30 Mart 2018 Cuma

SA5873/KY1-CÇ481: Sıradan Bir Gün

"Sabah kötü bir halde uyanacağınızı düşünürken bilmediğiniz, anlamını veremediğiniz bir huzur içinde uyanmış güne huzurla başlamıştınız ve şimdi de.. balkonda oturmuşsunuz!" 


Balkonda oturmuşsunuz. Saat öğleden sonra üç-dört arası. Hafif hafif esen tatlı bir rüzgâr eşliğinde tavşankanı çayınızı ince belli bir bardaktan yudumluyorsunuz. Huzur içindesiniz. Duyduğunuz huzur her an artmaya meyilli. Bir hoş olmuşsunuz, daha da olmaktasınız, daha da olacaksınız. Huzurunuzu bozmaya aday en ufacık bir olaya, duruma ilişkin mini minnacık da olsa bir ihtimal yok, ufukta öyle bir şey görünmüyor. 

Ne dün geceki bültenlerde denk geldiğiniz napalm bombalarıyla kavrulmuş insan bedenleri, ne yıkılmış evler, ne evler altında kalmış minicik bedenler, ne yarısı tank altında kalmış annesini tankın altından çekip çıkarmaya çalışan beş yaşlarındaki bir kız çocuğunun gözyaşları belleğinizde bir yer tutup su üstüne çıkacak güce sahip ki huzurunuz bozulsun. 

Çaresizlik içinde kendi kendinize öfkelenip, kızıp, içinizden çığlıklar, lanetler, küfürler savurasınız! Hayır! Yok! Onlar dün geceki bültenlerde kaldı. Evet, izlerken yüreğiniz burkulmuş, ağzınızdaki lokma büyümüş, gözlerinizde belli belirsiz bir nem oluşmuş ve hatta neredeyse yüksek sesle, içinizde boğduğunuz çığlıkları dışarı yansıtmanıza ramak kalmıştı ve fakat medeni biri olmanın, bir site içinde oturmanın gereği olarak susmuş, iki elinizi yumruk yapmakla yetinmiştiniz.. ve fakat o dün gecede kaldı. 

Sabah kötü bir halde uyanacağınızı düşünürken bilmediğiniz, anlamını veremediğiniz bir huzur içinde uyanmış güne huzurla başlamıştınız ve şimdi de.. balkonda oturmuşsunuz! 

Saat öğleden sonrası üç dört arası. Demliğinizi, çay bardağınızı, tütün alet ve edevatını balkona taşırken az biraz öfkeli, az biraz kızgın, az biraz umutsuz, az biraz kuşkuluydunuz. Olsun! Geçti! Hepsi geçti! Öyle olmakta, azıcık öfkeli, azıcık kızgın, azıcık umutsuz, azıcık kuşkulu, azıcık tedirgin olmanız pek de haksız sayılmazsınız. Nedenini bilmediğinizi bir huzur ile uyanmışsınız, hoş duygular içinde güne varmışsınız.  

Mutat işlerinizi halletmiş hafif bir yorgunluk için en iyi ilacın çay olduğunu düşünerek –hem hava da müsait, davetkâr, tam çay içmelik bir hava, güneşin batmasına üç dört saat var- kararınızı vermiş ve kendi kendinize;

- Tam balkonda çay keyfi yapılacak bir hava ve zaman, diyerek çay demleme eylemine kalkışmış ve birden çayınızın kalmadığı gerçeğiyle karşılaşmışsınız. Az kalsın nedenini bilmediğiniz huzura halel gelecekti. Neyse ki –sevmeseniz de- hatta gördüğünüzde selam vermemek için başınızı öteye çevirdiğiniz, yolda karşılaşır gibi olduğunuzda ustalıklı bir manevrayla karşılaşmak tehlikesini savuşturduğunuz içindeki marketin laubali sahibiyle değil de arsız karısıyla karşılaşmayı göze alarak -nasıl bunu göze almazsınız ki, huzurunuza halel gelecek, tatlı yorgunluğunuz zulme dönüşecek, göze almaktan başka çare yok- büfeden biraz büyük normal bir mahalle bakkalından oldukça küçük ve fakat kendine AVM statüsü vermiş bakkal bozmasına gitmeye karar verdiniz.

‘Gülü seven dikenine katlanır!’ deyimini mırıldanarak –mezkur deyimin mevcut durumla bağlantısı güç kurulsa da aceleniz yüzünden üzerinde durmuyorsunuz, başka zaman olsa, şöyle geniş bir vakitte olsa ne uslamlamalar yapar kendi kendinizi kendi kendinize madara etmenin zevkini yaşardınız ancak buna vakit yok- evden çıktınız, hemen sağ tarafa, asansöre yöneldiniz. 

O da ne? Hayret! Asansör sizin bulunduğunuz beşinci katta. Böyle bir şeyle neredeyse hiç karşılaşmamışsınız! Huzur içre uyanmanız hiç de anlamsız değilmiş. En acil zamanlarda asansör taa on beşinci katta olurdu ve siz dudaklarınızı kemirerek, küfürler savurarak asansörün gelmesini beklerdiniz. Hatta öyle zamanlar olurdu ki o asansör olduğu yerden ayrılmaz sizi sinir küpüne sokardı bir daha çıkmamacasına. Ya şimdi?

Biten çayın azıcık huzurunuzu bozup sinirlendirir gibi oluşu, daha da artacağı kaygusu bir anda silinip gidiyor. Asansöre biniyorsunuz. Kesif bir idrar kokusu burnunuzun direğini sızlatıyor, genziniz yanıyor. Yine de fazla öfkelenmiyorsunuz. Diş biliyorsunuz sessizce ve fakat huzurunuzu korumaya özen gösteriyorsunuz. Asansör zemin katta. Dışarı çıkıyorsunuz asansörden ve siteden, dışarı adımınızı atar atmaz site yöneticisiyle karşılaşıyorsunuz. Zoraki selamlaşma faslından –ki zerre kadar hoşlanmıyorsunuz bu yağcı, yüze gülen, sinsi adamdan- sonra asansördeki durumu anlatıyorsunuz. 

Siz her zamanki gibi yöneticinin şikâyeti pişkin tavrıyla ilgisiz bir yerlere bağlayacağını kurarken daha sözünüzü bitirir bitirmez hemen telefonuyla temizlik elemanlarını aramaya ve sizin duyarlılığınıza övgüler yağdırmaya başlıyor, huzurunuzu kemiren tek dişli canavar hepten bir köşeye pusuyor. Bunca iyi tavır karşısında düşünmeden yöneticinin uzattığı eli havada bırakmayıp tokalaşıyor, ne için dışarıda olduğunuzu söylüyor ve on beş adım ötede karşıdaki ÇINAR AVM’ye doğru yürüyorsunuz. 

Çayı alıp geldiniz. Su kaynamış. Beş bilemedin on dakika sonra özlediğiniz, huzur içinde ince belli bardakta içme hayalini kurduğunuz çay hazır olacak ve siz tatlı bir rehavetle sarma cigara eşliğinde ilk yudumunuzu almış olacaksınız. Ve işte oldu bile!

- Ah şu çay.. ne harika şey.. cigara ve çay! Diyorsunuz kendi kendinize. Rüzgâr aynı.. hafif, öyle hafif esiyor ki kendini yeşil çam filmlerindeki padişah rollerinden birinde tahtından oturan Hulusi Kentmen’in iki yanında iki dilberin salladığı yelpazelerin tatlılığına benzetiyorsunuz nedense!

İlk bardak çay yarılanmış, mutlu mesut, site parkını temizleyen elemanlarını izliyorsunuz.. esnedi esneyeceksiniz.. zil! Kahretsin! Telefon zili değil! Biraz önce canhıraş ambulans sesini duymayan kulaklarınız öyle keskinleşmiş ki anında kapı zilini duyuyor. İstemeye istemeye kalkıyorsunuz.

- Hangi densiz! Diyorsunuz şiddetli olmayan bir öfkeyle. İhtimal yöneticidir, diye sürdürüyorsunuz kapıyı açmaya giderken, asansörü temizletti onu haber vermeye geliyordur, sanki görevini değil de büyük bir iyilik yapmış onun karşılığını isteyecek..

Yönetici değil! Kapıyı açıp kaşlarınızı çatıyorsunuz. Karşınızda üç kişi. bir bayan iki erkek. İki erkekten yüzünde sahte bir tebessüm olan diğer ikisinden ayrı, bir adım önde yan duruyor. Bir adım geride duruyor diğer ikisi. Karı-koca olmalılar. Öyle bir halleri var. Siz kaşlarınızı çatıyor, suratına sahte tebessüm yapıştıran adamın eli havada ve adınızı söyleyerek – diyelim adınız Renda olsun-;

- Renda bey eğer müsaitseniz arkadaşlara evi gezdirecektim! Diyor. Şaşırıyorsunuz. Şaşkınlıkla evi gezdireceğini söyleyen adamın havadaki eline baka kalıyorsunuz.

- Anlamadım! Diyorsunuz uzatılan ele elinizi uzatıp uzatmama kararını vermeye çalışırken. Adam pişkin. Bir an geri çekilip yol verseniz paldır küldür evden içeri girecek.

- Evi, diyordum, müsaitseniz!

- Ne için? hangi hakla! Diyorsunuz kekeleyerek. Pişkin adam gülüyor. Çaprazlarında duran çifte dönüyor ve gülerek;

- Renda bey pek şakacıdır! Diyor, sonra size dönüyor;

- Hani haftaya boşaltacaksınız ya.. ev sahibiyle konuşmuşsunuz bugün için.. çift kiralamayı düşünüyor da.

İyice şaşırıyorsunuz. Aklınız balkonda buz gibi olmak üzere olan yarım bardak çayda. Adama bakıyorsunuz. 

- Neler zırvalıyor bu densiz? Diye geçiriyorsunuz içinizden. Ne evi boşaltması? Ne kirası? Bu ev sizin! Siz bu evde kiracı değilsiniz ki! Temelden girmiştiniz bu eve! Henüz inşaat halindeyken. Yirmi yıl önce.. kaç müteahhit eskitmişti bu siteler? Pişman olmuştunuz hatta! 

- Bitmemiş eve girilir mi ahmak! Demiştiniz kendi kendinize. Ucuz etin yahnisi bu kadar olur? demiştiniz. Ya şimdi? Bir tuhaflık olduğu kesin! 

-Kesin bunlar dolandırıcı! Diyorsun kendi kendine. Çift olmasa da emlakçılık oynayan bu adam kesin dolandırıcı! Diyorsunuz. 

- Bak hele pişkinliğe! Adımla sesleniyor, beni tanıyormuş gibi yapıyor! Şakacıymışım! Peki! Peki, diyorsunuz kendi kendinize çünkü aklınıza öyle bir şey geliyor ki, neredeyse zil takıp oynayacaksınız. İçinize doğan o düşünceyle eli hala havada bekleyen emlakçının tanışıyormuş yalanını yutmuş gibi davranarak elinizi uzatıyorsunuz;

- Ya kusura bakmayın! Diyorsun. Buyurun! Deyip kenara çekiliyorsun. 

Üç kişi ayakkabılarını çıkarırken sen ayakkabılıktan uygun terlikler bulup çıkarıyor önlerine koyuyorsun ve;

- Kusura bakmayın daha henüz toparlanmadım.. toparlanmadım çünkü fazla eşyam yok. Evden eveciler üç bilemedin dört saatte toplar arabaya yüklerler bütün eşyamı. Buyurun! Diyorsun.

İçeri giriyorlar. Sırıtıyorsun. Kurduğun şeyi anlayıp anlamadıkları merakıyla yüzlerini sıkılıyorsun. Hiç birinde herhangi bir tedirginlik yok. Önce emlakçı giriyor. Ardından koca. Kadın nedense biraz çekinerek giriyor. Kapıyı kapatıyorsun.

- Ben de balkonda çay keyfi yapıyordum. Gezmeden önce çay içip biraz soluklanmak ister misiniz? diye soruyorsun. Nazikçe reddeder gibi yapıyorlar teklifini sen inat ediyor üçünü de balkona alıyorsun. Pis pis sırıtmayı ihmal etmeden. Üçü de balkonda.

- Bakın, diyorsun, hani derler ya kaynananız seviyor.. yurt dışından getirdiğim ‘Karal’ adlı enfes çayımsı bir şey var.. hazır sıcak suyumuz da var.. onu dener misiniz? Mutlaka denemelisiniz! Diyorsun. Dolandırıcıları masaya yerleştiriyor mutfağa yöneliyorsun.

Üç dört hafta önce tarihi geçmiş on beş yirmi kutu tansiyon haplarını eriyik hale getirmiş ve o eriyikle siteyi çepeçevre saran başıboş köpeklerden ve kedilerden arındırmayı kurmuştun. Şimdi işe yarayacaktı. 

- İşte şimdi tam işe yarayacak, boşuna erteleyip durmuyormuşum! Diyorsun kendi kendine ve üç bardağa eriyikten dörder beşer damla damlatıyorsun içeriden emlakçının yerle ilgili övgüleri kulağına çalarken. Karal hazır!

Ben mi? Hayır! Böyle bir şey olmadı elbet! Densiz her hangi bir dolandırıcı kapımı çalmadı, kendi evimde kiracı olduğumu söylemedi ve üç dört hafta önce de herhangi bir eriyik hazırlamış değilim. 

Ama başıboş kedi ve köpekler canımı fena sıkıyor! Sabah erkenden yürüyüş yapmaya korkar oldum! Diş biliyorlar! Beni görünce hem çekiniyor hem hırlıyor köpekler.. kediler dersen onlar da iblis görmüş gibi tıslıyorlar! Ben onlardan, onlar benden korkuyorlar! Tarihi geçmiş yahut geçmek üzere olan ilaçları sağlık ocağına götüreceğim. 

Bana göre değil kurduğum şeyi yapmak! Olan huzura oldu!




Cemal Çalık, 30.03.2018,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı