18 Temmuz 2013 Perşembe

SA294/KY1-CÇ13: Nasıl Câhil Olunur?

Evvela kendisini inandıracaktır…


Yukarıdaki soru ilk başta kişiyi şaşırtacaktır kuşkusuz. Ama bizim muradımız birini ya da birilerini şaşırtmak değil elbet. Sanatkârane bir iş olarak düşünülmüş de değil. Öyle inanıyoruz ki cahillik, günümüzde hiç olmadığı kadar istendik olmuş, kısaca; genel geçer dünyanın vazgeçilmezleri arasına girmiştir.

Şaşırtıcı olan “bilgili” olmaktır. Bir şey hakkında bilgili olmak, bilgili olanın inanılırlığına gölge düşürür bir nitelik kazanmıştır. Salt gölgelenmekle kalınsa kişi bunu sineye çekebilir. Asıl ağır olan, kişiyi yaralayacak olan “bilgisiz”likle suçlanması, tanıtlanmasıdır.


Bilen, bilge olan “serbest piyasa koşullarında” kendini var edemez. Varlığını sürdüremez. Seri malı üretimde aykırı olmak, akledebilme yeteneğini kullanmak ve sürdürmekten geçer ki bu da tabiri caizse “mangal gibi bir yürek”e sahip olmayı gerektirir. Zira “yalnızlık”ı göze alacak kişide “mangal gibi yürek” bir zorunluluktur.

Serbest piyasa koşullarında kendini var kılmayı düşünen, kalkışan önce bildiklerinden kurtulmalı. Bilmedikleri alanda arz-ı endam etmelidir. Bunun nasılını bilmek ve başarmak zorundadır kişi.

Cahilliğin bildik anlamda bir “okulu” bir “mektebi” yoktur. Ama bu yokluk mevcut bağlamda bir nâkıslığa sebep olmadığı gibi tersine “cahil” olmada kişiye ummadığı avantajlar sağlamaktadır.

 Düşünün bir, bildik anlamda bir “okul” bir “mektep” olsaydı beraberinde kurumsallaşmayı getirecek ve hiç de istenmeyen “bürokrasi” cenderesine düşülecekti. Belki ileriki zamanlarda bu durumla da karşılaşabiliriz. Ancak şimdilik böylesi bir şey söz konusu değil. Ve dileyen “cehâlet” pınarından kana kana içebilmenin koşullarına az bir gayretle ulaşabilecek bir nitelikte mevcut durum. Bu da “câhilliğin” yaygınlaşmasını sağlaması açısından istendiktir.

Madem câhilliğin bildik anlamda okulu, mektebi yoktur öyleyse kişi nasıl câhil olacak ve serbest piyasanın gerektirdiği ve oluşturduğu koşullarda kişi kendisini nasıl var edecektir?

Bunun yolu kulaktan duyduklarının mutlak anlamda öyle olduklarına kendini inandırmaktan geçer. Bu belki de “olmazsa olmaz” ilk koşuldur. Kişi bunu başaramayacağına inanırsa piyasaya çıkmayı bir süre ertelemelidir. Evvela kendisini inandıracaktır. Kendisi inanmadığı sürece ayağı sürçer. Ki bu da kişinin kendini var etmesi bağlamında bir noksanlıktır.

Bir başka koşul “dünyayı algılayışı”nın tek, biricik olduğu yargısına bütün benliğiyle iman etmek ve mini minnacık bir kuşku bile duymamaktır. Burada da kuşkuya yer yoktur. Kuşku bu koşulda da kişinin olmayı düşlediği arzuladığı alanda kendisine bir engeldir. Başkaca algılayışları dinlemeden, dinlemeye gerek görmeden mahkûm etmeyi becerebilmelidir. Anlamak için çabalamak yerine sürekli suçlamayı kendine şiar edinmelidir.

Biricik ve mutlak olduğuna inandığı algılayış ve yorumlayışının kavramlarıyla başka algılayış ve yorumlayışları değerlendirme el çabukluğunu gösterebilmelidir. Bu sıkça karşılaşılan bir durumdur.

Ve kişiye serbest piyasa koşullarında müthiş bir puan kazandırır.

Buna örnek, yıllar önce -1998 yılıydı sanırım- seküler dünyanın câhili biriyle dinsel dünyanın câhili  birinin -bir özel tv. Kanalında- yaptıkları tartışmayı vermek uygun düşecek.

O tartışmada “dinsel dünyanın câhili” söylediğinin “mütevatir” olduğunu savlayarak düşüncesini kanıtlama gayretindeydi. Seküler dünyanın câhili “prof” ünvanlı kişi mezkur kavrama mal bulmuş mağribi gibi sarılmış ve sevinçle – bir el çırpmadığı kalmıştı- “ evet.. evet.. tevatür efendim.. tevatür..” demişti.

Seküler dünyanın temsilcisi “mütevatir” kavramını “uydurulmuş, gerçekliği olmayan, kurgusal” olarak değerlendirmişti. Ve belki de kendi dünya algılayışında mezkûr kavramın anlamının öyle olmasına karşın bir başka algılayışta “sahih bilgi, doğruluğu kesin olan bilgi” olduğunu bilerek el çabukluğuyla gerçeği ters yüz etmeyi başarmıştı.

Rakibi ise belki de anlamazlıktan gelmenin uygunluğuna hükmederek savını sürdürmüştü. Böylece ikisi de kendi müritlerince alkışlanmayı sürdürmeyi başarmışlardı. Ve hala da sürdürüyorlar. Demek ki kişi bir başka dünyanın kavramlarını kendi dünyasında kullanılan anlamlarıyla kullanmayı mutlaka becerebilmelidir ki serbest piyasa koşullarında kendini var edebilsin ve bu var oluşu sürdürebilsin.

Cahil olmanın bir başka koşulu da “egemen görsel yazılı medyanın” sâdık bir izleyicisi olmaktır. Öyle ki bildik anlamda okulu, mektebi olmadığını  söylediğimiz “câhilliğin” laboratuarı mesabesindedir medya. Elifi mertek göstermenin nasılının öğrenilebileceği tek dünyadır. Bu dünyayı elinin tersiyle iten daha baştan kaçırmıştır “câhil olma” fırsatını. Ve elbet kendini “piyasa insanı” kılma şansını kaybetmiştir.

İyi bir medya izleyicisi “minareyi bostan kuyusu, bostan kuyusunu minare” diye göstermenin ne denli basit olduğunu hemen ayrımsayacaktır. O kadar ki herhangi bir analiz yaparken hiç duraksamadan bu işi yapmanın rehavetiyle esrik olacaktır. Daha dün cehaletin zirvesindeki bir tv. yorumcusu İhvan’ı (Müslüman Kardeşler) anlatırken 1000’li yıllarda yaşamış Hasan Sabbah’ı, İhvan’ın  kurucusu olarak belirterek isim benzerliğinin -ihvanın kurucusunun adı da Hasan ama varsın El Benna olsun- yeterliliğine bizi inandırmıştır.

Hasan Sabbah şii mezhebindendir, Hasan El Benna sünni mezhebindendir. Bunları bilmeye gerek yok ki? Programına yorumcu diye bu eçheli çağıran câhil de “efendim bu söylediklerinizin kaynağı nedir? Bu bilgilere nereden ulaşabiliriz?” gibi izleyenlerde istifham oluşturacak türden soruları aklından geçirmemiştir. Zira söylenenlerin bir cehâlet ürünü olduğunun ayrımında değildir. Ve umurunda da değildir. Ayrımında olsa, umurunda olsa serbest piyasa koşullarında kendisini var edemeyeceğini bilmektedir.

Yukarıda andığımız koşullar “biricik olan” değildir. Kişi kendini “cahil” kılmanın gerekliliğini kavramış ise kendince de -anılan koşullardan hareketle- bir takım olanaklar, açılımlar bulabilir.

Örneğin toplumsal olayları, hareketleri analiz ederken kendi algısına uymadığı ‘için dış mihraklar’ diye bir ölçütü muhataplarına ve muarızlarına dayatırken, kendi algısına uygun toplumsal olayları ve hareketleri analizinde de ‘iç dinamiklerin sahihliği’ ölçütünü devreye sokarak yapar. Böylece kendini “serbest piyasa insanı” olarak gerçekleştirmenin yolunu/yollarını kolayca belirler ve “yığın”da var oluşu hem gerçekleştirir hem de bu var oluşu kolayca sürdürür.



 Cemal Çalık, 18.07.2013, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark

Seçkin Deniz Twitter Akışı