameti ikinci fikrin tatbik edilmesinde görüyorum.” (s.187-188)

Ve sormuştum Mahir’e:

‘26 yaşında bu analizi yapabilen genç bir Osmanlı Subayı’nın Misak-ı Milli tasarımı bu... Henüz ortada 1918'de başlayan işgal yok, yıl 1907. Sence ortada nasıl biri var?’

‘Çok akıllı biri!’ demişti Mahir. ‘Ve vatansever, senin gibi, benim gibi! Ben de Atatürk mason değil, diye biliyorum. Şimdi şu hususu çok iyi anladım ve sağlam bir yoruma ulaştım diyebilirim. Atatürk özel bir adam; liderlik takıntısı olan, bir yeri, yurdu kendince sahiplenen, iktidar hırsı olan biri... '


<<Önceki                      Sonraki>>


[21.05.2025, 11/39 (889))]


Seçkin Deniz, 24.05.2025, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı