9 Aralık 2016 Cuma

SA3737/KY1-CÇ344: Sefil

"Adım olsaydı farklı olur muydu bilmiyorum? Benim bir adım yoktu ki! Ben hiç çocuk olmadım ki! Benim hala bir adım yok!"


Vallahi yalan! Doğrusu bunu hiç beklemiyordum. Demek bu da gelecekmiş başıma. Bundan önce olup biten “şey”ler karşısında nasıl kayıtsız kaldıysam bu olup-bitmek üzere olan “şey” karşısında da kayıtsızlığı seçeceğim gün gibi aşikâr. Sahi “olup-biten şeyler”in öyle olduklarına dair hiç bir bilgim de yok. Şuncacık olsun bir sezgi kırıntısı bile yok. Ben bütün trenleri kaçırdım. 

Evet kaçırdım, inkâr edecek değilim! Yine de kaçırılışlarında geç kalınmışlığın olmadığının bilinmesini isterim. Bütün trenler şu an bulunduğum bu istasyondan gelip geçti. Kendimi bildim bileli oturduğum bu bankta onları izlemekle yetindim. Bir tekine olsun binmeye heveslenmedim. Onlara binmeye çalışanların itişip kakışmalarına güldüm. Birbirlerini ezişlerinden haz duydum. 

Aralarında tanıdıklar olurdu el ederlerdi. Gelmem için. Sonra dudak büker el sallardılar. Onların üzerine inen hüzün uğramazdı bana. Yapmacık bir el sallayışıyla uğurlardım her birini. Bütün bu olup-bitenlerin niye’sini şimdi merak ediyorum. Son demlerimde olduğum için mi gelip çöreklendi bu merak? 

Son demlerimde olduğum bir vehim değil, apaçık bir gerçek. Tuhaf! İlk kez bir merakın peşinden gidiyorum. Yok henüz peşine düşmüş, takılmış değilim. Sanki karar vermişim gibi. kendimi yokluyorum, sıkılıyorum ve evet sanırım bu merakın peşine düşeceğim. 

"Bu peşine düşmeye karar verdiğin meraktan önce hiç mi bir merak peşine düşmedin?" diye sorulsa yanıtım “Hayır!” olur. şimdi doğruya doğru hiç ama hiç meraklanmadım. “Ne meraksız, ne duyarsız birisin!” diye hayret edenlerin hayretleri, şaşkınlıkları mazur görülmelidir; düşünün bir bu mazur sözcüğünü yerli yersiz bir de yanlış kullananların niçin (ki onlar –yanlış kullananlar- mazur görün, mazur görülebilir vb. demiyordu da “maruz görün!” diyorlardı) yanlış kullandıklarını bile merak etmezdim. Bunu belirtişin, bu bilginin aktarılmasının altında o sözcüğün –mazur- yanlış ve yersiz kullanışının beni ne denli öfkelendirdiği, ne denli kızdırdığı yatar. 

Şimdi merak ediyorsunuzdur,“Niçin bu adamı böylesine derin öfkelere kızgınlıklara savuruyormuş ‘maruz sözcüğünün yanış ve yersiz kullanılışı?” diye. Merak ettiğinizi biliyorum. Bunca zamandır insanlar içinde yaşıyorum. Nihayetinde ben de bir insanım ve sizlerle birlikte gün tükettim. Ne denli meraklı olduğunuzu bilmediğimi zannetmeyin. Her biriniz meraktan heykel kesiliverirsiniz. Sorar da sorarsınız:

“O neydi? O adam –yahut kadın- niçin buradan yahut oradan geçti? Bu otomobil kaç model? Fiyatı nedir? şu daire kaçıncı katta olsaydı fiyatı artar yahut düşerdi? Şu trafik ışığını belirten levha ile hız belirten levha arası kaç adım? Yeni gelen müdür eskisinden daha mı sert daha mı toleranslı? Sabah mı yürüsem daha sağlıklı olur öğlen yahut akşamüzeri mi?” ve daha nice şeyin -sizi ilgilendirsin ilgilendirmesin- peşinden doludizgin koşar durursunuz. Bunu bildiğimi, buncacık bir şeyi merak etmeden de bilebileceğimi az çok kestirebilirsiniz. Ve fakat ben hiç merak etmedim. Bunu da bilenler bilir. 

Merak bir yüktü. Az buz bir yük de değil hani. Ama benim bütün trenleri kaçırışımda bu halin –yani meraksızlığın- olduğu sanılmasın. Yakama yapışan peşine düştüğüm merak bana niçin olacağını verecekti. Verdi de. Birden anlamıştım, birden ayrımsamıştım, birden ayan beyan gözümün önünde belirmişti ki ben çocuk olmamıştım. Çocuklar ne meraklıdır değil mi? 

İşte hiç “çocuk olmayışım” gerçeği kaskatı belirdi karşımda. Evet, ben hiç çocuk olmadım. Top oynayıp acıkmadım. Yerde bir erik bulmadım. Bulmadığım bir eriği nasıl elimden kapardı ki bir alageyik? Ben, dedim ya hiç çocuk olmadım. Bana hep “Sen çocuk musun?” denildi. Bir şeyler yapmaya heveslendiğimde. Sokakta itişip-kakışan fiziksel olarak bana benzeyenlere (ki onlara çocuk deniliyordu) karışmak istediğimde “Sen çocuk musun?” diyorlardı. 

Kulağımı çekip iri elleriyle suratıma tokat atıp "O çocuk senin dengin mi, serseri?” derdi birileri her hangi bir şey sorduğumda da “Ne gevezesin, ne susmak bilmez bir salaksın!”.. bu sözler söylenip böylesi çıkışlar yapıldığında birden adımın olmadığını fark ettim. Benim bir adım da yoktu. çocuk olmayışım gibi, çocuklar gibi ya da her hangi bir şey gibi sabit bir adımın olmadığı ortadaydı.. oysa kimsesiz değildim.. hatta dedenin, ninenin, amcaların, halaların, kuzenlerin, kardeşlerin bir arada yaşadığı geniş bir ailenin ferdiydim.. ama onlar gibi bir adım yoktu. Bana ihtiyaç duyduklarında akıllarına ne eserse onunla çağırırlardı. 

Dedem “Torik!” derdi. Babaannem “Zevzek!” diye çağırırdı çoğunlukla. Amcalarımın ikisi için ben “Serseri”ydim. Babam “Şikâr!” derdi. Gariban annem “Bahtsızım” der sarılırdı. Ondan –annemden- çokça dayak yememe karşın sevgi gördüğüm tek insan diye söz etsem abartı sayılmaz. 

Kör topal değildim. Yoksul bir aile de değildik. Ve kardeşlerimin hepsi (8 kardeştik) hem okulda hem mahallede seçkin yerleri olan kişilerdi. Ama ben! Bir tuhaflık vardı. Hiç kimse beni oyununa almazdı. Dedim ya ben çocuk değildim bir adım yoktu benim. Ben de oyunlarını bozardım dayak yeme pahasına. Ve mahalleli çocuklar arasında adım “Cığız”dı. Yani “Oyunbozan”.

Okula başladığımda heveslenmiştim. Artık bir adım olacaktı. Yaşıtlarım arasında bir sınıfta birlikte olacaktım. Olmadı. Öğretmenimiz yoklama yaparken bir benim adımı söylemez sadece “1076″ derdi. Ben O’nda, binyetmişaltıydım.. Sınıftakiler içinse “Eşkıya!” 

Evet eşkıyaydım. Mecburdum. Onlara sataşmadan birlikte olamıyordum. Kavga çıkarmanın sebebi biriyle yüz göz olmaktı. Birinin elini, elimde omzumda belimde duymaktı. Ellerindeki simidi alır kaçardım. Peşimden koşarlardı. Yakalanırdım. Simidi yere atardım. Ya dayak yerdim ya döverdim. 

Ne orta mektep de, ne de lisede  bir adım oldu.. silikliği seçtim böylece... Başkaca yapacak bir şey yoktu. Büyüdükçe, saflar belirginleştikçe içimde bir kıpırtı, bir ada kavuşabilme ihtimali belirmemiş değildi. Ben de artık ya vatan kurtarırdım, ya halklar için savaşırdım yahut din-i Mübin için ayaklananlar arasında olurdum. Olmadı.  Ne vatan kurtaranlar, ne halkları kurtaranlar ne de din-i mübin için ayaklananlar nezdinde her hangi yerim yoktu. Hiç birinin varlığımdan haberleri yoktu. 

Adım olsaydı farklı olur muydu bilmiyorum? Benim bir adım yoktu ki! Ben hiç çocuk olmadım ki! Benim hala bir adım yok! Birazdan belediye görevlileri gelecek, kendimi bildim bileli oturduğum bu yerden alıp götürecekler. “Huzur Evi” denilen yere yerleştirecekler. Burası yıkılmak üzereymiş.



Cemal Çalık, 09.12.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları



Seçkin Deniz Twitter Akışı