14 Temmuz 2017 Cuma

SA4579/KY1-CÇ404: Baskın

"Neydi anlamamıştım. Yani gülünecek ne vardı ki?"


Daha yeni göndermiştim konuğum Ene’yi. Az çene çalmamıştık hani. Pek ağırdan almıştı kendini. Üst perdeden konuşmuştuk uzun bir zaman. Kahvelerin, çayların çetelesini tutmak ayıp olmasa tutardım. Konuğun kendini ağır sayanından çektiğim çok olmuştur. Ve Ene de öyleydi. Pek yükseklerden bakar buldum çevresine. Mütevazı eşyalarıma bakışı çileden çıkardı çıkaracak. 

Burun kıvırışına sinirlendim, sinirlenmesine ama konuktu işte. Belli etmemeliydim. Bu belli edilmezdi. Konuktu. Bağışlamak, görmezden gelmek zorunda olan siz olursunuz. Ben olmuştum. Beğenmediği çaydan belki üç demlik bitirdi. Ben o üç demlikten belki beş altı bardak ya içtim ya içmedim. Çaydanlıklarda öyle bildiğiniz türden değil. Ben diyeyim biri on litrelik, siz deyin beş. Ben diyeyim birine yirmi siz deyin on. Ve şimdi gözlerinizin önüne getirmeye çalışın. Düşünün kaç bardak çay içmiş davetsiz konuğum. Beni kınayacaklar çıkacaktır. 

Ve diyeceklerdir;

“Ne utanmaz adam!.. konuğunun yediğini içtiğini izlemiş!” 

Böyle düşünen bilmelidir ki öylesi bir düşünce iftira kökenlidir. Saymadım. Hem de hiçbir konuğumun yediğini içtiğini bu ana kadar ve bu an da dahil saymadım. Olur mu öyle şey? Konuk berekettir konuk olduğu yere. Ancak konuğun da arlısını nasip etsin Allah. İnsanı canından bezdiren ne konuklara rastladım. Ne densizlere. Belki benim de öylesi densizliklerim oluyordur birilerine, yahut olmuştur, bilemem. Yine de kimsenin yediği-içtiği, giydiği-örtündüğü, kullandığı kap-kacak hiç ilgimi çekmez. Bugüne kadar çekmedi. Bundan sonra da çekmeyecek. 

Kalkıp etrafı dolaştı alıcı gözüyle. Evet tıpkı bir alıcı gibi baktı her bir eşyama. Ya kitaplığım. Kitaplık dediysem toplasan üç yüz beş yüz kitap.. onların da bir ikisini ancak okudum. Okuyabildim. Öylesine müstehzi bakışlar fırlattı ki;

“Hah! Şimdi yandığım andır!” dedim kendi kendime. Lisanı hal ile sanki dedi ki;

“Ne aptalca şeyler bunlar.. bunlara bir de para mı verdin?”

“Ata, dede yadigârıdır!” diyebildim hırıltıyla. Hele canım “Zirai Alet ve Edevat’ın Tarihsel Gelişimi” adlı kitabı şöyle bir karıştırıp sonra da kaldırıp yere atması.. o kitap nadide kitaplarımdan biriydi. Ve çokça okunduğundan bir hayli yıpranmıştı. Öyle kaldırıp fırlatınca ya dağılsaydı? Ne çirkin davranış. Senin ilgini çekmeyebilir. Niye beğenmedin diye kafanı kıracak, kınayacak değilim. Kimseye neyi sevip-sevmeyeceğini dikte edecek kadar zavallı olmadım. Hem de hiç. 

“Ben bunu pek sevdim!” derim. Bu da doğal olsa gerek. Yani şöyle demem;

“A! Bak ne harika bir şey!” Hayır. Şöyle derim;

“Bak bu benim harikalarımdan biri!” 

Ya konuğum ne yaptı? Paralarcasına kaldırıp yere fırlattı. İçim parçalandı. Yüreğim burkuldu. Yırtık yerlerini özenle yapıştırmış bir de cildini sağlamlaştırmıştım.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun be adam?” diyecektim. Yutkundum. Bu karanlık gudubetin cinsiyeti meçhuldü. İçim “cızz” etse de susmalıydım. Bir başka kitaba pek bir ilgi gösterir gibi oldu. Başımı eğip kitabın adını okumaya çalıştım. Ben eğildikçe o da kitabı daha bir eğiyordu aşağıya. Ve müstehzi gülüşleri yankılanıyordu evin her bir yanında. Utanmıştım. Doğruldum. O da kitabı biraz önceki kitabın yanına fırlattı. İkiye açılarak düştü zemine canım kitap. Tanımıştım.

 “Muhabbet Kuşu Ve Muhabbet Kuşu Bakımında Dikkat Edilecek Hususlar” 

Bu kadarı fazlaydı. Kızgınlığımı belli edecek biçimde sordum;

“Kahve alır mısın?”

“Aa! İyi olur. Yalnız mümkünse büyük fincanda olsun!” 

İşte. Bakındı utanmaza! Oysa şöyle demesi gerekmez miydi?

“Teşekkür ederim.. çok çay içtik..ben almasam..”

Bunun üzerine ben de;

“Olur mu canım? Bana eşlik edin artık..”

Bu söz üzerine;

“Madem ısrar ediyorsunuz.. bir kahvenizi içeyim!”

Olur mu?

“Varsa büyük fincan!”

Büyük demesindeki maksat farklı. Kazanla getir, demek istedi. Neyse kahve yapmaya gittim. Döndüğümde konuğumu elinde “ Kâmil'ül Kelâm” adlı kitapla koltukta oturur buldum. Onu da kaldırıp fırlatacak mıydı? Bu densizliği yapar mıydı? İçimden yapmaması için dualar ettim. 

Kahvesini yudumlayıp kitaba göz gezdirdi. Ve bitirmeden fırladı ayağa. Geldiği gibi fırladı gitti. Kitabı da aldığı yere koymuştu. Ne bir teşekkür, ne bir güler yüz. Çekip gitti. Gün de ağarmak üzereydi. Kapıyı örttüm arkasından. Derin bir nefes aldım. Bir oh, çektim. Perdeleri kapayıp, üzerimi değiştirip yatmaya niyetlendim. Tam yatak odama varmıştım ki kapı.. bir yandan zil çalıyor, bir yandan da kırılırcasına tekmeleniyordu 

“Hay Allah! Geri mi döndü serseri!” dedim kendi kendime. Çaresiz açmaya gittim kapıyı. Kapı önünde gülüşme sesleri, neşeli konuşmalar geliyordu. Demek kuyruğuna birilerini daha takıp gelmişti. Evde olduğumu bilmese açmazdım. Varsın kırsınlar kapıyı. Ama evde olduğumu biliyordu. Açtım.

Bulutlar. 

Gayet pişkin, destursuz, fütursuzdu bu yeni gelenler. Daha kapıyı bile tam açmamıştım. Hani kapınız çalındığında kapıyı yarım açıp gelene ne istediğini sorarsınız ya. İşte öyle. Ama onlar palas-pandıras daldılar içeri. Ağzımı açıp bir tek bir söz bile söyleyemedim. İçlerinden biri;

“Zirai Alet ve Edevat’ın Tarihsel Gelişimi” adlı bir kitap mı varmış sizde?.. " dedi. Demesiyle gelenlerin hepsi birden kahkahaları bastılar. Neydi anlamamıştım. Yani gülünecek ne vardı ki? Bunları böylesine eğlendirecek nasıl bir içeriğe sahipti ki bu kitap?

Kapıyı kapadım. Yeni gelenler kitaplığa doluşmuşlardı. Ben yatak odama doğru yürüdüm. Yorganı kafama çektim. Utanmaz kahkahalar arasında uyumayı denedim.




Cemal Çalık, 14.07.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı