23 Mart 2017 Perşembe

SA4131/KY25-NO90: Mümkünse Gündüz Uyuyup Gece Uyanık Kalalım!

"Referanduma giden bu günlerde yapılacak tek şey: Mümkünse gündüz uyuyup, gece uyanık kalalım!"


Var bu havada bir puştluk kokusu... Ya da vatan anadan evladır!

Dün havanın biraz göz kırpmasına dayanamayıp Hanım'la beraber attık kendimizi dışarıya, kırlara. Kışın sıkıcı griliğinin ardından peş peşe düşen cemrelerin getirdiği değişiklikler en iyi 21 Mart Nevruz günü görülür deyü. Aynı zamanda bahar-yaz yürüyüş programlarının güzergâh planlamalarını yapalım dedik. 

Evden şehir dışına, kırlara ulaşmak için var olan ilk 1,5 km lik mesafeyi bir an önce geçip doğayla iç içe olmak istiyorduk. Artık tarlalar arasındaki yollara ulaşmış, tabiatın uyanmaya başladığını, yeşilin en taze, en yeşil olduğu ilk öncülerini çıplak gözle görmeye başlamıştık.

Bir yandan da yol boyunca kaç gündür kafamı kurcalayan şu meşhur Fetö bülbülü Emre Uslu'nun son yazdığı "bahar-1000 ışkın" metaforunu düşünüyordum, derken Türkiye'de bulunan büyük kızım Elif'in telefonu ile irkildim. Telefon hangi cebimdeydi, kulaklık yanımda mıydı telaşı ile önce telefonu açtım, sonra kulaklığımı taktım. 

Günün o saatinde ve bu kadar uzun uzun çaldırdığına göre hayra alâmet bir şey olamazdı bu telefon. Nitekim öyle de oldu. Önce "Nerdesin ne yapıyorsun?" gibi soruların sorduktan sonra birdenbire boca etti başıma kötü haberi. "Baba! Duydun mu Babaannemin hastalığı çok ciddiymiş!". A benim güzel kızım, biliyorsun benim bağda, bahçede, tarlada olduğumu, evden en az yürüme bir saatlik mesafede olduğumu neden pat diye söylüyorsun böyle bir haberi?

Ağzımızın tadı iyice bozulmuştu. Hanım'la "Şurdan mı dönelim burdan mı dönelim?" müzakeresini yaptıktan sonra gezintimizi erken keserek yavaş yavaş eve dönüş yoluna revan olduk. Yol boyunca aklımda "Ne zaman vatana döneriz, nerden kaynak buluruz?" sorularıyla uğraşırken aklıma tekrar şu Emre Uslu bülbülünün yazdığı son tweet geldi. Annem Seher Sultan'ın hastalığının "ciddiyeti" yüzünden vatana gitmek zorunda olduğum gerçeği ile geçen yıl izine gittikten iki gün sonra 15 Temmuz olduğu, bunda bir paralellik olabileceği düşünceleri kafama üşüşmeye başladı. Sanki bir ses ısrarla "Vatan anadan evladır" diyordu. Anaların vatan için evladını kınalı koç gibi kurban ettiğini hep okur, dinleriz. Ama bu sefer başkaydı...

Anahtar kelime "ciddiyet" idi. Artık Annemin hastalığı kafamda ikinci plana düşmüş malûm çetenin "Bahar, güvercinler özgür olacak, 1000 ışkın" lafları ne anlama geliyordu? Fetö'nun Pensilvanya'daki başpiskoposunun: "İşler çok" CİDDİ" olarak dizayn edilmeli, "makûl" bir çerçevede, "makûl" bir blokaj içinde düzenlenmeli, "devleti aliyenin başının" yeneceğini beklemeye durun bence. Evet darman duman olacaklarını beklemeye durun, "başınızın çaresine bakın". "Bulun birer tane merkup, bulunduğunuz yerden sağa sola kaçmaya durun." sözlerini nereye koyacaktık? Nasıl yorumlayacaktık?

Eve gelince ilk iş annemin hastalığından daha çok bu başpiskoposun ve onun medya maymununun sözlerinin birleşmesinden "'CİDDİ BİR DURUM' ortaya çıkar mı?" sorusuna cevap aramak oldu.

Gündüz CNNTÜRK'de K.Kılıçdaroğlu'nun Samsun'da yaptığı bir toplantıyı canlı dinlerken, üslubu özgüveni beni iyice ayar etmişti zaten. Adamdaki rahatlık beni ciddi ciddi rahatsız etmişti! Adam(!), Allah diyordu, vatan diyordu, Hz. Ali efendimiz, sevgili Peygamberimiz diyordu! Ne olmuştu bu adama diye düşünmeden edemedim. 

Günlerdir yaklaşık %90 ı aynı olan konuşma metnini mistik bir derviş edasıyla, müthiş bir özgüven içinde sanki bir tulûat icra ediyormuşcasına, bağırmadan çağırmadan anlatıyor, 16 Nisanda hayır çıkması halinde ne olacağını söylerken: "Her şey eskisi gibi devam edecek, sayın Cumhurbaşkanını halk seçmiştir görevine devam edecektir, Sayın Binali Yıldırım Bey görevine devam edecektir" gibi adeta bir şeyler lütfediyormuş gibi konuşmaya devam ediyordu! Halbuki aynı Kılıçdaroğlu, Erdoğan'a ağza alınmayacak hakaretleri yapmış ve bugüne kadar hiç ama hiç özür dilememişti. Binali Yıldırım'la "yedek başbakan" diye az dalga geçmemişti. Madem şimdi böyle düşünüyorsun geçmişte ettiğin terbiyesizlikler için önce bir özür dilemen gerekmiyor mu?

Neyse uzun lafın kısası Fetö başpiskoposunun sözleri ve derin Nato'nun operasyonel kanadının Fetö'ya iliştirdiği keçi sakallı Emre Uslu'nun tweeti, KK daki rahatlık ve Alman Gizli Servisi(BND)nin Başkanı Bruno Kahl'in bütün gizli servis ve diplomatik teamülleri alt üst ederek resmen Fetö'ya kefil olan küstahça sözlerini üst üste, alt alta koyunca ortada CİDDİ bir durum olduğu kanaatine vardım.

Başpiskoposun sözlerini müktesebatım nispetinde anlatmaya çalışayım. Bunun kulağına bir şeyler üflendiği kesin. Sözlerinin açılımı ise referandumdan önceki günlerde 1000 ışkın (burada henüz deşifre olmayan görece alt rütbeli subaylar kastediliyor) metaforunda anlatıldığı gibi Fetö'nun elemanları ile, Doğu'nun üst rütbeli elemanları yani Türk Subayı üniformasından çok Nato üniforması giyme hastası kadim darbeci Kemalistlerin el ele vererek referandumu yaptırmamak için kıpraştığını, yeni bir darbe planladıklarını düşünüyorum. 

Bunun için CHP, Fetö, HDP, ulusalcı, ulusolcu gibi tasması Batı'nın elinde olan bütün güçler hem ordu içinde hem de sivil alanda senkronize bir ayaklanmaya hazırlanıyorlar. Başpiskopos, "Devleti aliyenin başının yeneceği", "darman duman olacaklarını beklemeye durun," sözleri olacakları söylerken "başınızın çaresine bakın. Bulun birer tane merkup, bulunduğunuz yerden sağa sola kaçmaya durun" sözleri cezaevindekilerin birer merkup(vasıta) bularak kaçmalarını tavsiye ediyor. Bütün bu söylediklerim herhangi bir duyuma değil benim şahsi kanaatlerime dayanıyor.

Kesin olarak bildiğim tek şey ise 16 Nisan'da evet çıktığında bahsi geçen güruhun bu sosyoloji var olduğu müddetçe demokratik yoldan bir daha devlete asla sahip olmaları mümkün olamayacaktır. O yüzden "rejim değişecek" diye bir yerlere alo diyorlar. O yüzden "tek adamı kandırırsan en geç 24 saat içinde devlete hakim olursun" diyorlar. O yüzden "tek adamın olduğu Libya, Suriye, Irak ve Romanya çöktü dağıldı, sıra bize gelebilir" diye kıyamet senaryosunu öne sürerek özellikle "Türkiye'den bir Libya, Erdoğan'dan bir Kaddafi" çıkarmak isteyen Batı'lı efendilerine işaret fişeği çakmaya çalışıyorlar.

Madem durum bu güruh için bu kadar hayati derecede önemli ise, bu adamlar bütün anketlere göre en az % 55 civarında evet çıkacağını bildikleri referandum öncesi neden bu kadar rahatlar? Madem bu güruh bu kadar rahat görünüyor; bu vatanın gerçek sahipleri rahatsız olmak zorundadır düşünmeye başladım haliyle! 15 Temmuz'da İstanbul Atatürk Havalimanında yazmıştım, yine tekrarlıyorum: Baş eğmeyeceğiz, Baş edeceğiz ve bu sefer Baş ezeceğiz! Şunu unutmayın! Ölüme gülerek gidenlerin eline geçtiğinizde 15 Temmuz'da olduğu gibi artık mahkemede inkar etmek şansınız falan olmayacak, ölmek için dua edeceksiniz.

İçimde böyle bir his var. "Annemin hastalığı için gelmek zorunda olduğum vatanıma bu sefer şehadete vesile olacak kutlu bir kavga için mi geliyorum?" diye. Umarım yanılıyorumdur ama bu kadar rahat teslim olmayacaklarından o kadar eminim ki... Referanduma giden bu günlerde yapılacak tek şey: Mümkünse gündüz uyuyup, gece uyanık kalalım!

Bu kadar kasvetli sözlerden sonra şairlere bırakalım sözü...

"Bütün bunların üstüne
Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Can kuşum, umudum, canım sevgilim."


Naim Okur, 19.03.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gündem
Naim Okur Yazıları




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı