21 Mayıs 2016 Cumartesi

SA2932/KY26-CA56: Kabe Mimarîsi Endişeleri

"Çelik yapılaşmanın sebep olduğu görme bozukluklarının, ortak sorumlulukların sorgu sualsiz devri sebebiyle bütün Müslümanları ilgilendiren bir zafiyetin eseri olduğu da hiç çıkmıyor aklınızdan."


Geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirdiğim umre ziyaretim sırasında Kabe’nin mimarisi üzerine yakından bir bakışla düşünme fırsatı buldum. Her şeyden önce Kabe’nin hayallerimdeki yerinin, medya görüntülerine kapılıp gitmeyen bir sağlamlığı olduğunu söylemeliyim. 

Duvar halılarından takvimlere, Kur’an’da geçen beş ayetten hacıların anlatılarına; biriktirilmiş imgelerin Kabe’si, medya ve ekranlarda yeni çevresiyle gölgelenen Kabe görüntüleri karşısında imtiyazını korumaktaydı hala. Bunun da çeşitli sebepleri var.
Kabe öylesine güçlü ve sağlam bir sembol ki gökdelenlerle kuşatılmış vaziyette gösterildiği fotoğrafları dehşet uyandırsa da onun kendini bir şekilde koruyup savunduğuna güven duyuyoruz işte! Kuşkusuz koruyucusu Allah; Müslümanlar ise onu ancak hayallerinde ve dualarında korumaya çalışıyorlar, ben de dahil. 

Ona atfedilen gücün korumayı savsaklama sebebi olması hepimizin eseri, bu açıdan etrafının tower’larla kuşatılması bir sürpriz sayılmamalı. Ve bu tower’lara rağmen direnişini, mimarisinin saflığına bağlamamak imkânsız. Ancak çevresinde yükselen beton terörü, bu saflık karşısında tahammülfersa bir pervasızlık sergiliyor.

Umre günlerinde Suudi Arabistan’ın mimarî ve şehircilik alanında izlediği bir siyasetten söz edilemeyeceğini fark ettim, Medine, Mekke ve Cidde’de. Görkem ve küreselleşmenin modelleri, pahalı malzeme ve bazen de yerel motiflerle çok da ince elenip sıkı dokunulmadığı söylenebilecek yorumlarla kuşatıyor şehir merkezlerini. Medine kuşkusuz daha ferah ve sevimli; insan Asrı Saadet’e uzanma aralıkları keşfedebiliyor. Mekke ise Kabe’ye yakınlaşırken ihtiyaç duyulan mimari denge arayışını umursamayan bir şehir haline gelmiş.

Denilebilir ki Suudi Arabistan bir başına bu hacı yükünü nasıl taşısın, ister istemez etkilenir Mekke’nin mimarîsi… İyi de Kabe’mizin çevresinde hac ve umre yoğunluğu açısından tasarlanabilecek en ideal planın gerçekleşmediği açık. Çeşitli ülkelerden gelen yoksul umrecilerin Zemzem Tower’in giriş katındaki beton alanda yatıp kalktığını gördüm. 

Daha önce de defalarca umreye gelmiş olan bir kadının, kendisine Kabe’yi gören bir oda verilmediği için “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” edasıyla ilgili makamlara şikayette bulunacağını söyleyişinde de tanık oldum. Kabe’ye çok yakın gökdelen oteller izdihamı artıran bir etki uyandırırken, tefekkür ve uyanış kıblemizi yükseklerden izleme imtiyazının gölgesini düşürüyor umre ziyaretine.

Kabe, yaklaşık bir buçuk metre temeller üzerinde kurulan ve duvarlarında Mekke tepelerine özgü granit taşlar kullanılan küp şeklinde bir yapı. Çeşitli dönemlerdeki yeniden inşalar sırasında değişen, mesela Hz. İbrahim zamanında 4.32 metre olduğu kaydedilen yüksekliği, şimdiki halde ortalama 13 metreymiş. Tavanı ahşaptan. Kuzeydoğu duvarı 12,63, kuzeybatı duvarı 11,03, güneybatı duvarı 13,10, güneydoğu duvarı 11,22 metre uzunluğunda ve 145 m² alan üzerine kurulmuş. 

Doğu köşesinde, takriben 1.1 metre yükseklikte gümüş bir muhafaza içinde bulunan Hacer'ül Esved, tavafın başlama ve bitiş noktalarını işaret ediyor. Mimarîsi, yapıldığından beri geçen bin yıllar içinde değişmedi değil, ancak hiçbir zaman böylesine çelik katmanlarla örtülmedi. Fiziki olarak etrafına hâkim duruşu, genişletme adına süren inşaatlarla elinden alınmış durumda şimdilerde. 

Ziyaretçiler yine coşkulu, hatta ulaşım kolaylığı ve manevi susuzluk nedeniyle azalan değil de artan bir coşkudan söz edilebilir. Kaybedilenin bulunuşuna özgü kavuşma sevinciyle tavafa giren biteviye sürdürmek istiyor.

Kabe’nin onca sıkıştırılmışlığına karşılık sunduğu güzel his ve düşünceler, etrafı boş bırakılsaydı, kim bilir nasıl olurdu? 2002 yılında, yerine inşa edilmek istenen Zemzem Tower için Kabe’yi korumak amacıyla Osmanlı’nın inşa ettiği Ecyad Kalesi, Türkiye’nin bütün çabalarına rağmen ve Unesco tarafından koruma altına alındığı halde yıkıldı. 

Bir tepenin üzerindeydi kale. Bu devasa otel ve ticaret merkezi hesabına sadece kalenin yıkılması yetmezdi, tepe de dümdüz edildi. Genişletme projesi için sökülen Osmanlı revaklarının yüzde 70’i ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın itirazı üzerine yerine yerleştirilmiş. Önemli olan Kabe değil mi, diye sorulabilir. Elbette öyle, ancak birikmiş olanı rahatlıkla göz ardı eden proje, Kabe’nin çelik katmanların gölgesinde kalmasından öte bir seçenek sunmuyor bize. 

Hz. Hacer’in su bulmak ümidiyle koştuğu Safa ve Merve arasındaki mesafeyi beton bir galeride kat ettik ve sonunda tepelere ulaştığımız noktada elimize geçen, cam bir perdenin ardında hapsedilmiş bir kayalık parçası oldu. Sembolün modern zamanların inşaat tekniğiyle yeni bir sembolleştirmeye maruz bırakılmasıdır bu. Müminler Sa’y için kuşkusuz kendi içsel birikimlerine, gönül zenginliklerine ve dualarına yaslanıyorlar.

Bütün bunlar çok düşündürücü tahrifler, üstelik güya somut veya soyut sapmalara karşı hassas bir zihniyetle gerçekleştiriliyor. Beri taraftan Kabe’yi bütün sorumluluğuyla Suud yönetimine terk ettiğimiz halde çok da haklı bir sorgulama yapamayacağımız açık. Zemzem Tower üzerine çıkan bir yazıda bu kuleden daire satın almak isteyen iş adamları ve tarikat mensuplarından söz ediliyordu. 

Defalarca umre ziyaretinde bulunmak üzere kapışılan daireler, umre tefekkürünün nicelikle hiçbir ilgisi olmadığının da açıklaması. Kabe’yi gölgeleyen gökdelen otellerle karşılaşan birçok ziyaretçiden, “Hz. Peygamber (sav) Kabe’deki cahiliye putlarını yıktı, bunlar ise yeni cahiliyenin, kapitalizmin putları” mealinde eleştiriler dinledim.

Her halükârda, Hz. Adem’in dilemesiyle “cennetteki nurdan sütun”un tecelli ettiği mekanın bir bereketi var. Bu nurdan sütunun Hz. Şit zamanında kaybolduğu, yerine bir taşın kaldığı dile getirilir rivayetlerde. Bunun üzerine Hz. Şit, kaybolan sütunun yerine taştan, şekil olarak benzeyen küp şeklinde bir bina yapar ve o siyah taşı binanın bir köşesine yerleştirir. Hacer'ül Esved’in o nurdan sütunun indirgendiği siyah taş olduğu söylenir. 

Başka açıklamalar da yapılıyor Kabe’nin kökeni üzerine, ancak bu açıklamaların hepsi onun (bulunduğu zeminle birlikte) gaybi yardımı hatırlamaya çağıran bir öze sahip olduğu konusunda birleşiyor. Nuh tufanı sırasında bina kumlar altında uzunca bir süre gizli kalıyor. Allah’ın emri üzerine Hz. İbrahim, oğlu İsmail’le birlikte kumları kazarak altındaki temelleri gün yüzüne çıkarıyor. Süreç içinde tabii afetler ve savaşlar yüzünden bazen eksiliyor yapısı, bazen genişliyor. Fakat “tavaf”a açık olma özelliğinin her dönemde gözetildiği muhakkak.

Şimdilerde Kabe bir de 12 metre yüksekliğinde, 13 metre genişliğindeki çelikten bir tavaf galerisiyle çevrelenmiş durumda ve projeye göre bu galerinin ikinci katı da yapılacak. Eskiden iki milyon kişin tavaf edebiliyorken, yeni genişletme çalışmaları ile aynı anda üç buçuk milyon kişi ibadet edebilecek. 

Daha önce sekizgen şeklinde elipse yakın olan üst katların bu defaki büyütme çalışmalarıyla tam daire şeklinde inşasının, “tavaf üst kattan olmuyor” endişelerini ortadan kaldıracağı öne sürülüyordu. Tavaftaki sıkışmanın önlenmesi için yatay değil de katmanlar halinde genişletme fikrinin–alanı %60 büyüteceğini gösteren rakamlara karşılık-uzamı daralttığı hissine kapıldım, üst kattaki tavaf sırasında.
Anlamı paranteze aldıran bir kendi merkezciliği var, niceliksel bakışın. Kabe gibi bir mekanın etrafı bu şekilde otoban izlenimi uyandıran beton katmanlarla çerçevelenmemeliydi.

Her şey daha farklı olabilir, verilen emek, harcanan para yatay genişleme için sarf edilebilirdi. Ray sistemi ile ziyaretçi kalabalığı şehrin kenarındaki noktalara çekilebilir, böylelikle alış verişle oluşan izdihamdan kurtulabilirdi Mescid-i Haram.

Bunu sağlayacak bir projenin tercih edilmemesi, estetik olduğu kadar etik bir zaaftan da kaynaklanıyor. İnsanların tavaf sırasında gerçekten nelere ihtiyaç duyduğu sorusundan hareket edildiğini düşündürmüyor kalabalık ve boğucu yapılaşma. Bir gökdelen otel karanlık gövdesiyle bir diğerini çağırıyor. Bir ayet, bir hadis bildirimiyle ilgili keşif, bir Asrı Saadet esinli sahne izlenimi, ansızın beliren acı bir toplumsal gerçeklikle sınava sokuyor duyarlığımızı: O dev gökdelenlerin arka sokaklarında ilerlediğinizde, elleri kim bilir nasıl bir sebep, hangi suçlamayla kesilmiş dilenen insanlar çıkıyor karşınıza. Sadece yüreğinizi değil zihninizi de parçalayan bu sahnelerin ardından Kabe’yi işte o durduğunuz noktada görebilseydiniz her şeyin daha farklı olabileceği düşüncesine tutunuyorsunuz. 

Çelik yapılaşmanın sebep olduğu görme bozukluklarının, ortak sorumlulukların sorgu sualsiz devri sebebiyle bütün Müslümanları ilgilendiren bir zafiyetin eseri olduğu da hiç çıkmıyor aklınızdan.



Cihan Aktaş, 21.05.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 




Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015

Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:

Seçkin Deniz Twitter Akışı