8 Aralık 2017 Cuma

SA5293/KY1-CÇ445: Çınar

"Gerçekten pek heybetliydi sözü edilen Çınar ağacı. Vakur, kendinden emin. Ve baş eğmeyen. Zamanı bile ürküten bir yanı vardı. Her şeyiyle itimat telkin ediyordu. Vardım elçilik görevimi getirdim yerine. Uzun süre sustu çınar."



Yanıldım.  Durulmuş bir nehirden daha bilge olanı buldum. Bir çınar ağacı. Az kalsın “Durulmuş” nehir ayartıyordu, az kalsın. Az kalsın onun albenisine kapılıp kalacaktık. Pek albenili.. pek coşkuluydu. Ve pervasızdı üstelik. Güler yüzlüydü. Alicenaptı. Çokça yerlerden geçmişti, çokça dağlar, tepeler aşmıştı. Ve bitip-tükenmez öykülere sahipti. Öyle görmüştüm. Öyle gelmişti bana. 

Verdiğim selamımı alışı.. vakurluğu. Kanım ısınmıştı aniden. Hep böyle olur zaten. Ya kanım ısınır hemen kaynaşırım ya da uzaklaşırım durup soluk almaksızın. Böyle olmalıdır, derim kendime. Böyle fısıldarım kulaklarına gönlümün. Ve gönlüm onar bu isteği. Sorgulamaz. “Acaba!” geçmez içinden. Kuşku ya da kuşkular üşüşmez. İşte aniden ısınmıştı, kendini “Durulmuş Nehir” diye adlandıran bu nehir. Pek soylu bir duruşu vardı. Pek onurlu bir görünüşü. Öyleydi. Sevinmiştim. Yüreğimin gözleri ışımıştı.

Adının kaynağını bile sormamıştım. 

“Neden kendine böyle bir adı uygun gördün?” diye de sormamıştım. Dedim ya ısınmıştı kanım bir kere. Nasılsa öyle kabul etmek düşüyordu bana, ben de öyle yapmıştım. Akşama durmuştu gün. Güneşin zeval vaktiydi. Hemen arkamda koca bir dağ vardı. Eteklerinde durulmuş nehir dinlenmeyi seçmişti. Yorgundum. Pek bir yorgundu ayaklarım. Ay ışığında serin sularına saldım ayaklarımı. 

Kendisi teklif etmişti nehrin.. cömertçe. Cömertliğine diyecek yoktu doğrusu. Bir konuğuna verebileceği nesi varmışsa saçmıştı önüme. Bereketliydi sofrası. Mahcup olmuştum. Böylesi görkemli bir sunuyu hak edecek ne yapmıştım ki? Elinden geldiğince yenmeme çalıştı mahcupluğumu.. latifelerle süslü anılar anlattı. 

Dinledim. Zevkle, merakla, gönlümün aydınlığında tartıyordum her bir sözünü nehrin. Daha bir artmıştı hayranlığım. Daha bir soylu görünmüştü gözlerim. Artmıştı gönlümün ferahlığı.
Nice bentlerle kesilmek istenmişti yürüyüşü.. O yıkıp geçmişti her birini yılmaz bir savaşçı gibi. Gibi değil.. o an yılmaz bir savaşçıydı O. Nice kentlerden geçmişti.. nice dağlardan aşmıştı. Ve işte bu eteklerinde konakladığı dağa varıncaya kadar sürmüştü yolculuğu. 

İlkin görmezden gelmişti.. bir dağdı işte nihayet. Ne denli ulu olursa olsun. Gördüğü dağlardan ne farkı olabilirdi ki? Böyle düşünmüş. Ve bir an durmuş soluklanmak için.. bir daha ayrılamamış. O bir anlık soluk bir ömür olmuş. Adını “Durulmuş Nehir” koymuş. Kendinin isim babası olmuş. Gülerek yapmıştı bu benzetiyi. Benim de belirmişti yüzümde onun gülüşüne benzer bir tebessüm. Küçük bir benzerlik işte.

Dolunayın aydınlığında seyre dalmıştım. Sanki utanır gibi olmuştu. Bir genç kız utangaçlığı çökmüştü sanki üzerine. Çevirdim başımı. Karanlığın heybetinden bir şey kaybettirmediği ulu dağa baktım. Bir süre izledim onu. Ve yan gözlerle baktım Durulmuş mahcup nehre. Tatlı bir çağıltıyla anlatıyordu anılarını. Nasıl yıktığını nice bentleri. Nasıl aştığını nice kentlerin tuzağını. Ve nasıl kaybolduğunu derinliklerinde toprağın.. bir içli bir annenin öksüz çocuğuna anlattığı bir ninni gibi geliyordu anlattıkları. Göz kapaklarım kapandı kapanacaktı neredeyse. Ev sahibeme karşı affedilmeyecek bir kabahat olurdu uyusaydım eğer. 

Bu davetsiz misafir de nereden çıkmıştı? Nasıl da uğrular gibi basmıştı.. direniyordum. Durulmuş nehir anlatıyordu. Kulaklarımı okşuyordu yumuşacık sesi. Hem yorgunluk hem bu tatlı yumuşak ses uykuyu musallat etmişti başıma. 

Durulmuş Nehir uykuyla yaptığım savaşı anlasın istemiyordum. Yakışık almazdı doğrusu. Almayacağı gün gibi açıktı. Daha bir kulak kesildim anlattıklarına. Uykuyu def etmenin yolunu bulmuştum. Alt dudağımı ısırarak kanattım. Kanımı görmesin diye boğazımdan aşağı saldım. Bir tek zerresini bırakmadım aksın dışarı. Kanın sıcaklığı boğazımı yakacaktı neredeyse. Ama işte uykunun baskınından kurtulmuştum.

Durulmuş Nehir ne de çok susamıştı anlatmaya. Hiç mi bir kuş gelip konmamıştı susuzluğunu gidermek için olsa bile.. bir selamı çok mu görmüştü kurt, kuzu. Benden başka hiçbir insanın yolu düşmemiş miydi buralara? Ya nehir? Onda mı bir şey vardı? Onda eksik olan bir şey olmalıydı? Bunca zaman benden başka dinleyicisi olmamış olabilir mi? Oysa insanlar pek sever gezginleri. Ve onların süsleyip-püsleyerek anlattıkları başlarından geçen maceraları dinlemeye bayılırlar. Ve kolay, kolay da bırakmazlar hani. Gelip konuk olmuşsa evlerine, yurtlarına, ocaklarına. Eskitinceye kadar anlattırırlar.. gezgin bıkar. Ve kaçar gizlice. İşte konuşmaya susamış bir gezgin.. niye oturmamışlar baş ucuna? 

Bir eksiklik olduğu apaçıktı. Aniden doğmuştu içimde bu düşünce ve canım iyiden iyiye sıkılmıştı. Sabahın ilk ışıkları dağın ardından taşmaya başlamıştı belli belirsiz. Sessizce kalkmaya yeltendim. Ev sahibem gitmeye yeltendiğimi anlasın istemiyordum. Usulca uzaklaşmaya başladım. Parmak uçlarımda yürüdüm. Ve;

“Dur!” buyruğuyla kaldım olduğum yere. Yüzüm dağa dönüktü. Sırtım Durulmuş Nehre. Yüzümü dönmeye cesaretim yoktu. Böyle arkası dönük olmak da pek can yakıcıydı. Yürümek istedim. Ayaklarım dinlemiyordu. Gönlüm durmamı istemişti. Nasıl böylesine vefasız olabilirdim. Elbet olmazdı. Bir süre olduğum yerde kaldım. Nehir de sustu bir süre. Kuşların, böceklerin, rüzgârın sesi sardı her bir tarafı. 

Neden sonra konuştu Nehir;

“Evet! Sen de vardın farkına öykülerimin, anılarımın köksüzlükten öte bir anlamı olmadığını. Avare dolanışımın kök arayışı olduğunu.. bir sızlanış olduğunu anladın tüm anlatılanların. Yüzünden belli. Eh sen de benden faklı değilsin hani. Hemen hiçbir gezgin uzun süre kalmaz yanımda.. köksüzlüklerini görürler bende canları acır. Yüreklerindeki yangın büyür. Kaçarlar benden. Suyumdan içtikçe artar susuzlukları. Benden bu yüzden kaçarlar işte. Sen yürekli çıktın. Evet mert çıktın. Değersiz sunularıma karşılık dinlemeyi seçtin. Beni dinlemeyi! Caka satışlarımı kulak ardı ettin. Böbürlenişimi görmezden geldin. Bağışladın belki farkında olmadan sana üstenci bakışımı. Eh nihayet bir yabancıydın.. bilen değildin beni. İşte bu yüzden düştükçe düştü çenem. Ve çenemin düşüklüğünü de öğrendin işte.. köksüzüm ben. Gevezeliğim, çın çın ötüşüm köksüzlüğümden. Ah o heybetli duruş pozlarım yok mu..” 

Daha konuşacaktı.. gitmeliydim. Doğru yüreğimde sancılar peyda olmuştu. Gitmek istiyordum ama acılara, sancılara boğulan gönlüm diretiyordu gitmeyişte. Nehir niyetim anlamış olmalıydı ki;

“Sözü uzatmayacağım.. son sözlerim.. sabaha dek dinledin.. hem kanını içerek yaptın bunu! Öyleyse bir iki sözüme daha sabret.. burada, bu ulu dağın, eteklerini kendime yurt edindiğim yüce dağın zirvesinde bir Çınar var. İşte beni burada durduran odur. Burada eğleştiren. Kendine ulaşamayacak olsam da onun kökleri benim derinliklerime kadar uzanmakta. Evet. İşte senin durağın da orası olsun dilersen. Dilemesen bile.. elçim olsan.. varsan yanıma ve iletsen selamımı. İletsen yangınlığını yüreğimin. Desen “İşte tahtının eteklerinde konaklayan Durulmuş Nehrin gözyaşlarını getirdim sana! Yükünün ağırlığını atamadığından çıkıp varamıyor huzuruna. Bağışla sevdalını. Bağışla ve kokundan bir parça rüzgarlarla gönder.. özünden zerreler ver arılara, böceklere, kuşlara.. onlar bir yudum için nelerini satmazlar ki.. verirler bana gönderdiğin hediyeleri.. çar-çur etmez hiç biri!” ben yorgunluğunu aldım senin. Susuzluğunu giderdim. Sen de buncacık bir iyiliği çok görme bana ey insan oğlu!”

Bu sözleri üzerine gördüm ki eksik olan köksüzlük değilmiş sadece Durulmuş Nehir’de. Meğer çetelesini tutarmış sunduklarının! Sevdasının karşılığını ararmış. Belki bağışlanabilir bir şeydir –hatta öyledir- köksüzlük.. ya çetele tutmak. Dilimin ucuna kadar gelen bu sözleri savurdum derinliklerine içimin, sustum. Ve yürüdüm zirvesine doğru dağın.

Gerçekten pek heybetliydi sözü edilen Çınar ağacı. Vakur, kendinden emin. Ve baş eğmeyen. Zamanı bile ürküten bir yanı vardı. Her şeyiyle itimat telkin ediyordu. Vardım elçilik görevimi getirdim yerine. Uzun süre sustu çınar. 

Ve dedi;

“Hamlıktır onu konuşturan.. onu böyle feryat ettiren yaşama acemiliğidir. Bir daha görürsen onu hiçbir şey söyleme. Bırak kendi ateşi pişirsin onu. Benden götüreceğin her söz hamlığını yenileyecektir. Seni vefasız bilsin.. nankör bellesin. Hiçbir şey demeden sıvış yanından.. yolun yine düşerse buralara eğer. Yok kalmak istersen işte gövdem.. gövdemdeki hangi kovuğu seçersen seç. Susmayı biliyorsan eğer. Burası suskunların sığınağıdır. Suskunların barınağıdır. Evet diyorsan kal!”



Cemal Çalık, 08.12.2017,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı