25 Ağustos 2017 Cuma

SA4777/KY63-ÖA4: Demokratik Otoriter Bir Dönem Kaçınılmaz; Türkiye Modeline Doğru-III

"Yasal boşluklardan FETÖ’yü aklamaya çalışan, emirleri savsaklayan, örgüt elemanlarını saklayan, hukuku yanıltan, bu hengâmede kirli hesaplar, istismarlar içine giren bürokrat, yerel yönetici ve kayyumlar..."


Eskiden, uzak dağ köylerinde kırık-çıkıkçılar olurdu.

El, kol, ayak ve omuz çıkıklarını yerine oturturlardı.

Gündelik yaşamlarında neşeli olan bu sınıkçıların, tedavi sırasında ciddileştikleri ve sertleştikleri söylenir.

Türkiye’de siyasi kavramlar yerine oturmuş değil.

Kopuk ve boşlukta.

Anlam kayması var.

Entelektüel, felsefi ve siyasi hekimlik gerekiyor.

Bugün toplumun bütün kesimlerini ikna edecek sihirli bir formül henüz yok.

Mevcut durumun sorunsuz olduğunu düşünen statükocu ve etkili yapılar var.

Her değişim talebine ayak diriyor, 16 Nisan’a da “bu son şansımız!” diyorlar.

İdeolojik gizli gündemler, kulis konuşmaları ve algısal manipülasyonlar, politikayı domine ediyor.

Kaygıları varoluşsal!

Hayat-memat çizgisindeler.

Konu sadece siyaset ama “Onlar” ve “Biz” dediklerinde içine yaşamın tümünü katıyorlar.

Aslında “Onlar” diye tarif ettikleriyle aynı kurumlarda çalışıyorlar.

Aynı mahallede oturuyor, aynı sitede yaşıyorlar.

Abartı bu boyutta olunca; kaybetseler de kazansalar da tedavi görecek duruma düşüyorlar.

Her olguya illa düalist bir perspektiften bakmanın ve ifrat-tefrit boyutunda ele almanın kökeni tarihsel.

“Ya çeker-gideriz ya da yok oluruz” çaprazında, uzun seferlerle kronikleşen göçebe kültürü; “Şehre, açık alanlara inersek özümüzü kaybederiz” içgüdüsündeki dağlı kültürlerin doldurduğu Anadolu insiyakı bu.

Halkların diyalektiği, İslamlaştıklarında da değişmedi.

Bu kez her şey Tevhit-Şirk çaprazına oturtuldu.

Ya İman ya Küfür!

Keskinlik, sonraki zamanlarda form değiştirdi.

Bu ülke evlatlarının kimi Batıcı, Solcu kimi Laik, Milliyetçi, kimi de İslamcı ve tarikat ehli oldu.

Hepsinin şablonu birbirine benziyordu.

Ya ilerici ya mürtecisin!

Ya Solcu ya faşist.

Ya çağdaş ya yobaz.

Ya Türk ya gâvur.

Ya Kürdistanî ya Tırk.

Ya hak ya batıl.

Ya derviş ya gafil.

Kesişim alanı yok. Gri bölge yok. Müsamaha sıfır.

Üstünlük, sertlikte!

Sorunlardan bazısı köklerimizde:

Step Türklüğü, yerleşik kültüre hâlâ alışamadı.

Yüksek platoları mesken tutan Kürtlük, agorafobisini yenemiyor.

Ülkenin en batısının travması; ters göç, mübadele ve sürgün.

Yine devletsiz ve vatansız kalma korkusu.

Mustafa Kemal Atatürk, vatan duygusunun şifresi.

Toplamına bakıldığında, Müslümanlık bir kültür.

İslamlık; imandan ziyade bir teslimiyet, bir realite.

Bu ülkede kadim göçebe iradesi, İslami hareketlerde ‘Ümmet’ şuuru üzerinden yaşıyor.

Solda, ‘Enternasyonallik’, Türkçülerde, ‘Kızıl Elma’, Sekülerlerde,  ‘Batılılaşma’ üzerinden yaşıyor.

İlay-ı Kelimetullah, Nizam-ı Alem, Kızıl Elma ve Batılılaşma idealleri, Anadolu doğasının süreği.

Her hâlükârda, “sefer” sürüyor.

Kürtler’de ise yerleşik kültür, Firdevsi’nin Şeyhname’de bir meselle işaret ettiği gibi bir tabiat.

Kürtlere özel bir Teritoryalizm’den bahsedilebilir.

Öyle ki şehre inip Batı’ya göçenler Kürtlük’ten çıkmış sayılıyor.

Kalan Kürtler, “bizi kendi halimize bırakın” diyor.

Kürdün tabii yönü ne batıya ne doğuya; ne Pers’e ne Roma’ya; kendi içine.

Bu nedenle Türkler ve Kürtlerin bir damarında; devletleşmeye, Türkiyelileşmeye ve medenileşmeye karşı doğal bir özdirenç var.

Devlet olduklarında, boşluğa düşmekten korkuyorlar.

Bir yönümüz seferde,

Diğer yönümüz kendini çekiyor.

Başka bir yönümüz de yerleşmek ve medenileşmek istiyor.

Geçmiş hayaletleriyle bugüne katılıyor.

Homojen değiliz.

Türkiye bir terkip.

Devlet, parçalı.

Millet, parçalı.

Siyaset, parçalı.

Ancak kendi gerçekliklerimize dayanarak özgün bir model var edebiliriz.

O zaman kavramlar yerine oturur.

Batı’nın geçtiği süreçlerden, Türkiye de geçecek ama bir farkla.

Büyük terakki ve uzlaşmanın arifesindeyiz..

Batılı modernitenin arka planında iç savaşlar ve devrimler var.

Uzun yıllar; sosyal, siyasal, sınıfsal, kültürel ve mezhebi bölünmeden kaynaklanan iç savaşlarla boğuştular.

1644-1651 İngiliz iç savaşı,

1861-1865 Amerikan iç savaşı,

Ve Avrupa’nın değişik bölgelerinde yaşanan iç savaşlar..

Trajediler ardından model devrimler ve görkemli inşa geldi.

1640 İngiltere Devrimi.

1789 Fransız Devrimi gibi.

Batı’da Demokrasi ve Cumhuriyet; sosyal, siyasal, sınıfsal, kültürel ve mezhebi iç çatışmalar ardından bir uzlaşma sistemi olarak doğdu.

Batı’da Demokrasi ve Cumhuriyet, özgün anlamıyla sadece “Batı için” vardır.

Batı, Batı-dışı toplumlara karşı aynı samimiyeti göstermedi.

Doğu ülkelerinde Demokrasi ve Cumhuriyet, Batı’nın Truva atı.

Demokrasi, modern bir dominyon modelinin adı..

Türkiye’nin farkına gelince;

Köklü devlet geleneği, Anadolu irfanı, “72 millet” bilinci ve mahalle kültürü, Türkiye’de bir iç savaş çıkarılamayacağının en büyük teminatı.

Ayrımcı üst yapılar, toplumun gerçekliğini yansıtmıyor.

Hem 1920’lerdeki I. Türkiye Devrimi’nin hem de 2000’lerdeki II. Türkiye Devrimi’nin özü anti-emperyalizmdir.

Ülkenin yakın tarihi, devrim terminolojisi kullanılmadığı sürece ne tam olarak anlaşılabilir ne de izah edilebilir.

Kurucu siyaset, bu dili kullanmakta çekingen davrandığı için olgunun ruhunu anlatmakta zorlanıyor.

Tane tane söylemek gerekiyor.

Türkiye devrimi, özünde devlete karşı bir devrim değil.

Türkiye devrimi, Batı’ya karşı da bir devrim değil.

Türkiye devrimi: Batıcılığa, sömürüye, tasalluta, vesayete ve yeni nesil Kolonyalizme karşı sadece muhafazakârların değil tüm toplumun ve devletin ortak devrimidir.

Bu bakış açısı, zihinde bir inkişaf var eder.

Ülkedeki temel sorunun ne olduğunu gösterir.

Ancak Batıcılık deşifre ve mahkûm edildiğinde, kendimizle baş başa kalabiliriz.

Batılı ideolojiler ve modern cemaatler, Mesihçilik yaparak aklımıza ket vurdular.

Aydınlanma dönemiyle özdeşleşen şiirde olduğu gibi:

Kendi aklınla düşünmeye cesaret et!

Organik bakış geliştiğinde; bir “Türkiye Modeli” oluşturmak mümkün olacaktır.

Görünen o ki, Batıcılık, bu ülkenin yakasından kendiliğinden düşmeyecek.

Bu durum, bir miktar celadet, şecaat, gazap, kararlılık ve sertliği gerektiriyor!

Yolun ortasındayız.

Türkiye, azgın dalgalarda maharetle yol alıyor.

Bu müstevada Devlet, otoriter olmak zorunda.

Muvakkat, yaratıcı, demokratik otoriter bir dönem kaçınılmaz.

Muvakkat; zira otoriterlik Jakobenizm’e dönüşebilir.

Yaratıcı; çünkü bu özellik özgünlüğü, özgürlüğü ve huzuru var edecektir.

Demokratik; ülke, ileri demokrasiyle idare edilecektir.

Otoriter; zira devlet beka sorunu yaşıyor, tabii olarak güvenlik birincil önceliği olacaktır.

İşgale, darbeye, hileye ve takiyeye şiddet;  maruz kalanlara adalet ve merhamet.

Teröre mahkûmiyet,  mustazaflara hürriyet.

Şimdi Kök ve Cevher’in inisiyatif alma zamanı.

Devlet bir kez daha kendini gösterecek!

İşgal kuvvetleriyle, darbecilerle, kompradorlarla, hendekçilerle, özyönetimcilerle, dağ, kır, kent, metropol ve yurt dışı silahlı taşeron örgütlerle mücadelede siyaset asla yalnız bırakılmayacak.

Devletin beynine, kalbine ve kılcal damarlarına profesyonelce yerleştirilmiş küresel terör örgütü gerçeğini, 15 Temmuz işgalini unutan ve sulandıranlar,

Batıcı iç-vesayet enstrümanları tarafından akamete uğratıldığı için istenen düzeyde mücadele edilemeyen, terörle amansız savaşı, canlı bombaları, sivil katliamları hafife alanlar, sözde demokratik yapılar kurarak uluslararası toplum nezdinde meşruiyet kazanmaya çalışanlar, bagajında silah taşıyan, terör örgütünü açıkça refere eden, teröristin cenazesine katılan siyasetçiler, şehit Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın katillerinin taziyesine giden parlamenterler,

Yasal boşluklardan FETÖ’yü aklamaya çalışan, emirleri savsaklayan, örgüt elemanlarını saklayan, hukuku yanıltan, bu hengâmede kirli hesaplar, istismarlar içine giren bürokrat, yerel yönetici ve kayyumlar,

Afganistan, Irak ve Suriye’den sonra Türkiye devletini bu paket içine dahil etmek isteyen küresel iradenin cüreti…

Tüm bunlar idrak edilemiyor ve bir türlü gereği yapılamıyorsa devlet elbette inisiyatif alacaktır.

Devrimler tarihine bakıldığında, hepsinde ara bir otoriter dönem görülür.

Egemenlik teorisyenleri ve filozoflar bu gerçekliği anladılar.

Jacques Derrida bir sohbetinde Mustafa Şerif’e “Filozof Immanuel Kant, Fransız devrimi sürecinde 'Fransa Cumhuriyeti'nden yanaydı ama terör anında bunun bir başarısızlık olacağını düşünmüştü.” der.

Ortada devletin teslim alınması, ülkenin içeriden ve dışarıdan işgali, vatanın bölünmesi, şehirlerin düşürülmesi vakıası var.

Buna rağmen akıl tutulması kol geziyor.

Gerçekliği idrak edemeyenlerin hükmü yok!

Terör anında “demokrasi” olmaz!

Teröre ‘iyi muamele’ çağrısı hiledir!

Darbeciye adalet söylemi yavuz darbeciliktir.

Savaşana müsamaha gösterilmez, savaşta sadece hukuk olur.

Onlar işgal gecesinde bile demokrattılar (!) ‘iyi olan kazansın’ dediler!

Ağır yanıldılar akıllanmadılar.

Vazgeçmezlerse terörle eşitlenecekler.

Karşılarında istedikleri şekli verecekleri pelte bir devlet yok!

Ülke, Devlet, Millet, Vatan ve Cumhuriyet sahipsiz değil!






Ömer Altaş, 25.08.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Tekâmül Serinliği, Deneme, Fikir

Ömer Altaş Yazıları

omeraltass@gmail.com


Facebook; Ömer Altaş



Sonsuz Ark'ın Notu: Ömer Altaş Beyefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 04.08.2017, Sonsuz Ark


İlk yayınlandığı Yer: Haber10




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı