3 Kasım 2017 Cuma

SA5108/KY1-CÇ434: Kurye

- Ne demek senden de Allah razı olsun.. uzak değil.. kahveyi geçince yolu görürsün.. yolu takip et.. biraz eğimlidir.. iki üç kilometre var yok.. köyü elinle koymuş gibi bulursun!  


Çıldırmak derecesine gelmek ne kötü. Bunu hemen herkes bilir. Ve fakat nedense önlem almayı da hemen herkes ıskalar. Görüyorsun kardeşim işte.. görüyorsun adım adım o noktaya doğru ilerliyorsun. Niye kendini dizginlemiyorsun? Niye çekmiyorsun kendini? Olmuyor! Yapamıyor insan! 

Bu yüzden kendimi mazur görüyorum. Hem nasıl mazur görmeyeyim ki? Madem elime bu adres tutuşturuldu ve madem bu içinde ne olduğunu bilmediğim sıcak mühürlü dosya bizzat alıcıya elden teslim edilecek öyle ise.. öyle ise başıma gelen ve gelecek olanlardan ötürü sinirlenmeye, öfkelenmeye gerek var mı? 

Varsın kim ne derse desin, kim nasıl davranırsa davransın sen görmezden gelecek, görevini yerine getireceksin. Görev kutsaldır. Kutsalı, kutsallığı sorgulayacak değilim. Ayaklarıma kara sular indi. Motosikletli kuryelere imreniyorum. Biz de yok! Ya bir dolmuşa bineceksin ya bir taksiye yahut tabanvay.. böyle. Bu işi bulana kadar ne çektim. Öyle ağlayıp sızlayacak değilim. Elbet işverenlerin bir bildiği var. Benim gibi yüzlercesi çalışıyor. İşverenlerim kadar bilseydim ben de bir işveren olurdum. 

Yoruldum. Kendi kendime Molla Nasuriddin gibi ‘Şu dağın ardı kaldı!’ deyip duruyorum. Minibüs şoförü şase bir yol ayrımında indirdi;

- Şu yolu takip et bir iki kilometre sonra aradığın kişiyi köy kahvesinde bulursun, kahvede yoksa kahvedekiler bilir, dedi. 

Dik şase yolu tırmandım. Sonra aşağı indim. Eşeğine odun yükleyen, traktörle saman taşıyan, bir iki keçi güden birkaç kişiye sordum. Renda Tukar’ı değil ki tanımak öyle bir adı bile duymamışlar. İnat ettim, bu köyde oturduğunu söyledim. Güldüler. Ve fakat her birine ayrı ayrı sormama karşın, ağız birliği etmişçesine,

- Yolun bitiminde dört beş ev göreceksin yan yana. O evlerin arkasına sap.. orada bakkal Raci var, ona sor.. bilirse o bilir! dediler.

Ben minibüs şoförünün sözünü dinledim. Önce köy kahvesine gittim. Yarı uyur, yarı uyanık birkaç ihtiyar ile domino oynayan birkaç genç vardı kahvede. Oturdum. Soluklandım. İkinci bardak çayın ardından Renda Tukar’ı sordum hem kahveciye hem müşterilere. Her biri dudak büktü. 

- Öyle biri yok! dediler.

- Yav nasıl olur burası Saruhan değil mi? dedim.

- Evet, dediler.

- E peki nasıl böyle biri yok diyorsunuz? 

Soruma yanıt olarak her biri teker teker aynı tümceyi söyledi;

- Bilse bilse Bakkal Raci bilir! 

Çayın parasını verdim. Bakkalı buldum. Bir köyde bakkalın işi ne onu da anlamış değilim. Gerçi artık köylüler ekmeklerini fırınlardan alıyorlar ya.. bakkal bir seksen boylarında, sıska çelimsiz, ayakları eğri, küçük gözlü ellili yaşlarda biriydi. Selam verdim. Bütün bıkkınlığımı içime atarak;

- Renda Tukar diye birini arıyorum. Bu köyden biri olmalı. Ona bir gönderi getirdim, dedim. 

Bakkal asabi bir biçimde;

- Ben müneccim miyim? diye yanıtladı.

Şaşırıp kaldım elbet.

- Nasıl yani? dedim gayr-i ihtiyari. Düşünüp taşınmadan, tepkisel olarak verilmiş bir yanıttı.

- Köylünün bilmediğini ben nereden bileyim?

- Ama tüm köy bilse bilse senin bileceğini söyledi.

- Hepsi mi?

- Evet!

- Buradaki ince alayı anlamadın mı?

- Hayır.. hiçbir şey anlamadım.

- Rahmetli babam kasabada bakkalmış.. ne zaman biri bir şey sorsa, ‘Şu var mı?’ dese hemen bilirim der, biraz önce tükendi, diye yalan söylermiş.. millet bunu anlamış.. ve en olmaz şeyler söyleyip durmuş insanlar, peşi sıra da gülüp durmuşlar.. babam bu yüzden kasabayı köyü terk etti gitmiş.. yıllar sonra geldim.. kasabada bakkal açmaya gücüm yetmedi. Herkesin güleceğini, alay edeceğini bile bile köyümde bakkal dükkanı açtım. İlk başta güldüler, olur olmaz şeyleri sordular, istediler.. ben o tuzağa düşmedim. ama onlar rahat durur mu? Ne zaman senin gibi bir yabancı kazara buraya gelse edip nedip bana gönderirler.. şimdi kıs kıs gülüyorlardır.

- Anladım.. anladım da benim işimi görmüyor bunlar.. elimde kıymetli bir evrak var.. ve ben bunu ona elden teslim etmek zorundayım.. yani şimdi.. senin anlattıklarından.. acaba diyorum.. bana da gülmek için mi.. yok canım! Yani şimdi diyorsun ki bu köyde böyle biri yok!

- Yok!

- Allah Allah! Saruhan Köyü beşinci sokak no on..

- Beşinci sokak mı? diye sordu bakkal Raci.

- Evet! dedim.

- Yahu baştan adresi söylesene.. beşinci sokak aşağı köyde.. Aşağı Saruhan, Yukarı Saruhan var.. gerçi resmiyette yok ama.. tüm köylü bilir..

- Aşağı Saruhan mı? diye sordum şaşkınlıkla!

- Evet.. gerçi o köyde de böyle bir isim hatırlamıyorum.. fakat yeni gelmiş biri olabilir.. buralar emekliler için ideal yer.. ne diyeyim!

Sevinçle, yerimden fırlayarak Bakkal Raci’nin ellerine sarıldım;

- Hay Allah senden razı olsun.. çok sağol.. uzak mı bari?

- Ne demek senden de Allah razı olsun.. uzak değil.. kahveyi geçince yolu görürsün.. yolu takip et.. biraz eğimlidir.. iki üç kilometre var yok.. köyü elinle koymuş gibi bulursun! diye yanıtladı. 

Hızlı adımlarla dükkandan çıktım, kahveye doğru yürüdüm. Şunlara bir iki laf edeyim dedim. kahveye vardığımda kahveciden, yarı uykulu yarı uyanığına domino oyuncusuna kadar hepsi kahvenin önünde masalar oturmuş birbirlerine beni işaret ederek gülüyorlardı. 

Söz söylemeye bile değer bulmadım. 

Yüzümü onları görmeyecek şekilde sağa çevirdim. Kahveyi geçip gittim. Kahkahaları ardım sıra geliyordu.


Cemal Çalık, 03.11.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı