22 Ekim 2016 Cumartesi

SA3564/KY26-CA89: Müslüman Dünya: Yaralar, Çözüm Yolları…

"İçeriği itibarıyla sempozyum, Müslüman Dünya’nın problemlerinin ortak platformlarda daha kapsamlı içeriklerle konuşulmasına ihtiyacımız olduğunu düşündürüyor. Kültür ve sanat, dolayısıyla ifade alanında yoksullaşma, en büyük problem. Çünkü dil ve söylem yetmezliği nedeniyle birbirimize ulaşamadığımız gibi, dışarı tanım ve söylemler tarafından da istilaya açık oluyoruz."


Modern dünyada Müslümanların karşı karşıya bulunduğu farklı sorun ve açmazlar, geçen hafta başında, üç gün boyunca “Günümüz İslâm Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları” başlığı altında düzenlenen bir sempozyumda konuşuldu.  Mekân, Kartal’da bulunan Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’ydi. 

Yeni çıkan romanımın yayınına dönük uğraşılarım nedeniyle ancak kendi sunumumu yaptığım üçüncü gün katılabildim sempozyuma.  Tebliğler kitap olarak yayımlanacak, ancak tartışma bölümleri de gayet verimli konuşmalar gerçekleşiyor.  

Sabah saatlerindeki oturumda ilk dinlediğim konuşmacı Birsen Banu Okutan’ın sunumu, “Toplumsal Değişim Sürecinde Din ve Reklamlar: Ramazan ayı örneği” başlığını taşıyordu. Dinî sembollerin piyasada rastgele kullanımı konusundaki sorgulama, “Tekbir” giyimden bu yana sürse de azalmak bilmiyor. Tersine, mütedeyyin kesimler tüketici olarak temayüz ettikçe, sembollerinin piyasadaki ağırlığı artıyor. Bu kısır döngü nasıl aşılabilir acaba? Banka ile mabet arasındaki gizli yarış vurgusu bir hayli çarpıcıydı Okutan’ın.

“Doğru yolda düşen çabuk kalkar.” Erşahin Ahmet Ayhün, “Kırım’da Din Eğitimi” başlıklı bildirisini sunarken dile getirdi bu Kırım atasözünü. Kırımlı Müslümanlar 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’yı destekledikleri suçlamasıyla sürgüne gönderilmişlerdi. Sürgüne gönderilmeyen kesimler ise Türkiye’ye gönderilme bahanesiyle Karadeniz’de batması planlanan bir vapura dolduruldular. Ne çok acı yaşandı, bugüne doğru da etkisini hissettiren! Kırım hatıraları aktarıldı sonra. Sürgünde bir kadın senelerce Tebareke cüzü yazdı etrafındaki insanlara, böylelikle direndi yurdundan koparılmanın acılarına.

Ahmet Kavas, kavramları tazeleme konusundaki güçsüzlüğümüze değindi. Ödünç kavramlarla konuşuyoruz, milliyetçilik de bunlardan biri. En büyük eksiğimiz kendi tarihi tecrübelerimiz konusundaki bilgisizliğimiz.  Bizim bir tarih okuma yöntemi sıkıntımız var, doğrusu. Toplumu okumayı ise siyasetçilere bırakmış görünüyor ilim adamları.

Kültürel politikalar üzerine dikkat çekici eleştiri ve teklifler içeren bir konuşma yapan Mustafa Çetinkaya’nın eğitim reformuna ilişkin cümlesini aynen aktarıyorum:  “Türkiye eğitim reformu yapmazsa, hem üçüncü ekonomi devrimi olan yeni ekonomi devrimini kaçıracak hem de kısa ve orta vadede yüksek kültür ürünleri meydana getiremeyecektir.” 

Çetinkaya, halihazırda yürürlükte olan eğitim sisteminin çocuklarımızın yeteneklerini körelttiğini ve onları üçkağıtçılığa ittiğini, ancak problem çözme alışkanlığı ve yeteneği kazanamamış nesillerin, iş dünyasının, akademinin ve bürokrasinin sorunlarını çözmesini bekleyemeyeceğimizi belirtti.  Kültür alanına özgü sorunlar için sunduğu tekliflerden bazıları şöyle: Kültür mekanları canlandırılmalı, kaybolan sembol mekanlar yeniden inşa edilmelidir. Kadın-erkek kültür politikalarında eşit bir şekilde yer almalı. Kültür ürünlerinden vergi kaldırılsın. İnşaat sektörü sorunlu figürlerle temsil edilmemeli. Devletin kültürdeki rolü sivil alanlara aktarılmalı.

Sıddık Korkmaz, “Ortadoğu’da Yaşanan Mezhepçilik Kaynaklı Sorunlar ve İslam’ın Barış Önerisi” başlıklı tebliğinde, emperyalistlerin toprak, din ve mezhep bağlamında süregelen “böl ve parçala, böl ve savaştır” şeklindeki taktiklerini örnekleriyle irdeledi. Karmaşık sorunlarımıza bütüncül bakışın yanı sıra ayrıca tek tek derinlemesine bakma ihtiyacımızı da dile getirdi. Günümüzde birçok sorunun çözümün Suriye çözümüne bağlı olmasına karşılık, ülkemizde geçen yıllar içinde Suriye’yi konu alan sadece bir sempozyum yapıldığını hatırlattı Korkmaz. Bununla birlikte Türkiye’de devlet ve halkın Suriyeli mülteciler konusunda elinden geleni yaptığını da vurguladı. 

Tahir Uluç “İmam Maturidi Düşüncesinde Etnik ve Kültürel Unsurlar” başlığını taşıyan sunumunda,  Maturidiyye akaidine göre üstünlüğün iradeli olma çabası ve salih amelde oluştuğu kabulünü açtı. Cevher ve asıl itibarıyla kula (veya kavimlere) verilmiş ayrıcalıklı bir üstünlükten söz edilemez. Bilgiye (cehte) dayalı üstünlük statik değil, değişkendir. 

Hayri Kırbaşoğlu “İslami Hareketlerde İşler Niye Yolunda Gitmedi?” başlığını taşıyan sunumunda önce Müslüman dünyanın siyasal, sosyal ve kültürel açılardan genel bir panoramasını çizdi. Ardından bazı çözüm önerilerinde bulundu: “ Müslüman dünya kapitalizm ve küreselleşme karşısında realiteyi analiz etmeli. Müslüman toplumların ulus devlet sınırlarına bağımlı olmayan iletişim kanallarıyla bir esnek hareket alanı oluşturmalı.” Kırbaşoğlu, küresel ölçekte çıkarlardan önce “adalet” kavramını öne sürmenin yollarını aramayı da önemli bir başlık olarak ifade etti. Faizsiz bankacılık sisteminin başarısızlığı kuşkusuz ümmetin birbiriyle iletişimindeki kanalların yetersizliğinin göstergesi. Kadınların siyasette lojistik destek olarak görülmesi problemi üzerinde de durdu Kırbaşoğlu.

Benim katıldığım oturumda yer alan Yıldız Ramazanoğlu’nun sunumu, “Tecrübenin Sanat ve Edebiyat Yoluyla Aktarımında Karşılıklı Zafiyetler” başlığını taşıyordu. Yıldız, Müslüman dünyanın birbirlerinin sanat ve edebiyat gündemlerinden habersiz olmalarının sebep ve sonuçlarını irdeledi. “Müslümanlar Batı’daki bütün festivalleri izliyor ama birbirinden habersiz. Sultanahmet’te Suriyeli ressamların eserlerinin yer aldığı bir sergi düzenlendi, ancak çok az kişi gezdi ve değerlendirdi.  Bizler bu sergiye Avrupalılar kadar dikkat göstermedik.” Sanatın birleştirici diline her zamankinden daha fazla muhtaç olduğumuz bir zamanda, bu alanın kıymetinin bilinmemesinin örneklerini hatırlatırken, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da düzenlenen, Hülya Yazıcı’nın küratörlüğünü yaptığı “Yurtsuzlaşma” konulu trienale de değindi Yıldız.

Aynı oturumun bir başka konuşmacısı Zeki el-Milad,  Şekip Arslan’ın “Müslümanlar niye kaldı?” ve Nedvi’nin “Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti?” şeklinde sorularla cevap aradığı olguyu, “Müslümanlar dünyayı öncelemekle en kazandı?” sorusuyla açmaya çalıştı. 

Afgan tebliğci Muhammed Naim, “Afganistan’daki İç Çatışmaların Sebepleri ve Çözüm Yolları” başlığını taşıyan sunumunda,  Afganistan’ı sürekli bir kriz içinde bırakan sebepleri irdeledi. Şu cümleleri dinlerken yüreğin kanamaması mümkün mü? “Afganistan idari olarak mahvolmuş durumda. Onarımı çok zor. Eğitim, kültür ve sanat alanında yoksullaştı. Ekonomisi alt üst durumda. Halkı gurbette, mülteci. Beyin göçü bitmiyor. Asabiyet hortladı.”

Benim sunumum, ”İslam Dünyası’nda Çevre ve Mimarlık Problemleri” üzerineydi. Geçmişin muhteşem mirasıyla zamanımızın “gecekondu gökdelenler”i arasında geçen zamanda neler yaşandı; ana başlıklarıyla ele almaya çalıştım.

Bu tür zengin bir içeriğe sahip sempozyumlar, yeterince bilmediğiniz konular alanında çalışan  ilim adamlarıyla şahsen tanışma fırsatı sunduğu için de katılmaya değer. Kırgızistanlı akademisyen Abai Kenzhekulov’la, ülkesindeki meseleler üzerine sohbet etme fırsatı bulabildik. Kenzhekulov’un sunumunun başlığı, “Kırgızistan’da İslam, İslamlaşma ve İslami Hareketler” başlığını taşıyordu.  

Bu tebliğde halkın İslami meselelerde devlet veya dini kurumlara duyduğu, süreç içinde değişme gösteren güven önceliği konusundaki analizler, bütün Müslüman Dünya içinde okunabilirliği açısından son derece önemli:  Anlaşılan şu ki toplum, çeşitli “İslamcı” hareketlerin çatışmalarının ve birbiriyle çelişen ifadelerinin oluşturduğu bir güvensizlikle, devletçi söylemlerin etki alanına girmeye temayül gösteriyor.

İçeriği itibarıyla sempozyum, Müslüman Dünya’nın problemlerinin ortak platformlarda daha kapsamlı içeriklerle konuşulmasına ihtiyacımız olduğunu düşündürüyor. Kültür ve sanat, dolayısıyla ifade alanında yoksullaşma, en büyük problem. Çünkü dil ve söylem yetmezliği nedeniyle birbirimize ulaşamadığımız gibi, dışarı tanım ve söylemler tarafından da istilaya açık oluyoruz.

Korkmaz’la çay arası sırasında “İslam Dünyası” yerine “Müslüman Dünyası” terkibini kullanmayı tercih etmek gerektiği üzerine konuştuk.  “İslam Dünyası” terkibini yaygın bir ezber olarak kullanıyoruz, benim sunumumun başlığında da geçiyordu. Ancak elbette İslam ilkeleri belirler, dolayısıyla yorumlardan oluşan dünyadan “Müslüman Dünya” veya “İslam Coğrafyası” olarak söz etmek daha makul görünüyor.


Cihan Aktaş, 22.10.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 



Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015







Seçkin Deniz Twitter Akışı