2 Eylül 2017 Cumartesi

SA4815/KY26-CA152: Melike Salihbegoviç Hafızası

"Bizleri tefekkür konusunda eleştiriyordu. Çok okuyorduk, farkındaydı, ama okuduklarımızı sistemli bir bütüne, sağlam bir hareketin temeli olacak programa dönüştüremiyorduk. Analitik düşünmediğimizi, reaksiyoner olduğumuzu söylerdi."


Süleyman Gündüz twitter’da yazdı: Melike Salihbegoviç vefat etmiş. Gençlik fotoğrafında Melike Hanım, onu tanıdığım dönemde de yüzünde belirgin olan düşünceli ifadeyle Aliya’nın sorusunu hatırlatıyor. Durumumuz böyle madem, oturup konuşalım: Yapmamız gereken neyi yapmadık veya yapmamamız gereken neyi yaptık?

Zor bir insandı Melike Hanım, zorlu bir hayat yaşadı, mükemmeliyetçiydi ve Müslümanlardan da mükemmel olmalarını beklerdi. Gerçek bir Müslümanla nadiren karşılaştığını söylerdi. Anlattığım, 1988’den itibaren hayatımıza zaman zaman değip uzaklaşan muhacir. İngiltere’den doğru gelmişti İstanbul’a. Türkiye’den Sarayova’ya göç etmiş atalarının izini sürdüğünü söylerdi. Tito döneminin zindanlarında kalmıştı. Bütün bunların farkına varmanın bilincini yansıtan bambaşka bir hayat tarzı bekliyordu Müslümanlardan.

Harun Maden arayıp ilgilenmemi rica etmişti. Bosnalı mücahide, İslami mücadelemizin ihtiyaç duyduğu hangi derslerle geliyordu acaba? Zindan tecrübesi başlı başına saygı sebebiydi. Siyah çarşaf giymişti. Kur’an’a uygun bir hayat arayışı içindeydi. Peki biz niçin daha farklı bir hayat tarzı ortaya koyamıyorduk, çok kendi kabuğumuz içinde ve kendi dertlerimize gönülmüş olarak yaşamıyor muyduk? Şekilci ve yüzeysel miydik? Hiçbir şeyi bilmiyorsunuz, derdi. Konformist, ezberci, kaygısız Müslümanlardık onun nazarında.

Onunla daha yoğun olarak görüştüğüm dönem Türkiye Müslümanlarının Dünya Müslümanlarıyla dayanışma içinde olma arzularını yansıtan faaliyet, kampanya ve programların zirveye çıktığı yıllara karşılık geliyor. Akın Organizasyon Nadire-Yusuf Kara çiftinin çabasıyla Fatih ve Bağlarbaşı’nda panel ve konferanslar düzenliyordu sürekli. İsmi Meral Maruf, Zehra Rahneverd, Safinaz Kazım, Zeynep Gazali isimlerinin sırasına yerleşmişti. Tıpkı dava arkadaşı Aliya gibi, tema ve içerik açısından zayıf bulduğu faaliyet ortamlarının coşkusunu sorgu sual altına alıyordu. Rahmetli Ercüment Özkan ve Süreyya Yüksel gibi o da “muhteşem muhalif”, “sivil öfke”ydi.

Sokakta giderken İngilizce sürdürdüğü sorgulamalarıyla dikkat çekerdi. Öfkesinin tek sebebi zindan yıllarının tecrübeleriyle sınırlı değildi. Kapalı Yugoslavya rejiminin zulmünü yaşarken İslam Alemi konusunda büyük ümitler beslediği muhakkak. Tito rejiminin kamusal alanda İslami sembolleri özellikle de çarşafı yasakladığı dönemin ailesinin kadınları çevresinde sebep olduğu yaralar yıllar sonra İslami mücadelenin saflarında bir aktör olmasını belirlemişti; sıklıkla söz ediyordu bundan. Büyükannesinin rejim güçlerince aşağılanan siyah çarşafını giyerek radikal bir sorgulama başlatmıştı hapisten çıktıktan sonra.

Bosna’da 1940’lı yıllarda Tito’nun partizanlarının Anti-Faşist Kadın Cephesi’nin gerçekleştirdiği peçe karşıtı kampanya, dönemin Yugoslavya’sında Müslüman kadınların yaşadığı şartlar ve bunun geleceğe dönük etkileri üzerine bir fikir verebilir. Tito döneminde Müslümanlar görece bir rahatlığa kavuşsa da Müslüman kadınlara devlet dairelerinde çarşaflarını çıkarma mecburiyeti getirilmişti. Kamusal alanda çarşaf yasağı, Yugoslavya Müslümanlarının 1950’lerdeki Türkiye’ye göç dalgasını belirleyen sebeplerden biri.  1949’da İslami faaliyetleri nedeniyle hapse atılan Aliya ve arkadaşları da Tito’nun 1945’te Devlet Başkanı olmasını takiben sisteme getirdikleri eleştiriler yüzünden daha fazla baskı görmeye başlamıştı.

Aliya İzzetbegoviç’in 1983’te Yugoslav devletine karşı fundamentalist bir komplo kurduğu iddiasıyla yargılandığı ve 15 yıl hapis cezasına çarptırıldığı davadaki arkadaşlarından biriydi Melike Salihbegoviç. Aliya’nın hazırladığı “İslami Bildirge”ye önsöz yazmak ve aynı zamanda Ayetullah Humeyni’ye bir mektup göndermekle suçlanıyordu. Ömer Behmen, Hasan Çengiç ve Cemaleddin Latiç, hapse mahkum edilen diğer mücahitler. Aliya 6 yıl yattıktan sonra 1989’da ilân edilen afla hapisten çıktı ve Demokratik Hareket Partisi’ni kurdu. Melike Salihbegoviç ise bir yıl önce hapisten çıkmış olmalı; Türkçe’ye çevrilen metinlerdeki tarihlerde bir karışıklık yoksa. Akif Emre “Benim Muhacirlerim” başlıklı yazısında Salihbegoviç’le Londra’da karşılaştığında Aliya ve arkadaşlarının henüz hapisten çıkmadığını belirtiyor. Rahmetli Akif Emre’yle bu konuyu daha sonra konuştuğumuzu hatırlıyorum.

Melike Hanım İstanbul’a 1988’de gelmiş ve iki yıl kadar sonra ayrılmış, ancak aralıklarla gelmeye devam etmişti. Son karşılaşmamızda siyah çarşafı çıkartmıştı, sade, spor bir giysi vardı üzerinde, başını da sade bir şekilde örtmüştü. Yıllardır nerede, nasıl bir hayat yaşıyordu, bilmiyorum. 2012’de Saraybosna’ya gittiğimde de kendisine ulaşamadım.

Rejimin değerlerine dönük baskısı nedeniyle Yugoslavya Müslümanları 1950’lerde yoğun bir göç gerçekleştirdi Türkiye’ye. CHP Esenler eski İlçe Başkanı, Esenler’in ilk belediye meclisi üyelerinden, Bakırköy Belediyesi Eski Başkan yardımcısı Şuayıp Vardar siyasi çalışmalarına 1960’larda başlayan Yugoslavya kökenli, 1939 Üsküp doğumlu bir siyasetçi. İlk, orta ve lise tahsilini Üsküp’te tamamlayan Vardar’ın ailesi, 1955’de bir gecede göç kararı alıyor. Tarla, ev, iki dükkân; neleri var neleri yoksa geride bırakarak Türkiye’ye doğru yola çıkıyor Vardarlar. Bir bakıma şanslıydılar: Doğruca İstanbul’a gelip Cerrahpaşa’da yaşayan büyük kızlarının daha önce tuttuğu üç katlı evin bir katına yerleşiyorlar. Vardar Türkiye’ye göçlerinin sebebini anlatırken, kamuda hanımlara çarşaf yasağını başlıca sebep olarak gösteriyor.

Melike Salihbegoviç atalarının topraklarına zindandan çıkarak gelmişti.  Zindan yeni bir hayata doğmasını da getirmişti. Umutlu olmaya çalışıyordu, ama hayal kırıklıkları baskın çıkıyordu hep. Dünya görüşü ve hayat tarzı itibarıyla anlaşamadığı eşinden ayrılmıştı, oğlu Emir’e İslami bir bilinç kazandırmanın endişesini duyuyordu. Bizleri tefekkür konusunda eleştiriyordu. Çok okuyorduk, farkındaydı, ama okuduklarımızı sistemli bir bütüne, sağlam bir hareketin temeli olacak programa dönüştüremiyorduk. Analitik düşünmediğimizi, reaksiyoner olduğumuzu söylerdi.

Arayışı, çabası, eserleriyle daha yakından tanınması gerektiği muhakkak. Şiirleri Türkçe’ye çevriliyordu İstanbul’da bulunduğu yıllarda, fakat çeviri konusunda da aşırı bir titizlik gösterdiği için çalışma yarım kalmış olmalı. Metinlerime sızmıştır kişiliği ve tecrübeleri yer yer, hayatı romanlara, filmlere konu olabilir; gerçi sadece iyi bir Müslüman olmayı amaçlıyordu.

Cihan Aktaş, 02.09.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 


Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015

Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı